Mesut Bey'in ardından (1) - Gazetecilerle ilişkisi hep çekişmeli oldu

Gazetecilerle siyasetçilerin ilişkilerinin nasıl olması gerektiği basın tarihi kadar eski bir sorudur.

Haberin Devamı

Bu sorunun yanıtı bitmeyen bir tartışmanın da konusudur. Geleneksel bakış, gazetecilerin siyasetçilerle her zaman mesafelerini korumaları gerektiğini belirten ödünsüz bir çizgiyi savunur.

Teorik olarak doğrusu bu olabilir. Ancak hayatın akışı her zaman bu çizgiyi izlemez. Siyasetçi de gazeteci de insandır. Ve iki insanın bir araya geldiği her ortamda insanlara dair bir durum, durumlar vardır. Bu iki insandan biri hedefleri doğrultusunda giden, siyasi çıkarlarına odaklanmış bir siyasetçi, diğeri ise görevi onu izlemek olan ve gözü haberden başka hiçbir şey görmeyen bir gazeteci ise aralarındaki ilişki –ne kadar yakın olsalar da- dört mevsimin bütün iklim koşullarına açık olacaktır.

Siyasetçi ile gazetecinin tanışıklığı uzun bir zamana yayılmışsa, görevleriyle aralarındaki dostluğun çatışabildiği durumların yaşanması eşyanın tabiatı gereğidir. Eski başbakanlardan Mesut Yılmaz’ın yakın bir zamandaki ölümü, beni bu düşünceler üzerinden eskilere giden hukukumuzun bir muhasebesine yöneltti.

Haberin Devamı

VİYANA’DAKİ SERT ÜSLUP

Benim Mesut Bey’le ilk temasım olumsuz tonda geçen bir konuşmayla başladı. Cumhuriyet gazetesinin Ankara bürosunda diplomasi muhabiri olarak görev yaptığım 1986 yılı eylül ayında dönemin başbakanı Turgut Özal’ın Viyana’da katıldığı, Avrupa Demokrasi Birliği’nin (EDU) düzenlediği ‘Avrupa Muhafazakâr Parti Liderleri Konferansı toplantısını izlemekle görevlendirildim. Özal, 19-20 Eylül 1986 tarihlerindeki bu toplantıda Avrupa’nın önde gelen merkez sağ liderleriyle buluşacaktı.

Özal’ın Viyana heyetindeki isimlerden biri ANAP’ın kurucularından olan ve 1983 seçimlerinden hemen sonra ilk kabinesinde basından sorumlu devlet bakanlığı görevine getirdiği Mesut Yılmaz’dı. O dönemde Dışişleri Bakanlığı’na baktığım için karşılaştığım, tanıdığım bir siyasi değildi kendisi.

Gazeteci olarak görevim, Turgut Bey’in katıldığı toplantıda neler konuşulduğunu öğrenmekti. Toplantıdan sonra otelin lobisinde Mesut Yılmaz’ı gördüm. Yanına giderek kendimi tanıttım ve toplantının nasıl geçtiğine ilişkin bir-iki soru sordum.

Haberin Devamı

O anı çok iyi hatırlıyorum. Bana “Bunları bilmek durumunda olsaydınız zaten sizi içeri alırdık” mealinde ters bir yanıt verdi. Bilgi veremeyeceğini söylemekle yetinebilirdi. Üslubu o gün bana çok ‘yukarıdan’ gelmişti. O tarihte henüz 39 yaşında genç bir politikacıydı. Ben de henüz 29 yaşında genç bir muhabir. Viyana’dan hafızama kaydettiğim o tatsız izlenimle ayrıldım.

