Suriye’deki jeopolitik problemin içinden çıkabilmek çok güç

Suriye’de karşımızdaki meseleyi karmaşık bir jeopolitik problem olarak nitelendirebiliriz. Bu büyük probleme dahil olan birçok aktör var; Türkiye, Rusya, ABD, Esad rejimi, İran, PKK/YPG gibi... Her biri sahada kendi çıkarlarını maksimize etmeye çalışıyor.

Haberin Devamı

Ana problemin bir dizi alt denklemi var. Temel güçlük, daha çok coğrafi ölçekte şekillenen alt denklemlerin her birinde aktörler arasında oluşabilen ittifakların bir diğer denklemde kolaylıkla yer değiştirebilmesi.

Suriye’nin bir bölgesinde çıkarları tam anlamıyla örtüşen, kendilerini müttefik olarak gören iki aktör, bakıyorsunuz ülkenin bir başka köşesinde patlak veren silahlı bir çatışmada birbirine hasım kimliklerle cephede karşı karşıya gelebiliyor.

Alt denklemler kendi içlerinde belli ölçülerde tutarlılık gösterse de, sözünü ettiğimiz çelişkiler yüzünden bu kümelerin oluşturduğu ana denklemde tutarlı bir sonuç ortaya çıkmıyor. Daha doğrusu jeopolitik problem kilitleniyor.

TÜRKİYE, ABD İLE İŞBİRLİĞİNE İSTEKLİ

 Bu anlattığımız modeli kaba bir genellemeyle Fırat’ın doğusu ve batısı diye de iki bölgeye ayırarak anlatmaya çalışabiliriz. Ama önce bütüne bir bakalım.

Haberin Devamı

Türkiye, aslında başat hedef olarak Esad rejiminin bir an önce gitmesini ve yerine BM Güvenlik Konseyi kararlarında kabul edilen süreçlerden geçilerek oluşturulacak yeni bir yönetimin gelmesini istiyor, bu çerçevede rejime muhalif hem silahlı hem de silahsız gruplara kuvvetli bir destek veriyor.

Bu noktada ana perspektifte, Türkiye genelde Batı dünyası ve ABD’yi yanında buluyor. Türkiye, ABD ile Suriye konusunda yakın işbirliği içinde çalışma isteğini de gizlemiyor. Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, Suriye krizinin onuncu yıldönümü dolayısıyla geçen 15 Mart’ta Bloomberg’de yayımlanan yazısında, “Biden yönetimi, kampanya döneminde verdiği sözleri tutarak, Suriye’deki trajediyi sonlandırmak ve demokrasiyi savunmak için bizimle birlikte çalışmalıdır” dedi.

Türkiye, ABD ile yakın çalışma beklentisine karşılık, bir taraftan da Suriye’nin bütününde 2017 yılından bu yana Rusya ve İran’la birlikte oluşturduğu Astana süreci içinde ortaklaşa hareket ediyor. Bu üçlü mekanizma, Suriye’ye dönük uluslararası diplomaside Batı’nın hareket sahasını kısıtlayan, ayrıca sahada belli ilerlemeleri sağlayan bir dizi sonuç yarattı geride bıraktığımız dönemde.

Haberin Devamı

RUSYA İLE HEM İŞBİRLİĞİ HEM ÇATIŞMA

 Ancak bu üç ortak arasında ciddi görüş ayrılıkları da söz konusu. Örneğin, Türkiye Esad rejiminin gitmesini, Rusya ve İran ise kalmasını savunuyor. Beşar Esad, bugüne dek ayakları üzerinde durabilmesini Rusya ve İran’ın sağladıkları desteğe borçlu.

Aslında Türkiye ile Rusya’nın ülkenin batısında zaman zaman çatışıp, aynı zamanda genel doğrultuda işbirliği yürüttüklerini de söylemek mümkün. İki ülkenin geçen yıl İdlib’de çıkan sıcak çatışmalarda sahada birbirlerine cephe aldıklarını unutmayalım. Rusya, Türkiye’nin de önemli bir askeri güç bulundurduğu İdlib’de sıkça sivil hedefleri vurabiliyor. Keza, Türkiye’nin kontrolündeki bir “güvenli bölge” olan “Fırat Kalkanı” coğrafyasındaki bazı sivil/ekonomik hedefleri balistik füzelerle vurmakta bir sakınca görmedi bu yılın ilk aylarında.

Haberin Devamı

Rusya’nın ve rejimin özellikle İdlib’de sivilleri hedef alan saldırıları ABD Dışişleri Bakanlığı’ndan kuvvetli kınamaları da beraberinde getiriyor. Bu arada, Türkiye ve ABD, Cilvegözü sınır kapısı üzerinden Kuzey Suriye’ye BM gözetimindeki insani yardım mekanizmasının devamını savunurken, Rusya yardımların dağıtımında rejimi ana aktör haline getirmek için bu güzergâhı engellemeye hazırlanıyor.

Buradaki fotoğrafta Türkiye ile ABD’nin Esad’ın gitmesi hedefinin yanı sıra Suriye’nin batısında, örneğin İdlib’le ilgili konularda pekâlâ aynı dalga boyunda buluşabildiklerini görüyoruz.

FIRAT’IN DOĞUSUNDA TÜRK-RUS MUTABAKATI

 Şimdi Fırat’ın doğusuna geçelim. Güç dağılımı ve ittifak dengeleri büyük ölçüde değişiyor. Türkiye, Rusya ve İran, ABD’nin bu coğrafyada ayrılıkçı bir Kürt yönelişini destekleyip, ülke bütünlüğünden uzaklaşacak bağımsız bir yapı yaratmak istediği konusunda ciddi kaygılar taşıyorlar.

