Zorlu Avrupa deplasmanı!

‘Örümcek Adam’ın büyüme sancılarını ‘Marvel dünyası’ içinde sunan yeni serinin ikinci adımı ‘Evden Uzakta’da Peter Parker bir yandan aşkını, öte yandan da dünyayı kurtarmaya çabalıyor. Film Venedik, Prag ve Londra gibi Avrupa merkezlerinde geçiyor...

Haberin Devamı

Her ‘Örümcek Adam’ filmi, aynı hatırlatmaları beraberinde getiriyor. Nedir bu?
Sam Raimi imzalı üçlemenin ilk filmi çıkış noktası olarak ele alındığında, 2002’den beridir üç seri ve bu hafta vizyona giren ‘Örümcek-Adam: Evden Uzakta’yla (‘Spider-Man: Far from Home’) birlikte yedinci filmi izliyoruz. Tabii arada, geçen aralıkta vizyona giren ‘Örümcek-Adam: Örümcek Evreninde’ adlı animasyon da cabası...
Dile kolay, 17 yılda üç ayrı ‘Örümcek Adam’ ve onları ete kemiğe büründüren üç farklı aktör: Tobey Maguire, Andrew Garfield ve nihayetinde Tom Holland. Raimi’nin öncülük ettiği serinin ardından Marc Webb imzalı iki film vardı ve şimdilerde kamera arkasında Jon Watts’ı görüyoruz... Bu arada artık Queens’li Peter Parker’ın nasıl ‘Örümcek Adam’ olduğundan ziyade ‘The Avengers’ ailesi içindeki ‘katkı payı’na odaklanmış durumdayız.
Zorlu Avrupa deplasmanı
‘Tahta’sı eksik Elementals!
Bu hafta salonlarımıza uğrayan Watts imzalı ikinci hamle ‘Evden Uzakta’da bir anlamda lise öğrencisi Parker’ın Avrupa’daki okul gezisine katılıyoruz. Film bir kronolojinin parçası olarak başlıyor; o nokta da ‘Avengers: Endgame’ sonrası hayat... Öğrencilerin yolculuğu Venedik’te başlıyor. Parker, ilgi duyduğu MJ’yle yakınlaşmanın yolunu ararken Nick Fury tarafından ‘göreve’ çağrılıyor. Çünkü ‘Elementals’ adlı grubun (hava, su, ateş ve toprak tabii ki; ne yazık ki ‘tahta’ yok aralarında!) kimi merkezlere yönelik saldırıları söz konusudur. Parker, mücadeleye dahil olurken en büyük yardımcısı yeni kahraman ‘Mysterio’ oluyor...
Senaryosunu Chris McKenna-Erik Sommers ikilisinin kaleme aldığı ‘Evden Uzakta’, ‘Örümcek Adam evreni’nin esprili bakış açısıyla süslenmeye çalışılmış. Öykünün temel noktası Peter Parker’ın Tony Stark’ın (‘Iron Man’) kendisinde gördüğü cevher üzerine bir tür mirasçısı olarak ağır bir yükün altına girip girmeme konusundaki kararsızlığı. ‘Genç süper’, böylesi bir sorumlulukla baş etmek yolunda gelgitler yaşarken bir yandan da MJ’ye olan aşkını ilan etmek ve genç kızın yanında biten ‘Brad tehlikesi’ni bertaraf etmek için uğraşıyor. Yani temel insani dertlerle gezegeni kurtarmak gibi ulvi meseleler arasında bocalıyor. Film bu kafa karışıklığının odağında bir grup öğrenciyi Venedik, Prag, Londra gibi Avrupa kentlerinde dolaştırıyor ve ‘Elementals’a karşı verilen (gerçi sonradan düşmanın kimliği değişiyor) mücadeleyle de aksiyona yükseliyor.
‘Örümcek Adam’la uzak zamanlarda tanışanlar onu ‘Marvel evreni’nin dışında, takımdan ayrı düz koşu yapan bir kahraman olarak bellediler. Lakin artık çizgi roman dünyasında kartlar yeniden dağıtılmış durumda. Jon Watts imzalı (şimdilik) iki filmlik seride Peter Parker’ın büyüme sancılarını ‘Büyükler’in (‘The Avengers’ ekibi yani) onu aralarına kabulüne paralel bir şekilde izliyoruz. ‘Evden Uzakta’ aynı zamanda aşka ve romantizme de göz kırpıyor; Peter Parker’la MJ ve yakın arkadaşı Ned’le Betty arasında olduğu kadar May Hala’yla Happy Hogan arasındaki ilişkiye de tanıklık ediyoruz.
Zorlu Avrupa deplasmanı
Filmde yeni karakter ‘Mysterio’yu, Jake Gyllenhaal canlandırıyor.
Mysterio’nun
demode kostümü
