Atatürk tarafsız mıydı?

 ATATÜRK elbette taraflıydı, hem cumhurbaşkanıydı hem partisinin başkanıydı.

Haberin Devamı

Partisi de ‘Tek Parti’ydi. Milletvekillerini de Atatürk ve İnönü belirlerdi.

Dahası, önemli siyasi davalarda İstiklal Mahkemelerini yönlendirmişti.

Normal hukuk düzeni değildi, “ihtilal hukuku” dönemiydi; “kuvvetler birliği” ilkesi ve “parti devleti” modeli geçerliydi.

Cumhurbaşkanı Erdoğan, “Biz Yavuz Sultan Selim Köprüsü’nden şunlar geçer, bunlar geçemez diyor muyuz? Bizde tarafsızlığın daniskası var” diyor ya, “Parti devleti”nde de “demir ağlardan şunlar yararlanır, bunlar yararlanamaz” denilmedi. Verem, sıtma ve trahomla mücadelede ayırımsız bütün vatandaşlara ulaşılmaya çalışıldı.


NASIL BİR CUMHURİYET?
Zaferden hemen sonra başlayan tartışmalarda cumhuriyet konusunda görüş birliği vardı.

Tartışma konusu, cumhurbaşkanının yetkileri ve rejimin çok partili olup olmamasıydı.

Gazi ve çevresi kuvvetler birliğini, Tek Parti rejimini ve cumhurbaşkanının çok yetkili olmasını savunuyordu.

Muhalifler ise, Fransız cumhuriyetini örnek göstererek cumhurbaşkanının partisiz olmasını ve çok partili hayata geçilmesini savunuyordu. Sadece Karabekir ve Rauf Bey gibi muhalifler değil, Ahmet Emin Yalman, laikliği ve cumhuriyeti Atatürk’ten önce savunan Hüseyin Cahit gibi aydınlar da bu görüşteydi.

Hüseyin Cahit’in 6 Ekim 1922 günlü Renin gazetesindeki yazısından bir bölüm:

“Tek bir adamın dehasına bir millet meclisinin kusurları elbette tercih edilir. Çünkü memlekette ilanihaye devam edecek bir idare usulü kurmaya vakf-ı emel eylemeliyiz. Şahsi kabiliyetlerine istinad ederek bir milleti idare edecek dâhiler her zaman çıkmaz. Bir memlekete her zaman istinadgah olacak kuvvet ancak milli bir meclis olabilir.”

Ahmet Emin Yalman da 1971’de yayınladığı anılarında 1920’ler için bu görüşü savunur.


İHTİLAL’DEN KANUN’A
Şöyle olmalıydı, böyle olmalıydı diye bugün tartışmak, spekülasyondan öteye gitmez. 1920’ler Türkiye’sinde parti deyince akla gelen, İttihatçı-İtilafçı kavgasıydı. Gazi “Halkı kendi haline bırakırsak bir adım ileri gidemeyiz” diyordu; inkılaplar otoriter rejimde yapıldı.

Dünyada da otoriter rejimlere gidiş vardı; o rejimlerin akıbeti henüz görülmemişti. Otoriter rejimlerden etkilenildi ama yine de Batı Avrupalı demokrasiler uzun vadeli amaç olarak benimsendi. Atatürk, CHP’yi Avrupalı demokratik partilerin birliğine üye yaptırdı...

Kuvvetler denetlenip dengelenmediği için, 1938’deki Dersim harekâtı gibi trajik uygulamalar da oldu...

Benim “Atatürk’ün İhtilal Hukuku” adlı kitabımda bu konularda ayrıntılar vardır. İsmet İnönü de 1947’de dostu Faik Ahmet Barutçu’ya o dönemi “ihtilal devri” olarak nitelemiş, demokrasiye geçişi ise “kanun devrine geçiş” olarak adlandırmıştı.


BAŞARININ YOLU
Bugün kavram “hukuk devleti”dir, gücün hukukla sınırlanmasıdır...

Tek Parti devri hakkındaki kanaatimiz ne olursa olsun, zamanımızda Türkiye’nin benimseyeceği model Atatürk-İnönü döneminin rejimi olamaz.

Geleceğimizi düşünürken gelişmiş demokrasilerin sistemlerine bakmalıyız.

Tarihe ise Koçi Bey’den bu yana kurumlaşma, hukukun üstünlüğü ve modernleşme aşamaları olarak bakmalıyız.

Aslında dünya tarihinin gelişimi de böyledir.

Çağımızda ekonomi ve toplumsal yapılar fevkalade karmaşık ve daha dinamik hale geldiği için ve artık kitleler eğitimli olduğu için aşırı merkeziyetçi ve hiyerarşik sistemler başarılı olamıyor.

Çağımızda bütün milletler için başarının yolu çoğulcu demokrasidir, kuvvetler ayrılığı ve hukukun üstünlüğüdür, denetim ve dengedir.

İsterseniz başarmış ülkelerin sistemlerine bir bakın.

Yazarın Tüm Yazıları