HÜKÜMET SÖZCÜLÜĞÜNDEN ALINIYOR

Tam bir hafta sonra yeniden karşılaştık. 28 Eylül 1986 Pazar günü TBMM’de boş bulunan 11 milletvekilliği için ara seçim yapıldı. Seçim nedeniyle Büyük Ankara Oteli’nde yabancı gazeteciler için bir basın merkezi kurulmuştu. Yılmaz, hükümet sözcüsü olarak o akşam bu merkeze geldi. Bu mini seçimde 11 milletvekilliğinden 4’ünü DYP’nin, 1’ini SHP’nin kazanması, ANAP oylarının 1983 seçimine kıyasla ciddi bir şekilde gerilemesi ANAP cenahında büyük bir hayal kırıklığı yarattı. DYP, daha doğrusu Süleyman Demirel yeniden Türk siyaset sahnesine çıkmıştı. ANAP gerileyince yabancı basından, gazetecilerden Yılmaz’a fazla bir ilgi gösterilmedi. Mesut Bey’in de zaten keyfi kaçmıştı. Ben basın merkezinden ayrıldığı ana kadar yanında oturup kendisiyle sohbet ettim, saygıda hiç kusur etmedim.

Haberin Devamı

Hükümet sözcülüğü döneminde basına sıcak davranmadığı, gazetecilerle iletişime çok açık olmadığı hususunda zaten genel bir kanaat oluşmuştu. Turgut Özal, seçim sarsıntısı üzerine yaklaşık iki hafta sonra yaptığı kabine değişikliğinde Yılmaz’ı hükümet sözcülüğünden aldı, Turizm ve Kültür Bakanlığı’na getirdi. Mesut Bey, siyasi kariyerinin ilk bakanlık denemesinde görev alanı olan basınla ilişkiyi yürütmekte başarılı olamamıştı. Turizm ve Kültür Bakanlığı ise bu imajını değiştirmeye başladığı bir dönem olacaktı.

ANKARA’DA YENİDEN KARŞILAŞINCA

Ardından 1987 Ağustos ayında Cumhuriyet’ten Hürriyet’e geçip gazetenin Washington D.C. muhabirliğine başlamamdan sonra uzun bir zaman kendisini görmedim. Bu arada Mesut Bey’in 1987 yılının aralık ayında Dışişleri Bakanlığı görevini üstlenmesi, kendisinin özellikle Türk-Amerikan ilişkileri bağlamında radarıma girmesine yol açtı. O dönemde güven duyduğu Dışişleri bürokrasisi ile yakın bir şekilde çalışan, genel hatlarıyla koltuğunu dolduran bir dışişleri bakanı olarak görev yaptığını düşünüyorum. Bu arada Türkiye’ye geldiğimde bana randevu verip geniş zaman da ayırmıştı.

Haberin Devamı

1 Mart 1993 tarihinde Hürriyet’in Ankara Temsilcisi olarak göreve başladığımda Mesut Yılmaz’ı bu kez ana muhalefet lideri kimliğiyle buldum karşımda. Aradaki dönemde Turgut Bey 1989 yılında Cumhurbaşkanı seçilerek Çankaya Köşkü’ne çıkmış, Mesut Bey 1991 yılındaki ANAP Kongresi’nde genel başkan seçilip başbakanlığa gelmiş, ancak aynı yıl ekim ayında yapılan erken seçimi kaybetmişti. Bu seçimde işbaşına gelen DYP-SHP koalisyon hükümetinde başbakanlığı Süleyman Demirel üstlenmişti. Ankara’da yeni görevime başladıktan hemen sonra Mesut Bey’e bir nezaket ziyaretinde bulundum. Beni çok sıcak bir şekilde karşıladı. Görevimde kendisiyle yakın bir diyalog içinde olacağımı düşünüyordum. En azından ilk dönemde beklediğim gibi oldu.

Haberin Devamı

Özellikle Dışişleri Bakanlığındaki performansı, sonrasında ANAP içindeki çekişmelerde sergilediği duruş ve çizdiği profilde siyasetçi olarak belirli değerlere olan taahhütleri kendisine belli bir sempatiyle ve güven duygusuyla bakmama yol açıyordu. Mesut Bey’in beni en çok etkileyen hasletlerinden biri, herhangi bir meseleyi ele alıp, tahlil ederken bunu bir sistematik içinde yapması, konuyu sağlam bir mantık akışı içinde gerekçelendirilmesi ve her seferinde tutarlı bir sonuçla denklemi kapamasıydı. Kendisiyle uzun bir mülakat yaptıktan sonra bunu deşifre ettiğinizde paragrafların yerli yerinde olduğunu, cümlelerin neredeyse noktalı virgüllerine kadar tam bir insicamla ve eksiksiz bir şekilde kurulduğunu fark edebilirdiniz. Konuştuğunda düşünceleri kusursuz bir kompozisyon bütünlüğü içinde ortaya çıkardı.