‘Evden Uzakta’, özellikle Sam Raimi imzalı serideki filmlerin tadına pek ulaşamıyor; ne çok kötü ne çok iyi, ortalama bir yapım. ‘Peter Parker’da Tom Holland sırıtmıyor, Quentin Beck / Mysterio’da Jake Gyllenhaal başlarda çok kötü oynuyor ama sonradan bunu karakterinin dönüşümüne bağlı bilinçli yaptığını anlıyorsunuz. Nick Fury’de Samuel L. Jackson her zamanki standartlarında. MJ’de Zendaya, Ned’de Jacob Batalon, Betty’de Angourie Rice, May Hala’da Marisa Tomei, Happy Hogan’da Jon Favreau; hepsi gayet iyi.
Hologramlar, drone’lar, sanal görüntüler derken dijital çağın korkularına (!) da vurgu yapan ‘Evden Uzakta’, fazla beklentiye girmeden izlenecek bir film. Son olarak Mysterio’nun kostümünün özellikle kaskı da düşünüldüğünde, son derece demode olduğunu ve öyküye hafiften ‘retro’ bir hava kattığını söylemeliyim.
Zorlu Avrupa deplasmanı
‘Orta Dünya’nın arkasındaki gerçekler...
Giderek yoksullaşan bir aile... Önce babanın, sonra annenin ölümü... Bir rahibin yardımıyla zengin bir kadının kol kanat germesi ve işlerin az-biraz yoluna girmesi. Zengin çocuklarının okulunda (‘King Edward’s School’ / Birmingham) öğrencilik; sınıf ve kültürel farklılıklar arasında tutunma çabası... İmkânsız bir aşk, Oxford’da eğitim ve kapıyı çalan Birinci Dünya Savaşı...
Fantastik edebiyatın ölümsüz yazarı John Ronald Reuel Tolkien’in o muhteşem metinlerini, ‘Hobbit’ ve ‘Yüzüklerin Efendisi’ gibi başyapıtlarını kaleme almadan önceki hayatına odaklanan ‘Tolkien’, yazarın çocukluk ve gençlik dönemlerinde dolaşırken aslında bir anlamda ‘Ölü Ozanlar Derneği’vari bir öykü anlatıyor. Film, elbette adını aldığı şahsiyetin hayat öyküsündeki duraklarda dolaşıyor ama zengin ailelere mensup yetenekli okul arkadaşları Geoffrey Smith, Robert Gilson ve Christopher Wiseman’la birlikte kurdukları ‘Tea Club and Barrovian Society’nin, Tolkien’in hayat serüvenindeki önemine sürekli vurgu yapıyor. Dörtlü, sanatın gücüyle dünyayı değiştirebileceklerine inanıyor ama savaş, bu hedeflerini ne yazık ki sekteye uğratıyor. İçlerindeki en alt sınıf mensubu, daha sonra bütün dünyaya kaleminin ne denli güçlü olduğunu göstermişti. Film, bir anlamda (gerçi filmde bu yönde ısrarlı bir referans yok ama) ‘Yüzüklerin Efendisi’nde Frodo, Sam, Merry ve Pippin arasındaki sıkı bağlarla aslında Tolkien’in kendi dost çevresine göndermede bulunduğunu ima ediyor gibi.
Zorlu Avrupa deplasmanı
Sıkı dostlar, savaşın travması ve aşkın gücü
Yönetmenliğini, ‘Tom of Finland’la tanınan Dome Karukoski’nin üstlendiği ‘Tolkien’in senaryosunu David Gleeson ve Stephen Beresford kaleme almış. İkilinin metni, dostluğun, yoldaşlığın anlamı, savaşın travmaları ve aşkın gücü türü temalarda dolaşırken Tolkien’in hayat öyküsündeki Dickens’vari tonları başarıyla derleyip toparlamış ve ortaya, seyircinin duygularını sömürüye kaçmadan etkileyen bir film çıkmış. Birinci Dünya Savaşı’nın en büyük çarpışmalarından biri olarak kabul edilen Somme Muharebesi’ndeki siperlerde boy gösteren Tolkien’in, burada yaşadıklarını kitaplarındaki savaş sahnelerinde yansıttığına dair göndermeler de fazlasıyla başarılı.
Genç kuşağın yetenekli oyuncularından Nicolas Hoult’un Tolkien’de, Lily Collins’in yazarın büyük aşkı Edith’te (bu arada ormanda dolaşırken dans ettiği sahne muhteşemdi) ışıltılı performanslara imza attığı film, hem etkileyici bir yazar profili çiziyor hem de savaşın yıkıntıları arasında kaybolan bir kuşağın portresine soyunuyor. Özetle ‘kaçırmayın’ derim...
Yıldızlar
şahidiniz olsun...
Zorlu Avrupa deplasmanı
Açık hava sinemalarının mönüsünde bu hafta şu filmler var:
( Yenilenen Ortaköy Feriye’de ilk açık hava sineması gösterimi yarın akşam yapılıyor ve 70’lerin ünlü klasiği ‘Grease’ seyirciyle buluşuyor. Randal Kleiser’in yönettiği yapımda hatırlanacağı gibi başrolleri John Travolta-Olivia Newton-John ikilisi paylaşıyordu. 1978 tarihli yapım saat 21.00’de gösterilecek.

