Suriyeli çocuklar Türkiye’nin sorunu!

Suriyeli mültecilere yönelik bir süredir artan nefret söylemi çeşitli illerde fiili şiddete dönüşmüş durumda. Tabii mülteci lafın gelişi zira Türkiye’deki Suriyeliler uluslararası bir güvencesi olan mülteci statüsünde değil, onlar bizim misafirimiz. Peki kim bu misafirler? Neler yaşayıp bize niye ‘misafir’ oldular? Onlara iyi evsahipliği yapmazsan ne olur? Tam da bu sorulara yanıt vermek için bir saha araştırması yaptık.

Haberin Devamı

Araştırma sonuçlarına geçmeden bu konunun niçin önemli olduğunu rakamlarla hatırlayalım. Suriye içsavaşı toplam 9 milyon Suriyeliyi evinden yurdundan etmiş bir içsavaş. Birleşmiş Milletler verilerine göre bu 9 milyon’un yakşalık 3 milyonu ülkeyi terketmiş, yani mülteci. Filistinli ve Afganlardan sonra en büyük mülteci grubu Suriyeliler. Bir başka ifadeyle dünyadaki her 20 mülteciden biri Suriyeli ve bu mültecilerin neredeyse yüzde 90’ı üç komşu ülkede yaşıyor: Lübnan, Turkiye, ve Ürdün. Bu istatistiklerin belki de en can alıcı tarafı bu sayıların önemli bir kısmı çocukları temsil ediyor. Korunmasız ve olup biteni en az anlayacak bir gruptan söz ediyoruz.

Bahçeşehir Üniversitesi'nden bir ekiple yürüttüğümüz saha araştırmasının amacı işte bu çocukların yaşadıklarının dökümünü yapmak. Yaşanan içsavaşın özellikle çocuklar üzerinde bıraktığı tahribatı ortaya koymak. İç savaş, yaşayanların gözünde, anlaşılması en zor şiddet olaylarından biri. Yıllardır birlikte yaşadığınız komşunuz bir sabah size düşman oluyor. Koruyup kollaması için vergi verdiğiniz devlet silahı size doğrultuyor. Ve bütün bu şiddet sonucu evinizi barkınızı ve geçmişinizi bırakıp başka bir diyara göç ediyorsunuz. Bu korkunç savrulmayı yetişkinler idrak etmekte zorlanırken çocukların yaşadıklarını tahayyül etmek zor. İşte bu nedenle biz çocukların gözünden olup biteni anlamak ve belki oradan yola çıkarak neler yapılması gerektiğine ışık tutmak için topladığımız veriler önemli.
Proje kapsamında Psikolog Dr. Serap Özer liderliğinde Bahçeşehir Üniversitesi Psikoloji Bölümünden bir ekip kamplarında kalan çocuklarla bire bir görüştü. Toplam 500’ü aşkın çocuktan toplanan verilerin detayına şu linkten ulaşabilirsiniz.

Araştırma sonuçları ürpertici:

Haberin Devamı
  • Her 4 Suriyeli çocuktan 3’ü ailesinden yakın birini savaşta kaybetmiş,
  • Her 3 Suriyeli çocuktan 1’i fiziksel şiddete uğramış,
  • Her 3 Suriyeli çocuktan 2’si ailesinden bir yakının fiziksel şiddete maruz kaldığını kendi gözleriyle görmüş.

Rakamlar bazen yanıltıcı olabiliyor. O nedenle bu veriler ışığında tek bir çocuğu gözünüzün önüne getirin ve o çocuğun ailesinden birini kaybettiğini, fiziksel şiddete uğramamış olsa bile ailesinden birine uygulanan fiziksel şiddete tanıklık ettiğini varsayın. Böyle bir çocuk bazen ailesiyle bazen başka tanıdıklarıyla sınırı aşıp geliyor bize sığınıyor. Bu çocuğun yaşadığı tahribatın bir ölçüsü elbette olamaz. O nedenle yaptığımız ölçümlerde ortaya çıkan şu korkunç tablo kimseyi şaşırtmadı:

Haberin Devamı
  • Her 3 Suriyeli çocuktan 1’i (% 35) klinik manada post travmatik stress bozukluğu yani PTSD belirtisi gösteriyor.
  • Her 2 Suriyeli çocuktan 1’i klinik manada deprasyonda.

