Sessizlik lütfen...

En ufak bir gürültüde yanınızda biten ve sizi yok eden yaratıklarla dolu bir dünya. ‘Sessiz Bir Yer’, böylesi bir ortamda hayatlarını sürdürmeye çalışan bir ailenin öyküsünü anlatıyor. Nedense dışarıda göklere çıkarılan film, ne yazık ki beklentileri karşılamaktan uzak bir gerilim olmuş.

Haberin Devamı

Sessizlik lütfen...

Amerikalılar için aile her şeyin önündedir. Tüm felaketlerin de... Hatta dünya yıkılsın fark etmez, felaketler hayırlara bile vesile olur. Çoğu kez dağılmış ya da dağılmakta olan bireyleri, bağları yeniden toplamak, ilişkileri güçlendirmek, tekrar bir araya getirmek gibi işlevleri üstlenir. Nasıl mı? Hemen sinema bilgilerimize başvuruyoruz: ‘Yarından Sonra’ (‘The Day After Tomorrow’), ‘2012’, ‘Dünyalar Savaşı’ (‘War of the Worlds’), ‘San Andreas Fayı’ vs... Örnekler çok da, hemen ilk elde gelen popüler yapımların ismini zikredelim dedim...

Sessizlik lütfen...

Haberin Devamı

Ah şu ‘aile bağları’

Dışarıda büyük övgülere boğulan ve neredeyse gerilim sinemasının yatağını değiştiriyormuşçasına göklere çıkarılan ‘Sessiz Bir Yer’ (‘A Quiet Place’), bu haftadan itibaren bizim salonlarımıza da uğruyor. Ve gelin görün ki dağ fare doğurdu; John Krasinski’nin kendi çekip senaryosunu Bryan Woods ve Scott Beck’le birlikte kaleme aldığı (bu arada başrolünü de oynadığı) film, girişte hatırlattığımız felaket filmlerinin bütçe açısından az ölçekli tekrarı. Farklı olarak ‘bağımsız’ karakterliymiş gibi yapıyor ve alçak perdeden seslenirken ‘aile bağları’na da sımsıkı yapışıyor.

Öyküyü özetlersek, zaman diliminden bahsedilmiyor. Lakin ortada distopik bir hal ve gidişat var. Senaryonun geçmişini sorgulamamıza izin vermediği bir durum yaşanıyor, o da şu: İnsanlık birtakım yaratıkların hüküm sürdüğü bir düzende hayatını sürdürmektedir. Bu yaratıklar sese duyarlı, maazallah en küçük tıkırtıda bile yanınızda bitiyor ve sizi yok ediyor. Abbott’lar ise çekirdek aile olarak bu koşullarda ayakta kalmanın yollarını bulmuş; baba Lee, eşi Evelyn, kızı Regan ve oğlu Marcus’la işaret diliyle konuşuyor, gürültü çıkarmamak için son derece sessiz yaşıyorlar ve hayatlarını bu şekilde idame ediyorlar. Ve fakat bir gün balık avlamak için baba ve oğul yola koyulduğunda hayatları değişiyor...

Haberin Devamı

Sessizlik lütfen...

‘Alien’ ve ‘Dünyalar Savaşı’nı çağrıştıran kareler...

Krasinski, ‘Sessiz Bir Yer’de kendince bir atmosfer kurmayı başarıyor ama öykü kendi içinde inandırıcılık açısından o kadar defo barındırıyor ki, hele finalde gelinen nokta, filmin adeta kendi kendisini inkâr etmesine neden oluyor. Sessizliğin yaşamak için tek kriter olduğu bir ortamda yeni bir çocuk isteği de film boyunca yanıtını bulamadığımız bir mesele olarak duruyor. Daha önce kaybettikleri çocuklarının hatırasına mı böyle bir hamleye soyunuyorlar, anlaşılmıyor. Üstelik aile, “Böyle bir dünyaya çocuk getirmek istemiyorum”un gerçekten de karşılığının olduğu bir ortamda hayatını sürdürüyor... Öte yandan sessizliği bozma adına öykü boyunca sahaya sürülen istem dışı olayların birçoğu da fazlasıyla zorlama (dolayısıyla birçok sahne ‘Seyirciyi gereyim’ derken pek de germiyor). Ayrıca hikâyenin kilit noktalarından birini, Tim Burton’ın ‘Mars Attacks’ı daha zekice ve esprili bir şekilde hallediyordu.

Haberin Devamı

Kimi kadrajları itibariyle ‘Alien’ ve ‘Dünyalar Savaşı’nı fazlasıyla çağrıştıran ‘Sessiz Bir Yer’in metaforik anlamda bir değerinin olduğunun altı çizilebilir: Sesini yükselten toplumlardan hoşlanmayanlar için ilham kaynağı olması...