O yıllarda kendisinin de bana güvenle baktığını hissediyordum. Üstelik Mülkiyeli olmak dışında önemli ortak bir yönümüz daha vardı. İkimiz de Akrep burcuyduk ve aynı gün doğmuştuk. Hatta bir keresinde yurtdışı bir seyahatte birlikte kutlamıştık yaş günümüzü.

Mesut Beyin ardından (1) - Gazetecilerle ilişkisi hep çekişmeli oldu

VE ÇALKANTILI GÜNLER BAŞLIYOR

O dönemden çok iyi hatırladığım bir olay Turgut Özal’ın vefat ettiği 17 Nisan 1993 günü bir parti mitingi için Mersin’e yaptığı seyahatti. Bu geziye beni de davet etmişti. Özal’ın ölüm haberini ANAP’ın ‘Petek’ isimli seçim otobüsünde alınca, geziyi kesip Ankara’ya dönmüştü. Küçük uçakta düşünceli bir şekilde bulutlara bakıp sigarasından derin nefesler çekerken muhtemelen nasıl bir sarsıntının yaklaşmakta olduğunu seziyordu.

Özal’ın ani vefatı Türkiye’de siyasetin üzerine oturduğu bütün taşları yerinden oynattı. Süleyman Demirel Köşk’e çıkınca, DYP Genel Başkanlığı’na gelen Tansu Çiller ile Mesut Bey arasında sert bir siyasi rekabet başladı. Merkez sağın bu iki rakip lideri arasındaki amansız mücadele 1990’lı yıllarda Türkiye’de siyasetin seyrine damgasını vurdu, aynı zamanda geleneksel iki merkez sağ partinin siyaset sahnesinden çekilmesinin de zeminini hazırladı.

Tansu Hanım’ın özellikle DYP’nin başına geçtiği ilk dönemde estirdiği rüzgâr ve ayrıca Yeni Demokrasi Hareketi etrafındaki hareketlilik Mesut Bey’in bir süre basında, kamuoyunda unutulmasını beraberinde getirdi. O günlerde Mesut Bey’in görüşlerinin kamuoyuna ulaşması için kendi ölçülerimde gayret gösterdim.

Derken her şey alabora oldu. Mesut Bey ile Tansu Hanım arasındaki kavga medya gruplarını da içine alacak şekilde genişledi. Bunu, 1996 Haziran ayında Prof. Necmettin Erbakan’ın başbakanlığında kurulan Refahyol koalisyonu sırasında yaşanan büyük çalkantılar, 28 Şubat kararlarının alınması ve ardından 1997 Haziran ayında Mesut Bey’in üçlü koalisyon hükümetinde başbakanlığı üstlenmesi ve sonrasında yine çalkantılarla geçen bir dönem izledi.

HESAP VERME ANLAMINDA ÖRNEĞİ OLMAYAN TOPLANTI

Kendisinin başbakan olmasından sonra bir şeyin kırıldığını fark ettim. Ne kadar

yakın olsanız da, bir siyasi iktidar koltuğuna oturduğu andan itibaren bu ilişkinin

her zaman yumuşak bir zeminde gitmesini beklemek çok gerçekçi değil. En azından o dönemin dinamikleri için konuşuyorum.

Bu çerçevede başbakanlığı döneminde Mesut Bey ile ilişkimiz genelde iniş çıkışlı bir seyir izledi. İniş yaşanan durumlarda yıllar önce Viyana’daki durumun hafif kalacağı diyaloglara kadar da varabildi işler. Örneğin, 1997 yılı eylül ayında Bonn’a yaptığı ziyarette Almanya Şansölyesi Helmut Kohl ile yaptığı görüşmeyi gazetede zabıt gibi yazmamın Bonn’da yarattığı rahatsızlık ışığında ne kadar büyük bir krize yol açtığını bugün gibi hatırlıyorum.

