Bitmeyen özlem

Eskiye olan özlemin nedenini hiç düşündünüz mü?

Haberin Devamı

Nasıl bu kadar özlüyoruz o zamanları, o dükkanı, o tadı, o bayramı?

 

Peki neyi özlüyoruz gerçekte?

 

Çocukken bize öğretilen, ailemizin bize aktardığı tatları, bizim alıştığımız ortam içinde var olan herşeyi…

 

Bize aidiyet duygusu veren herşeyi.

 

Bir zamana, bir kişiye, bir ortama ait olduğumuz o anı…

 

Sizin ilk şeker anınız ne, bir saniye düşünün.

 

Benimki uçuk yeşil renkli bir fondan, sadece bayramlarda evimizde olan, misafir gelecek diye alınıp, uzanamayalım diye büfenin üstüne konulan, nefis el emeği renkli şekerlik içinde duran, o fondan.

 

Haberin Devamı

Tadı geliyor damağıma bu satırları yazarken. O an, o ev, evin kokusu, büfenin üzerindeki ipek, ucu işli örtü, arkasındaki kocaman ayna, büfenin solundaki artık süs niyetine kullanılan gaz lambası, hatta kendimi bile görüyorum o anda.

 

Bundan ben diyeyim beş siz diyin altı sene önce aynı fondana rastladım ve çığlık çığlığa, o sevincimle, hemen bir tane alıp evirip çevirip koklayıp ağzıma attım. Ne mi oldu? Hiç. Aa dedim, tadı değişmiş.

 

Aslında tadı değildi değişen, diğer her şeydi. O ev, o an, o büfe yoktu artık. Fondan bana yavan gelmişti ama benim aradığım tat değildi, o tadın bağlı olduğu diğer her şeydi. Hiçbiri yok artık.


Herkesin anısı ayrı değer taşır.
Akide şekeri, ilkokuldaki çocuklara sorsak hiç yediniz mi diye, veya orta okuldaki, hatta lisedeki? Eğer aileleri onları akide şekeri ile tanıştırmadıysa, cevapları hayır olacaktır.   Aileleri onları ellerinden tutup akide yapan şekerlemeciye götürmediyse, nereden bilecekler ki… Suçlayabilir misiniz o zaman o çocukları, diyebilir misiniz hiçbir şey bilmiyorsunuz, değerlerimizi bilmiyorsunuz?

 

Haberin Devamı

Onların anılarında, değerlerinde abur cubur ve çikolata varsa, onları suçlayabilir misiniz? Annesi ona bir gofret aldıysa, renkli paketinde ışıl ışıl parlayan o gofreti elinde sıkı sıkı tuttuysa o çocuk ve yiyene kadar eridiyse o gofretin çikolata kaplaması. O çocuğun ilk anısı, annesinin ona o süpermarketten aldığı o rengarenk paketli tatlı şeyin tadını, o çocuk unutur mu?

 

Ben de o şekercinin kapısını açtığımdaki kokuyu unutamam. İlk yediğim akide şekerinin de uçuk pembe renkte olduğunu, opak ve hafif parlak.

 

Sizin değerliniz ile onun değerlisi bir değil ise, kimin tatlısı daha değerli diye yarışa girebilir misiniz? Kazananı olur mu bu yarışın? Hayır.

 

Haberin Devamı

İstanbul gibi büyük göç alan, almaya devam eden şehirlerin ortak kaderi belki de onları değerli kılan öğeleri kaybetmeleri, kah artık onları hatırlamayanlar yüzünden, kah onu devam ettirecek jenerasyonun olmamasından, kah şehre gelenlerin nasıl bir kültüre geldiklerini bilmemeleri yüzünden.

 

Ne kendi kültürlerine değerlerine sahip, ne de göç ettikleri şehrin kültürüne hakim.

 

İstanbulun, Boğazın, erguvanın, bostanların, lüferin, vapurun, sabah deniz kenarında yürümenin değerini kim biliyor, kim arıyor yokluğunda onları?