Haberin Devamı

( Beykoz Sinema Kundura’da ise ‘Bir Yaz Gecesi Sineması’ adlı bir program sunuluyor. Program dahilinde 11 Temmuz akşamı George T. Nierenberg’in 1979 yapımı ‘No Maps On My Taps’i ve Martin Ritt’in ‘Paris Blues’u, 12 Temmuz Cuma akşamı da Bob Fosse klasiği ‘All That Jazz’ izlenecek. 1979 tarihli yapımın başrollerinde Roy Scheider ve Jessica Lange var. Filmlerin gösterim saati 21.00.

Haberin Devamı

( Yapı Kredi Bomontiada’da da 10 Temmuz akşamı Olivier Assayas’ın ‘Çifte Hayatlar’ı seyirci karşısına çıkıyor, filmi sürükleyen isimler Juliette Binoche ve Guillaume Canet. Gösterim saati ise 21.00.

( UNIQ’te ise yarın Claire Denis’in ‘High Life’ı (kadrosunda Robert Pattinson, Juliette Binoche ve Mia Goth gibi oyuncular yer alıyor), 10 Temmuz’da da Lazslo Nemes’in ‘Gün Batımı’ izlenebilir. Filmlerin gösterim saati 21.00...
Diğer seçenekler...
Zorlu Avrupa deplasmanı
Haftanın yenilerinden ‘Kül En Saf Beyazdır’ı (‘Jiang hu er nü’) Jia Zhang Ke yönetmiş, oyuncular Tao Zhao, Fan Liao, Zheng Xu ile Jiali Ding. Hayvanlarla konuşan küçük bir kızın maceralarını anlatan ‘Sevimli Dostlar’da (‘Liliane Susewind: Ein Tierisches Abenteuer’) başrolleri Malu Leicher, Christoph Maria Herbst, Tom Beck ve Aylin Tezel paylaşıyor, yönetmen Joachim Masannek. ‘Tekne’ (‘The Boat’) Winston Azzopardi imzasını taşıyor, filmin tek bir oyuncusu var: Joe Azzopardi. ‘Bebeğin Laneti’ni (‘Curse of the Witch’s Doll’) Lawrence Fowler yönetmiş, kadroda Helen Crevel, Philip Ridout, Layla Watts ve Neil Hobbs gibi isimler var. Yerli gerilim ‘Efsunlu: Kabirden Gelen’de Sedef Şahin, Elif Kartal, İlke Al ve Dilara Çakır rol alıyor, yönetmen Uğur Kaplan. Güney Kore yapımı ‘İntikam’ (‘Manyeo’) Park Hoon Jung imzalı bir çalışma, oyuncular Kim Da Mi, Cho Min Soo, Park Hee Soon ve Choi Woo Shik.
Zorlu Avrupa deplasmanı



Yazarın Tüm Yazıları