Bu arada ailenin kutsanmasında ya da göklere çıkarılmasında bir problem yok ama işin içinde Amerikan sineması olunca kameranın ayarı kayıyor.

Oysa bu dünya hepimize yeter...

Yıl 1892... ‘Vahşi Batı’nın kuralları, yerini oturmuş bir devlet yapısına bırakırken kader, eski hesapları birikmiş iki düşmanı aynı yolculuğun parçası haline getirir. Devlet, bir zamanlar kendisine karşı mücadele eden Cheyenne şefi Sarı Şahin’in doğduğu topraklara geri dönmesine izin verir. Çünkü artık ölmek üzeredir. Yolculuğun sorumluluğu ise Yüzbaşı Joseph J. Blocker’da olacaktır. Zamanında en yakın arkadaşlarını Kızılderililerin yok ettiği yüzbaşı, başta görevi kabul etmese de dayatılan koşullarla bu yolculuğa çıkacaktır...

Haberin Devamı

Sessizlik lütfen...

‘Vahşiler’ (‘Hostiles’), sinema serüvenini uzun süre oyuncu olarak sürdüren, daha sonra da kamera arkasına geçen Scott Cooper’ın imzasını taşıyor. Yönetmenlik kariyerine Jeff Bridges’e ‘En İyi Erkek Oyuncu’da Oscar getiren ‘Çılgın Kalp’le (‘Crazy Heart’) başlayan Cooper, ‘Vahşiler’de modernist bir western hikâyesi anlatırken hem muazzam bir atmosfer kuruyor hem de insanın insana zulmünün (bazılarımız buna ‘ırkçılık’ da diyor) tarihsel hatırlatmalarından birine soyunuyor. Öykü ise uzak ve yakın geçmişin acılarıyla yeterince nefretle dolmuş karakterlerin (buna kocası ve çocukları Komançiler tarafından katledilen Rosalie Quaid de dahil), bir noktadan sonra iç hesaplaşmaya girmeleri ve uzlaşma durumunda kalmaları gibi noktalardan beslenerek ilerliyor. Özellikle Christian Bale’in sürüklediği ‘Vahşiler’ (ki başta ‘Posta Arabası’ olmak üzere genel olarak ‘John Ford filmleri’ havasında),
sayısal açıdan bereketli haftanın kayda değer seçeneklerinden.

 

Haberin Devamı

Kaç kere söyledik, oynamayın şu genlerle...

Frankenstein’dan beri aynı meselenin etrafında dönüp duruyoruz. Ne zaman genetik kodlarımızla oynanmaya kalkışılsa sonuçlar kötü oluyor. Haftanın yenilerinden ‘Rampage: Büyük Yıkım’ (ki ilham kaynağı bir ‘bilgisayar oyunu’) benzer sularda yüzen bir film. DNA üzerinden araştırmaya soyunan ama bunu servetine servet katmak için yapan bir şirketin uzay istasyonundaki patlamanın artçıları, dünyaya yansır. Yeryüzüne düşen parçalar bir orangutanın ve kurdun büyümesine ve ortalığın karışmasına neden olur.

Sessizlik lütfen...

Vakti zamanında ‘George’ adlı orangutanı kaçak avcıların elinden kurtaran ve ona işaret dilini öğreten primatolog Davis Okeye, duruma el koyar ve koca Chicago’yu cehenneme çeviren yaratıklara karşı mücadeleye soyunur.

Daha önce de bir başta felaket filmini, ‘San Andreas Fayı’nı yöneten Brad Peyton imzalı ‘Rampage: Büyük Yıkım’, formülleri uygulayan, öykü ve anlatım açısından sırtını klişelere dayayan bir yapım. Ama görsel efektleri gayet iyi, inandırıcı ve kendisini izleten türden.

George da kendi çapında bir King Kong olarak yeterince sevimli. Bütün bunlar yetiyorsa salona alalım sizi... 

Taş Devri’nde iki devre...

İngilizler futbolu nasıl icat etmiş olabilir? ‘Taş Devri Firarda’ (‘Early Man’) bu konuya açıklık getiriyor! ‘Tavuklar Firarda’ ve ‘Wallace ve Gromit Yaramaz Tavşana Karşı’ gibi popüler ‘stop-motion’ animasyonların yönetmeni Nick Park’ın imzasını taşıyan yapım, gökten düşen bir meteorun soğuyup futbol topuna dönüşmesiyle açılıyor. Ardından da ‘Taş Devri’ni yaşayan bir grupla ‘Bronz Çağı’na geçmiş ve kapitalizm, rant, ‘endüstriyel futbol’ gibi sömürü kavramlarıyla tanışmış bir topluluk arasındaki bir meselenin (daha uygar görünümlüler, daha alt kültürde gördüklerinin vadilerine, maden bulma adına göz dikiyor) ‘güzel oyun’ sayesinde çözülmesini izliyoruz.