 

Onları İstanbul diye tanıyan, İstanbulu onlarsız düşünemeyen, onlarla doğup büyüyenler. Onların, kent kültürünün bir parçası, hatta kalbi olduğunu bilenler.

 

Haberin Devamı

O kentliler, eğer bu değerleri gelecek nesile aktarıyor ise, yeni nesil de bu kültürü devam ettiriyor, onu kaybetmemek için elinden geleni yapıyor.

 

Tıpkı, akide şekeri almak için hala o şekerciye gidenler gibi. O kapıyı açtıklarında, o kokuyu içlerine çekip, o ana gidebilmek gibi.

 

Eğer o nesil yok olup giderken, kentin ruhunu da yanlarında götürüyorlarsa, kent de dört duvar ve asfalttan ibaret kalıkalıveriyor.

 

Göç alan şehir ne kadar etkileniyorsa, göç veren şehir de o kadar etkileniyor. Herkes her yere gidip, kendi kültüründen de bir parça götürünce, o değeri bulmak da, eskinin üzerine onu devam ettirecek yeniyi yapılandırmak da zor oluyor.

 

Ve herkes o özlemi duymaya devam ediyor, kendisini ait hissettiği o ana, o şekere, o yemeğe, o sofraya, o kokuya…


İLLA Kİ!
Hep diyorum ya kitapsız olmaz diye, bu sefer de kitapçım! Homer Kitabevi.

 

Haberin Devamı

Homer Kitabevi ile 18 sene önce tanıştım, hatta ilk aldığım kitabı bile hatırlıyorum, The Cambridge World History of Food, iki koca cilt, eve nasıl götürmüştüm, işte onu hatırlamıyorum!

 

Yıllar içince hem Ayşen Boylu, hem de tüm Homer ekibiyle arkadaş dost olduk, kitap, sohbet, paylaşımlar ile geçen keyifli zamanlar üzerinden.

 

Geçen aylarda ise kendi binalarına geçip, bence İstanbul’un en güzel kitapçısı oldular. O kocaman yeşil kapıdan girince tam karşınızda İstanbul’daki en iyi seçimlerle dolu çocuk kitabı bölümü ile karşılaşıyorsunuz, Homerkids.

 

Merdivenlerden çıkınca ara katta ağırlıklı olarak İngilizce ve Türkçe romanlar, İstanbul bölümü bulunuyor, bir üst kat ise, cumbalı kat, benim en sevdiğim. Arkeoloji, tarih, sosyal bilimler sanat, fotoğraf, yemek ne ararsanız o cumbalı katta! Ortadaki kocaman masa beğendiğiniz kitaplara bakmak için biçilmiş kaftan.

 

Homer’in yayınevi bölümünde basılan arkeoloji ve eski çağ tarihi kitapları ise hem arkeoloji hem tarih severlere, hem de öğrencilere, öğretmenlere referans kitapları olmaya devam ediyor.

 

Şimdi raflarıma bakıyorum da, referans kitaplarımın hemen hemen hepsini Homer’den almışım. Ben uzun uzun araştırır, listeler yapar mail yollardım, Ayşen de sağolsun onları bana sipariş ederdi, neler yok ki, Reaktion Books, Prospect Books, The British Museum Press, Tauris, Routledge, Colombia UP, Wiley, University of California Press, kimler kimler…

 

Şimdilerde ise kendi kitaplarımın yanısıra oğlanın kitaplarını Homer’den alıyorum, kıskanıyourm bazen hem de onun kitaplarını!

 

Homer’e yolunuz düşmediyse, hala tanışmadıysanız, tanışın, vazgeçemeyeceksiniz!

 

Yeni Çarşı Caddesi No:52, Galatasaray Lisesi’nde aşağı salınırken sağdaki o büyük yeşil kapılı, cumbalı bina.

 

Yazarın Tüm Yazıları