İlle de Roman olsun, ister çamurdan olsun...

Ben küçükken Kibariye'nin meşhur 'İlle de Roman olsun' şarkısı gibi bir çocuktum. Kırmızıyı severdim ve etsiz yemek yemezdim.

Haberin Devamı

Annem çalıştığı için ilkokul 4'e kadar gündüzleri babaannemlerde kalıyordum. (Anneanne/Babaanne elinde büyümüş tüm çalışan anne çocuklarına selam ederim!) Ben hatırlamıyorum ama annemin dediğine göre, 3-4 yaşlarındayken evde sebze olan günler öğle yemeği vakti yaklaşınca babaannem "Çocuğun yemeği yok" diyerek dedemi kasaba gönderir, benim için taze et aldırırmış. Herkese kereviz bana köfte, oley!

Aslına bakılırsa kendini en iyi anne sütünün dışında besinler almaya başlayan bebelere yapılan kemik suyuna çorbalarda gösteren "çocuk gelişiminde proteinin olmazsa olmazlığı" felsefesinin ailemizin geneline sirayet etmiş olduğunu söylemek de mümkün. Mesela ben yine aşağı yukarı aynı yaşlardayken, teyzem köfte yaparken birkaç tanesinin içine fındıklar gömer, sonra da bunları ben ve kuzenlerimin tabaklarına koyup 'fındığı önce kim bulacak' yarışı yaptırırdı. Maksat iştahla yiyelim... (Benim pek ihtiyacım yoktu çok şükür ama kuzenlerin o zamanlar biraz çelimsiz oldukları ve ufak bir desteğe ihtiyaç duydukları doğrudur.)

Haberin Devamı

Köftedeki fındığa kanmayacak kadar büyüdüğüm zamanlardan hatırladığım sebze olarak ıspanak, taze fasulye ve bezelye (o da ne kadar sebzeyse) yiyordum ancak. Özel yemek yapılacak yaşı da geçtiğimden pilavlar, makarnalar, börekler gözbebeğim oldu. (Şişmanlamaya başladığım zamanlar da buna denk gelir sanırım.)

Büyüdükçe elbette sebze yemeye de başladım, hatta bazı sebze yemeklerini çok sevdiğimi de söyleyebilirdim. Ama yine de yediğim sebzelerin sayısı yemediklerimle kafa kafaya giderdi. Her yerde herkesin yaptığı sebze yemeğini yemezdim. (Onu bugün de yemem gerçi...) En sevdiğim yemekler de her zaman, içinde et olanlar oldu.

Girizgahı bu kadar uzatmamın sebebi bir sonraki cümlemin benim için ne kadar büyük bir şey ifade ettiğini anlatabilmek: TAM BİR AYDIR ET YEMİYORUM.

Evet, bir aydır hiç et yemedim. Aslına bakılırsa etsizlik deneylerimin süresi toplamda iki ayı geçti ama yılbaşı günü bir dilim fırından yeni çıkmış kıymalı böreğin cazibesine dayanamadığım için miladı oraya koydum.

Haberin Devamı

Bu noktada bir parantez açayım: Bu yazıyı bir vejetaryenlik çağrısı olarak tasarlamadım. Daha ziyade, et yemediğimi duyunca "Ne yiyorsun peki?" diyen arkadaşlar ile "Ah yavruuum proteinsiz kalırsın" diyen annelere bir cevap olsun diye yazdım. Bir de geçen haftaki yazıda anlatmaya çalıştığım "İstersen bütün beslenme biçimini değiştirmen mümkün" fikrini desteklemek için... Etsiz yemek yemeyen bir çocuk olan ben bile yaklaşık 30 yıl sonra hiç etsiz yaşayabilen bir insana dönüşebildiysem, herkes alışkanlıklarını değiştirebilir. (Merak edenler için: Kendimi hiç bu kadar zinde hissetmemiştim, Ocak bitti Şubat geldi burnum bile akmadı, beni tanımayanlar 25 yaşında olduğumu zannediyor ama 32'yim.)

Haberin Devamı

PEKİ NE YİYORUM?

Bu deneye başladıktan sonra gördüm ki Türkiye'de yaşayanlar için etsiz beslenmek gerçekten ama gerçekten çok kolay. Çünkü gündelik hayatta rahatça erişebileceğimiz, çoğu protein zengini o kadar çok alternatif var ki... O nedenle rica ediyorum birilerinin "Et yemiyorum" dediğini duyarsanız kafanızı 30 derece sola yatırıp acıklı bir ifadeyle "Ne yiyorsun peki?" diye sormayın.

