Sol hümanizma hasreti

FUKUYAMA “tarihin sonu” diyerek son noktayı koymuştu.

Haberin Devamı

 Vicdanlı olmayı kendimize yasaklamıştık.

Romantik addedilmek istemiyorduk.
Kapitalizmin rasyonel soğukluğu solculuğumuzu hakir görüyordu.
Paylaşıma müdahaleye “verimsizlik” diye burun kıvıranlara ses çıkartamıyorduk...
Ama gördük ki, hayat onların vaat ettiği gibi yaşanmıyor.
Acımasız muktedirler düzeninde, diplerde kalıp boğuluyor insanlığımız.
Duygularımız, düşüncelerimiz, özgür nefeslerimiz kaale alınmıyor, değersizleştiriliyor...
İşte, bu sebepten solcu kimliği ile Selahattin Demirtaş’ın söylemleri bizim gibilere iyi geliyor.
O bize unuttuğumuz zamanları hatırlatıyor.
Hani gönül gözümüz açılıyor, kalbimizden beslenen bir aydınlık, bir umut, tüm insanlığa yayılıyor.
En önde gelen ihtiyacımız “doğru ve iyi insanlar” olabilmek.
Bunu temin edemezsek, ne milli gelirin artması ne de dini-milli kimliklerin bekası bir anlam taşıyor.
Özellikle 1980’lerden sonra çok yorulduk.
Manipüle bir modele göre koşuşturmanın her şeyden önemli olduğuna iman ettik.
Hakkımızın, diğerinin hakkına “basmaktan” geçtiğine inandık.
Birbirimizi sevmemeye koşullandık.
Refahla mutluluğu aynı şey zannettik...
Şimdilerde öylesine uzaklaşmış durumdayız ki, kendimizden.
Ötekine nefretimiz üzerinden tanımlar hale getirdik mevcudiyetimizi, geleceğimizi, hayallerimizi.
Hani Nazım’ın, “Bugün beni ilk defa güneşe çıkardılar” diye başlayan şiirinde,
“Bu anda ne kavga, ne hürriyet, ne karım.
Toprak, güneş ve ben...
Bahtiyarım...”
Demesi gibi, “önce insan” olmanın haysiyetini, yumuşaklığını, dinlendirici huzurunu hissetmek her şeyden anlamlı hale geldi.

-----

Ortamı yumuşatın

Haberin Devamı

MUTEBER iş insanını tanımlarken en değerli kriter “borcuna ne ölçüde sadık” olduğudur.
Çalkantılı durumlarda “sağlam duruş” sahibine her zaman ticari yarar üretir.
Ancak, bu tutumun sürdürülebilir olması için “hukuk nizamı”nın problemsiz işlemesi gerekir.
Aksi halde, iyi niyetten bağımsız “ekonomik zincir” kopar ve sistem herkes için çöker.
Son dönemlerde bahse konu “hukuk”a ilişkin tereddütler çoğalmaya başladı.
Yüksek adalet standartlarından söz etmiyoruz.
Gördüğümüz, ülkenin aşırı kutuplaşmanın yarattığı tedirginlik yüzünden “tüccar duruşunda” zafiyetler yaşanabileceği.
Seçim sonuçları maalesef huzur vaat etmiyor.
Ekonomiye güven, hele hele son döviz atağından sonra daha da azalmış durumda.
İnsanlarda giderek bir “topa basma” ve sonrasına yönelik “tedbirlenme” anlayışı yaygınlaşmaya başlıyor.
Bilmiyoruz, siyaset durumun farkında mı?
Ama iş dünyasından başlayacak bir kilitlenme, başka hiçbir şeye benzemez, etkileri tahrip edici olur.

-----

Aziz Yıldırım sembol başkandır

Haberin Devamı

AZİZ Yıldırım mı, Ali Koç mu?
Fenerbahçeli değiliz.
Üstelik Aziz Yıldırım’a geçmişte çok kızanlardanız.
Onun ve ekibindeki bazı kişilerin futbola gerilim yüklemesinden şikayet ederdik.
Hele 3 Temmuz’da “Şikeci” olduğuna inanmış, eleştirilerimizi insafsız boyutlara taşımıştık.
Ama bu kişinin bir kumpas kurbanı olduğunu, Fenerbahçe’yi korumak uğruna hapislerde yattığını, hep birlikte yaşadık.
O, kim ne derse desin büyük bir Fenerbahçe’lidir.
Ve Türk futbolu için bedel ödemişlikten kaynaklanan öylesine bir ağırlığı vardır ki, kendi isteği ile çekilmediği müddetçe Fenerbahçe’nin başkanlık koltuğu onun olmalıdır.
Vefa da vicdan da bunu gerektirir.
Ali Koç’un çok değerli bir seçenek olması bu durumu değiştirmemelidir.
Aziz Yıldırım, seçim kaybederek başkanlıktan tasfiye edilen bir kişi konumuna düşürmek bir Galatasaraylı’nın bile içini acıtır.
Ötesi Fenerbahçe kongre üyelerinin bileceği bir iştir.

Yazarın Tüm Yazıları