Haberin Devamı

Bu üç ülke, Astana ortakları olarak yayımladıkları her bildiride, Suriye’nin toprak bütünlüğünü tehdit eden “ayrılıkçı gündemleri” reddederek, “Terörle mücadele bahanesiyle (IŞİD) sahada hayata geçirilmeye çalışılan fırsatçı gayrimeşru girişimlerin kabul edilmez olduğunu” duyuruyorlar. (17 Şubat 2021 tarihli Soçi bildirisi)

Bu metinde kastedilen girişimin, ana omurgasını PKK’nın Suriye’deki uzantısı YPG’nin oluşturduğu Suriye Demokratik Güçleri (SDG) üzerinden ABD’nin Fırat’ın doğusunda koruması altına aldığı özerk yönetim olduğunu belirtmeye gerek yok.

Rusya Dışişleri Bakanı Sergey Lavrov’un daha açık ifadelerle “ABD’nin Fırat’ın doğusunda devlet benzeri yapılar kurmaya çalıştığı, bu çerçevede Kürt kartını kullandığı” yolundaki beyanlarını da hatırlatabiliriz. Lavrov, en son geçen 31 Mart’ta yaptığı bir açıklamada, “ABD’nin bu bölgedeki petrol kaynaklarının geliri ile bazı Kürt örgütlerinin ayrılıkçı hareketlerini teşvik ettiğini”, mevcut statükonun devamının “ülkenin parçalanmasına yol açabileceğini” söylemişti.

Haberin Devamı

Bu noktada Rusya’nın Fırat’ın doğusuna bakışıyla Türkiye’nin kaygıları önemli ölçüde birleşiyor.

ÇAVUŞOĞLU: PKK KONUSUNDA REJİMLE GÖRÜŞÜMÜZ ÖRTÜŞÜYOR

Konu Fırat’ın doğusu olunca, burada ilginç bir durum daha bizi bekliyor. Sahada ortaya çıkan realite ışığında Türkiye’nin Fırat’ın doğusuna dönük çıkarları ile Esad rejiminin çıkarları da örtüşüyor. Bu bağlamda Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu’nun geçen 20 Nisan’da HaberTürk TV kanalında katıldığı “Nedir Ne Değildir” programında yaptığı bir açıklamanın altı özellikle çizilmelidir.

Çavuşoğlu, ABD’nin desteklediği PKK, YPG ve SDG’nin “hepsinin aynı şey olduğunu, hepsinin bir bölücü ajandanın parçası olduğunu” belirterek, şöyle diyor:

Şimdi rejimle biz diğer konularda anlaşamıyoruz ama bu konuda rejimle de bizim görüşlerimiz örtüşüyor. Rejimle bunları (PKK/YPG) birleştirmeye çalışan ülkeler ya da kişiler olmuştur. Çok görüştüler ama bu bölücü ajandayı tabii dayattığı için rejime, rejim de bunları kabul etmedi. Yani sonuçta bu bir terör örgütüdür, Suriye’yi bölmeye çalışıyor... Tabii PKK bize de bir tehdittir, Suriye’nin toprak bütünlüğü için de bir tehdittir, o bakımdan görüşlerimiz örtüşüyor diyorum...”

Fırat’ın doğusundaki oldukça ironik bir duruma daha dikkat çekmeliyiz. Suriye’nin batısında
İdlib’te TSK ile rejim ordusu birbirlerine sıkça hasım olarak cephe alıyorlar. Ama Fırat’ın doğusuna baktığımızda, her ikisinin de farklı bölgelerde PKK/YPG/SDG ile karşı karşıya geldiklerini görüyoruz. Aralarında herhangi bir temas olmasa da, sahada kendiliğinden zımni bir tutum birliği oluşuyor. Fırat’ın doğusunda TSK ve desteklediği muhalif gruplar SDG unsurlarıyla sıkça sıcak çatışmaya girerken, çok yakın zamanda Haseke’de rejim ile SDG arasındaki ciddi çatışmalar yaşandı.

SURİYE POLİTİKASININ BÖLÜNMÜŞLÜĞÜ

 Sonuçta genel bir tespit olarak, Türkiye’nin Suriye politikasının bu ülkenin coğrafi bölgelerine göre farklılık gösteren bir bölünmüşlük içinde seyrettiğini vurgulamalıyız.

Büyük fotoğrafa baktığımızda, ana aktörlerin tutumlarında majör değişiklikler ortaya çıkmadığı sürece Suriye’nin önümüzdeki dönemde sıraladığımız bu çelişkileri barındırmaya devam edeceğini tahmin edebiliriz. Bir başka deyişle, Suriye’deki krizi rehin alan çözümsüzlük hali en azından gözle görülebilir bir gelecekte devam edecek gibi duruyor.

DÜZELTME: Dünkü yazımızda, Suudi Arabistan’ın gazeteci Cemal Kaşıkçı cinayetiyle ilgili olarak “suçu kabullenip cinayeti işleyen Suudi görevlileri yargıladığı” şeklinde bir ifade yer almıştır. Riyad’daki mahkemede Suudi Başkonsolosluğu’nda işlenen cinayete katılan faillerin hepsi yargılanmadığı için, bu ifadeyi “Cinayete katılan Suudi görevlilerin bir bölümünün yargılandığı” şeklinde düzeltmemiz gerekiyor. S.E.

Yazarın Tüm Yazıları