90’ların yıldızı besin piramidinin en altından başlıyorum, yukarı doğru devam edeceğim:

-TAHILLAR: Bu kardeşleri çok seviyorum aslında ama biraz mesafeliyiz son zamanlarda. Yine de tam buğday, çavdar, yulaf unlarından ekmektir, kahvaltı gevreğidir, buğdaydır (dövme de derler, hani aşurelik), bulgurdur günde bir porsiyon iyi gidiyor. Ben genelde kahvaltıda yiyorum ama öğlen yiyene de saygım sonsuz.

Haberin Devamı

-SEBZELER VE MEYVELER: Sebzede sınırsız, meyvede kontrollüyüm. Özellikle kış ayları benim için cennet. Çünkü hem sebze çeşidi daha bol, hem de benim sevdiğim sebzeler genelde kış mahsulü. "Evde ne varsa çorbası" (patates, havuç, pancar, bal kabağı, pırasa, dereotu, maydanoz, soğan, sarımsak, zencefil vs.) ise her daim favorim.

Meyvelere gelirsek, doğal şekerler dışında şeker yemediğim, doğal şekerleri de abartmaktan kaçındığım için günde iki meyve bence tamam. Bir yeşil elma, bir portakal, iki mandalina, olmadı bir muz; artık o sırada ne bulduysam. En fazla üç porsiyon meyve yeterliymiş zaten.

-KURU MEYVELER VE KURU YEMİŞLER: Bir üst maddede belirttiğim üç porsiyonun bir kısmı kuru meyve de olabilir, aklınızda olsun. Kuru erik, kayısı, incir, üzüm, dut... Elinizi korkak alıştırmayın. Ben en çok erik seviyorum. Bir de birkaç ay önce Abu Dabi'ye gittiğimde aldığım o akılalmaz güzellikteki Suudi hurmalarını. İmkanınız varsa bir yerlerden bulun buluşturun bence. İki tane yedikten sonra ne çikolata ne de başka bir tatlı; hiçbirini canınız istemeyecek.

Haberin Devamı

Kuru yemişler arasında da benim için en birinci badem, sonra da kabak çekirdeği. Avuç avuç, kase kase değil ama 10 badem ya da 20-30 çekirdek ofiste masa başında çok güzel bir ara öğün. Hem protein desteği, hem bağırsak çalıştırıyor, hem de eğleniyorum kendi kendime...

-KURU BAKLAGİLLER: Bunlar benim canlarım. Valla... Mümkünse her gün bir öğün yiyorum; özellikle öğle yemeklerinde... Mercimek, kuru fasulye, nohut, börülce, bakla, barbunya... Her sofraya da yakışıyorlar, öyle de kalender arkadaşlar. Hava buz gibi soğuk mu? Patlatıyoruz bir acı biberli kuru fasulye, yanında bulgur pilavıyla; önden de sıcak bir mercimek çorbası? Rakı masası mı kuracağız? Bakladan fava, nohuttan topik ve humus buyursunlar baş köşeye. Yaz sıcaklarında bir zeytinyağlı mı lazım? Barbunya pilaki ne güne duruyor?

-SÜT ÜRÜNLERİ: Hatırlar mısınız bilmem, özellikle 80'li ve 90'lı yıllarda vatan sathını anlatmak için "Edirne'den Kars'a kadar" diye bir deyim kullanılırdı. Derler ki bu lafı bir peynirci bulmuş. Dükkanının kapısına "Edirne'den Kars'a kadar tüm peynir çeşitlerimiz mevcuttur" yazmış, sonrasında laf tutunca ağızdan ağıza yayılmış.

Tabii ki öyle bir şey yok, uydurdum şimdi ve fakat derdimi de anlatabildim sanıyorum. Türkiye bir peynir cenneti. Günde 5 öğün yeseniz sıkılmazsınız, her öğün için farklı türünü de herhangi bir markette bulabilirsiniz. (Kabul, çok çeşit almak azıcık masraflı olabilir ama ortalaması etten ucuz yine de: 1 kg dana eti 42 TL, 1 kg Ezine peyniri ise 33 TL.) İster tek başına yersiniz, isterseniz bir şeylere katarsınız. İster kızartır, ister rendelersiniz...

Yetmedi mi? Sabahları kahvaltıya bir bardak tarçınlı sütünüz, akşam yemeğinden sonraya da bir kase kırmızı biberli yahut tarçınlı yoğurdunuz benden olsun. (Özellikle yoğurt yağ yakımına da yardımcı olur bak!)