Sessizlik lütfen...

‘Taş Devri’ ekibinin genç Dug’ı, tesadüfen keşfettiği futbolu, cemaatine öğreterek yıldızlar topluluğundan oluşan ‘Real Bronzino’ karşısına dikiliyor ve bir anlamda, Lord Nooth’un kurduğu kötücül düzeni yıkmak için 90 dakika mücadeleye soyunuyor.

Öykü çatısı olarak ‘Cehennemde İki Devre’yi ama daha popüler olduğu için de asıl olarak ‘Zafere Kaçış’ı andıran, dönem itibariyle de kimi bölümleriyle ‘A.R.O.G.’u da çağrıştıran ‘Taş Devri Firarda’, belki Nick Park’ın önceki yapıtları seviyesinde değil ama sevimli ve kimi esprileri itibariyle de çekici bir film. ‘İngiliz humoru’yla bezeli yapım, bu sezon Premier Lig’de muhtemelen ilk iki sırayı alacak olan City ve United’a ithafen olsa gerek, öykünün geçtiği coğrafyayı da ‘Manchester yakınlarında bir yer’ (oysa bu sezon Avrupa’da fırtına gibi esen Jürgen Klopp’un Liverpool’u ama neyse!) olarak tarif etmiş.    

Sessizlik lütfen...

İki buçuk yıldız ‘Arada’ kaldım, ben arada…

Arada

Yönetmen: Mu Tunç

Oyuncular: Burak Deniz, Büşra Develi, Eriş Akman, Deniz Celiloğlu, Selim Bayraktar, Ceren Moray, Seda Akman

Türkiye yapımı

90’lı yıllar… İlgilendikleri, yaptıkları müziklerin, sevdikleri sanatçıların bu coğrafyanın değerleri ve kökleriyle uyuşmadığına inanan ve çözümü ‘dışarıda’, kendilerince ‘vaat edilmiş topraklar’ olduğuna inandıkları yerlerde arayan gençler… Dönemleri itibariyle zaten öfkeliler, bir de hayat ve değerler üstlerine gelmekte.

Mu Tunç imzalı ‘Arada’, böylesi bir topluluk içinde Ozan’ın hikâyesine yoğunlaşıyor. İlkelerine ve doğrularına bağlı olduğu için tutunamamış bir Türk Sanat Müziği sanatçısının oğlu olan Ozan, müzikal köklere sahip çıkılmasına gerektiğine inanan ve dükkânında kaset, plak vs. satan arkadaşı Deniz’in, doğum gününde ona hediye olarak vermek istediği biletin (ki böylelikle Kaliforniya’ya gidebilecektir) peşine düşüyor. Ve kız arkadaşı Lara’yla sonu belirsiz bir serüvene atılıyor…

Fikirler güzeldir, özellikle de kâğıt üzerinde... Ama işin içinde sinema olunca, edebiyattan farklı olarak başka bir anlatım biçimine de ihtiyaç hâsıl olur. ‘Arada’, ‘Ya sev ya terket’ mantığının ortasında rotasını arayan gençlerin öyküsünü doğru noktalardan anlatma derdinde ama bunu sinematografik olarak başardığı söylenemez. Oyunculuklar da bazen iyi (bu arada en iyi tipleme ‘Elazığlı korsan taksici’ olmuş) bazen de çok amatörce. Ama nihayetinde şunu söylemek mümkün: Sinemamızın çeşitliğe ve farklı fikirleri ihtiyacı var. Bu açıdan bu tür çabalara soyunmak gerekiyor; ilk vuruşta top ağlarla buluşmasa da…

Diğer seçenekler

Sebastian Lelio imzalı ‘Fantastik Kadın’ın (‘Una mujer fantastica’) kadrosunda Daniela Vega, Francisco Reyes, Luis Gnecco ve Aline Küppenheim var. Deniz ve Zaim Güvenç’in birlikte yönettikleri ‘Eğreti Gelin: Ladik’te başrolleri Yeşim Salkım, Sevinç Meşe ve İlkay Kayku paylaşıyor. Kadrosunda Stanislav Duzhnikov, Christina Brodskaya ve Alexander Korshunov gibi isimlerin yer aldığı ‘Zamanın Sınırında’yı (‘Rubezh’) Dmitry Tyurin yönetmiş. Haftanın yerli komedisi ‘Oflu Hoca Trakya’da’ Adem Kılıç imzasını taşıyor, oyuncular Çetin Altay, Gökhan Yıkılkan, Gülhan Tekin ve
Ececan Gümeci. ‘Kardeşim İçin Dera’nın başrollerinde ise İlker Kızmaz, Cem Uçan, Berna Koraltürk gibi isimler var, yönetmen Murat Onbul.

Sessizlik lütfen...
 

 

 

Yazarın Tüm Yazıları