Bu sonuçlar küçük bir grubu ilgilendiren sorunlar olarak kalsa dert etmeyebiliriz belki ancak Suriye içsavaşının boyutları bize bu sorunları dert etmeme lüksü vermiyor. Zira dünyanın başka yerlerinde bu ve benzeri içsavaş mağduru mülteciden öğrendiğimiz bir şey var. Eğer birinci kuşak mültecilerin temel insani ihtiyaçları ve psikolojik sorunlarına çare aramaz iseniz sonraki kuşaklarda şiddet sarmalını kıramazsınız.

Geçtiğimiz yıl New York Times için konuyla ilgili olarak yazdığımız makalede tam da bu noktaya değinmiştik, mülteciler için yapacağımız en iyi yatırımın onları şiddet sarmalından kurtarmak olduğunun altını çizmiştik. Şiddet sarmalından çocukları kurtarmanın tek yolu var o da çocuklardan başlayarak mültecilere iyi bir eğitim ve sağlık hizmeti sunmak. Elbette oldukça masraflı ve toplumsal desteği az bir proje bu. Kahramanmaraş’ta olsun Adana’da olsun özellkle dar gelirle aileler mültecilere sunulan hizmetlerden rahatsızlık duyacaklardır. Kendilerine geleceğini varsaydıkları kaynakların onlara gitmesinden endişe edeceklerdir. Ancak gerek Pakistan’dan gerek Afrika’daki yoğun mülteci alan topraklardan öğrendiğimiz bir şey var. Eğer ilk mülteci kuşağın derdine derman olamaz, yani onları şiddet sarmalından ayıramazsanız bir sonraki kuşakta bu şansınız olmayabilir. Nitekim çok uzağa gitmeğe gerek yok. Yanı başımızdaki IŞİD vakası şiddetle yoğrulan bir kuşağın nasıl daha büyük bir şiddet doğurduğunu bir kere daha bize gösteriyor.

Türkiye’deki Suriyeli mültecilere yönelik şiddet işte tam da bu korktuğumuz şiddet sarmalını körükleyecek cinsten bir hareket. Zaten yaralı, evinden yurdundan olmuş çocuklara ve onların ailelerine ikinci bir travma yaratarak onlara yaşam hakkı sunmadığımız zaman sadece insanlığımızdan uzaklaşmıyoruz aynı zamanda geleceğimiz için daha büyük bir tehdite davetiye çıkartıyoruz. Kahramanmaraş’da olsun Adana’da olsun, yoksul olsun eğitimsiz olsun tüm yurttaşlarımıza mülteci sorununun boyutlarını anlatmak ve elbirliği ile bir taraftan gelenlere insanca yaşayacağı bir ortam sunmak diğer taraftan onların en kısa zamanda geri dönmelerinin yolunu açmaktan başka çaremiz yok.

Türkiye olarak önümüzde iki seçenek var. Ya Suriyeli mültecilere ve özellikle onların çocuklarına doğru dürüst barınma, eğitim ve sağlık hizmeti vereceğiz ya da ülkenin parklarından otoyollarına her alanında sürekli karşımıza çıkacak ve giderek daha fazla şiddete ve suça başvuracak yeni bir altsınıf yaratacağız. Tabii bu sorunun hatırlattığı bir ders daha var dış politikayı iç politikadan ayrı tutmak artık mümkün değil. Dışarıda attığınız her adımın içeride de bir bedeli oluyor.

Yazarın Tüm Yazıları