DERİN BEKACI

TÜRKİYE Cumhuriyeti’nin mayasında Batı dünyasına karşı verilen bağımsızlık mücadelesi vardır.

Haberin Devamı


Bu yönü itibariyle kurucu felsefemizin karakteri “anti emperyalist”tir.
Beri yandan, ideolojik olarak “laik tabanlı pozitivizm” benimsendiği için aynı zamanda yüzümüz 1830’lardan beri Batı’ya dönüktür.
İşte bu karışık duruşu, onu siyasi planda temsil eden CHP’nin gelgitlerinde de gözleyebilirsiniz.
Mesela CHP, Avrupa Birliği konusunda bile hep bir temkin içindedir.
Aynı CHP başta Kürtler olmak üzere etnik ve muhafazakar kimliklerin sorunlarına “buzlu camın” arkasından bakar.
Ama yeri gelir gerçek manada sosyal demokrat bir parti olmaya özenir.
Sözü, son günlerin en güncel mevzusuna getirmek istiyoruz.
“Beka” denilen duyarlılık, esasında en az Cumhur İttifakı kadar CHP’nin de önemsediği bir genetik mirastır.
Kemal Kılıçdaroğlu, neden kritik hususlarda sert muhalefet yapmıyor sorusunun saklı izahı burada yatar.
Bugün “Beka” denilen kavram “Avrasyacı” denilen, ama esasında ittihatçı (Enverci) bir anlayış üzerinden omurgalanan bir tutumdur.
Beka denilince, etrafına güvenmeyen, kuşkucu, milliyetçi, uyumlu olmaya çalışmayan, refah uğruna taviz vermek istemeyen, yarı kapalı bir politik tutum anlaşılır.
Beka, onu savunanlarca milli duruştur. Varlık–yokluk sebebi olarak algılanır. Ülke içindeki muhalefete müsamahasızdır ve katı anlayışını “Kırmızı Kitap”la somutlaştırılır.
CHP bu anlamıyla “derin Bekacı”dır.
Bağlı olarak, mevcut iktidarın icraatlarına dair sanki “zımni mutabakat” ve “gölge destek”, onun tarihsel tutumun gereğidir.
Şaşıranlar ve hayret edenler için bu saptamayı yapma ihtiyacı hissettik.

-----

Nurettin Soyer

Haberin Devamı

1970’lerde genç insanlar memleket meselelerine aşırı duyarlıydılar.
Hani “Ülkücü” de deseniz, “Devrimci” de deseniz fakir halk kitlelerinin “doğru bildiği” uğruna ölümü bile göze alan insanlarıydı bunlar.
Faşist, komünist diyerek bir birlerinin gözünü oyarken, o çok sevdikleri ülkelerine bu acımasızlıklarının ne ölçüde yarar sağladığını nedense hesaba katmazlardı.
İşin enteresanı toplumun münevverleri de bahse konu sağ–sol kamplaşmasının içindeydiler.
Nurettin Soyer de hatırladığım, sol duruşlu bir asker hukuk insanı idi.
1970’li yılların başlarında Güzelyalı Hava Lojmanları’nda subay çocuklarını etrafına toplayıp, her pazar öğlen vaktine kadar bizlerle maç yapan ve hepimizin çok sevdiği bir büyüğümüzdü.
Sevgili Tunç, o zamanlarda bile daha ziyade sanatsal konulara ilgiliydi.
Bakın, yaklaşık 40-50 yıl öncesinden söz ediyoruz.
O devirlerde “sol” tüm dünyada yükselen değerdi.
Hümanist, kapsayıcı, paylaşımcı olma iddiasındaydı.
Tabii ki, Ülkücüler de idealisti.
Tabii ki, bir tarafın diğerini “öcü” gibi görmesi yanlıştı.
Ama o Türkiye, o zaman öyle bir Türkiye idi.
İnsanlar ne yaparlarsa inandıkları için, samimi duygularla, hesapsız yapıyorlardı.
Herkes vatanseverdi.
Nurettin Soyer de sol vicdanlı bir subaydı.
Onu yakından tanıyanlar yurtsever karakterine dair hakkını teslim ederler.
O dönemin politik ikliminde, üstelik ihtilal savcısı olarak görevlendirilen birisinin “iyi anılması” zaten eşyanın tabiatına aykırıdır.
Oysa, mesele kişiden ziyade, pozisyonla ilgili bir durumdur.
Yanlış olan savunulmaması gereken “darbe”lerdir.
Yine bir o kadar da ülkeyi darbelere sürükleyen cinnet ruh halimizdir.
Diyeceğimiz, o dönemler acılı yıllardı.
Herkesin özeleştiriye ihtiyacı var.
Hani, “suçsuz olan ilk taşı atsın” dense, Nurettin Soyer zaten bu denli konuşulmazdı.

Yazarın Tüm Yazıları