Kaç çocuk?

DOĞUM kontrolü ya da aile planlaması kavramları Türkiye’de en çok 1960’lar ve 70’lerde konuşuldu; devlet bu yolda politikalar geliştirdi.

Haberin Devamı

Bunu yapanlar neslimizi kurutmak isteyen hainler miydi?
Tarih laboratuvarına bir bakalım.
Cumhuriyet “ıssız Anadolu”da kuruldu. 11-12 milyon nüfus... 1912’den beri devam eden savaş yüzünden bu nüfusun 1 milyonu sakattı. Sıtma gibi hastalıklar yaygındı. Toprağı işleyecek nüfus yoktu. Atatürk ve İnönü nüfus artışını bütün güçleriyle teşvik ettiler; Müslüman olmaları şartıyla göç taleplerinin hepsine kapılarımızı açtılar.
Elbette doğruydu bu politikalar.

AİLE PLANLAMASI

İkinci Dünya Savaşı yıllarında yüzde 1’e düşen nüfus artışımız, 1950’den itibaren sağlık hizmetlerinin de gelişmesiyle hızlandı, 1960 yılında yüzde 3’e ulaştı! Artık nüfus yokluğu değil, okutup meslek sahibi yapamadığımız nüfusun çokluğu problemdi.
Almanyalara niye yüz binleri göndermiştik?
Dünya kalkınma literatüründeki eğilim de fert başına gelir ve kalkınma hızını artırmak için aile planlaması yapmaktı. Gelişmiş ülkeler iyi bir örnekti; nüfusları istikrara kavuşmuştu, nüfus artmıyor fakat kalitesi ve üretkenliği yükseliyordu.
Bugünkü “nüfusun yaşlanması” korkusu o zaman dünyada da bilinmiyordu.
Onun için doğurgan kesimlere dönük aile planlaması çalışmaları yapıldı. O devlet adamlarına hain denilemez.

İRAN TECRÜBESİ

Şah zamanında ailelerde ortalama çocuk sayısı 6’ya çıkmıştı! Şah, aile planlaması uyguladı. 1979 devriminde Humeyni daha çok çocuk yapılması için fetva yayınladı. Zira 1988’e kadar Irak’la kanlı bir savaş yaşanmış, nüfus artışı yüzde 1’e düşmüştü.
Savaş bitince “baby boom” denilen bebek patlaması, hızlı nüfus artışı oldu. Humeyni doğurganlığı tartışmaya açtı! Ulema “aile planlaması” için fetva yayınladı. Doğum kontrol metotları devlet tarafından desteklendi. 2009 yılında BM, “aile planlamasında en başarılı ülke” olarak İran’ı kutladı.
Ailedeki ortalama çocuk sayısı 2’ye düşmüştü!
2011’den itibaren tekrar nüfus artırma politikasına döndüler. Sloganları “2050 yılında 150 milyon nüfuslu İran!” Hayal tabii.

LOKOMOTİF NÜFUS

Nüfus konusunda devlet politikalarının etkisi son derece sınırlıdır. Eğitim ve sağlık hizmetlerinin gelişmesi ve şehirleşmenin ilk aşamasında nüfus patlaması oluyor. Sonra bilhassa kadının okuyup iş hayatına girmesiyle nüfus artışı yavaşlıyor.
Türkiye’nin geçmişteki nüfus politikaları, uygulandıkları dönemler itibariyle doğrudur.
Bugün Türkiye şöyle bir sorunla karşı karşıyadır: Kalkınmaya lokomotiflik eden eğitimli ve iktisaden üretken kesimlerde doğurganlık negatife inmiştir. Gelecek on yıllarda Türkiye’nin yaşlanma tehlikesi vardır. Bu endişesinde Cumhurbaşkanı Erdoğan elbette haklıdır. Devletin bilhassa çalışan kadınlara gebelik ve doğum için avantajlar getirmesi isabetlidir.

SORUNLU ÇOCUKLAR

Fakat düşük eğitimli ve yoksul kesimlerde doğurganlık yüksektir! Türkiye’de artan “çocuk sorunları”nın sosyolojik kaynağı budur.
Semiha Şakir Vakfı’nın bulgularına göre, suç işleyen çocukların yüzde 80’i varoş kökenli... Düşük eğitimli, yoksul ve aile içi şiddet ortamında yetişen çocuklar şiddete eğilimli oluyor. (Hürriyet 14 Şubat 2014)
Bunların daha fazla doğurgan olması, o çocuklara da büyük bir haksızlıktır.
Fikret’in feryadını hatırlayalım:
“Ey kimsesiz âvâre çocuklar...
Hele sizler, hele sizler!”
Netice: Nüfus politikalarına genellemeci değil, analitik bakmak lazım.
Farklı görüşleri, tarihin değişik şartlarındaki politikaları “ihanet”le suçlamak çok yanlıştır. Farklı görüşler olmasa, herhangi bir konuya farklı açılardan nasıl bakabiliriz?

Yazarın Tüm Yazıları