-YUMURTA: Seveni çok seviyor, sevmeyeni hiç sevmiyor. Ben ikinci gruptayım. Ama peynirli omlet, menemen vb. formlarda katlanılabilir hale getirip yiyorum. Haftada 3 bana yeter de artar ama siz daha fazlasını yiyebiliyorsanız afiyet olsun. (Canan Karatay'ın günde 10 yumurta önerdiği vakidir mesela...)

-BALIKLAR VE DENİZ ÜRÜNLERİ: Et yememe fikrimi destekleyen birçok kimse "Ama balık yiyorsun değil mi? Balık ye mutlaka!" diyor. Bana kalsa balığa da çok sıcak değilim aslında ama şimdilik, en azından kağıt üzerinde, balık da yiyorum, evet. Özellikle dışarıda uzun sürecek bir yemek yiyeceksem balık ve deniz ürünleri en temiz seçim. (Üç tarafı denizlerle çevrili güzel ülkemizin balık açısından da çok zengin olduğunu söylemek isterdim ama o günler ne yazık ki çok çeşitli sebeplerden ötürü geride kaldı. Neyse...)

HAYAT BAYRAM MI OLDU?

Ben böyle anlatıyorum da zannetmeyin ki bu süre içinde hayat bayram oldu. Olmadı!

Örneğin restoranlarda fiyatlar çok büyük bir handikap… Birçok yerin mönüsünde etsiz seçeneklere biçilen değer mantıksız derecede yüksek. Çünkü bu tür yemekler genelde başlangıç ya da paylaşmalık olarak değerlendiriliyorlar ve porsiyonları küçücük oluyor. Dünyada Alain Ducasse gibi Michelin yıldızlı şeflerin bile 'sürdürülebilir mutfak’ yaklaşımıyla etsiz mönüler hazırladığı günümüzde, bir kâse domates çorbasına 17 TL, dört tane bozuk para kadar falafele 21 TL hesap kesen işletmecilere el insaf demek istedim.

Öte yandan hayat da işimi pek kolaylaştırmadı. Örneğin bizim Gurme sayfasındaki bazı haberlerin fotoğraflarına bakarken, komşudan bir etli yemek kokusu geldiğinde, arkadaşlar ortaya güzel bir carpaccio tabağı söylediğinde canım çekti benim de; özellikle de çok açsam. Ama zamanla bunların çekiciliği büyük oranda sönümlendi. Bu da bir nevi bağımlılık meselesi demek ki...  Bir sonraki aşamada ise kendimi dev bir sınava sokup bir ocakbaşına gitmeyi planlıyorum. Bakalım o sofradan da humusla salata yiyip kalkabilecek miyim?

Not 1: Bilenler bilir, benim gibi beslenmenin bir adı var: Pesketeryanizm. Vejetaryenizmin bir alt kategorisi. Balıkların acı hissetmediğine yönelik bazı bilimsel araştırmaları temel alıyor. Süt, yumurta, bal gibi hayvansal gıdaları yemeye onay veriyor. Bir dipnotta bu işlerin felsefesine girmek biraz zor ama haftanın şarkısı olarak Nirvana'nın 'Something in the Way'ini buraya yapıştırayım, dinlersiniz: "It's ok to eat fish 'cause they don't have any feelings..."

Not 2: "Bu bir vejetaryenlik çağrısı değil" dedim, "İşin felsefesine girmek zor dedim" ama çok isteyeni de kıracak değilim. Bunları okudukça/izledikçe tüm hayvansal gıdalardan uzaklaşmak isteyeceksiniz. Bir gecede olmaz belki ama denemekten zarar gelmez.
Hepsi de Türkçeye çevrilmiş üç kitap:
1- Jonathan Safran Foer'den Hayvan Yemek
2- Carol J. Adams'tan Etin Cinsel Politikası
3- Han Kang'dan Vejetaryen
Kolayca bulabileceğiniz beş  güncel belgesel:
1- Cowspiracy
2- Forks Over Knives / Food Choices / PLANEAT (Üçü de aşağı yukarı aynı şeyi anlatıyor)
3- Vegucated

Not 3: "Michelin yıldızlı şefler" derken de Gordon Ramsay'nin vejetaryen öğle yemeği videosunu paylaşmasam olmaz:

Not 4: Geçen hafta çok güzel e-postalar geldi sizden, çok güzel başarı hikayeleri okudum. Epey moral oldu bana. Bu hafta gene yazar mısınız? Özellikle bitki temelli beslenme biçimlerini benimsemiş olanlarınız.

Yazarın Tüm Yazıları