Ciddi bir kırılma da 1998 sonbaharında patlak veren Türkbank krizinde ortaya çıktı. Bu hadisenin Türk kamuoyuna duyurulmasında rol oynayan gazetecilerden biri de bendim. Ancak burada Mesut Bey’in hakkını teslim etmem gereken bir nokta var. O da, bu haberlerin çıkmasından sonra basının üst düzey yöneticileri ile dosyayla ilgisi olan bakan ve bürokratları –MİT Müsteşarı da dahil olmak üzere- bir akşam yemeğinde masanın etrafında bir araya getirip, “Herkes herkese istediği soruyu sorabilir” diyerek yaptırdığı tartışmadır.

Bu toplantı 28 Ekim 1998 akşamı düzenlendi. Her şeyin tam bir açıklık içinde sorulabildiği ve yanıtlandığı bir akşam olmuştu. Türkiye Cumhuriyeti tarihinde hesap verilebilirlik anlamında bu nitelikte bir toplantı düzenlenmemiştir. Batı’da bir benzerinin de gerçekleştiğini zannetmiyorum. Mesut Bey işte bazen böyle adımlar atarak şaşırtabilirdi insanı.

Gelgelelim Türkbank dosyasında tam bir fikri takiple yazdıklarım yedi yıl sonra sonra 15 Haziran 2005 tarihinde Yılmaz’ın Türkbank nedeniyle yargılandığı Yüce Divan’a tanık olarak davet edilmeme de yol açtı. Orada da Mesut Bey’le çekişmeli bir soru-cevap egzersizi geçti aramızda.

Mesut Beyin ardından (1) - Gazetecilerle ilişkisi hep çekişmeli oldu

SIZAN HABERLERE ÇOK KIZIYORDU

Mesut Bey, başbakanlığı bırakmasının ardından 1999 yılı nisan ayında yapılan seçimden sonra Bülent Ecevit’in başbakanlığı üstlendiği DSP-MHP-ANAP koalisyonunda başbakan yardımcılığı görevine geldi. Bu dönemde de ilişkimiz oldukça mesafeli bir çizgide seyretti. Gazetenin toplu bir etkinliği olmadığı sürece Mesut Bey’le bir araya gelmedik. 

Dün sabah bu yazıyı kaleme almak üzere eski yazılarımı gözden geçirdiğimde unutmuş olduğum birçok hadise zihnimde yeniden canlandı. Örneğin, Hürriyet Ankara Bürosu’ndan Muharrem Sarıkaya’nın, Şükrü Küçükşahin’in, Nuray Babacan’ın yazdığı bazı atlatma haberler Mesut Bey’i fena halde kızdırmış. Ben de kendisinin şikâyetleri üzerine 1 Kasım 1998 tarihinde “Başbakan Yılmaz ve Basın” diye bir yazı kaleme almışım.

Aslında bütün bu yazılar, Hürriyet’in Ankara Temsilciliğini yaptığım o yıllarda gazetecilerle siyasetçiler arasındaki ilişkilerin nasıl yürüdüğünü hatırlamak bakımından beni geçmişe bir yolculuğa çıkardı.

Ama şunu da belirtmem gerek. Mesut Bey, gazetecilere ne kadar kızsa da onlarsız da yapamıyordu. Bir dönem çok içerlediği o gazetecilerle gönül ve diyalog kapıları sonraki yıllarda hep açık kalmıştı.

CAMİ AVLUSUNDA NE DEDİ?

Bana gelince, 2005’te İstanbul’a geçmemden sonra uzun yıllar Mesut Bey’le bir temasım olmadı. 2014 yılında Hürriyet’in genel yayın yönetmenliğini üstlenmemden sonra İstanbul’da Zincirlikuyu Camisi’nde bir cenaze namazında avluda birden karşı karşıya geldik. El sıkıştık. Beni yeni görevimden dolayı kutladıktan sonra eski günlerimizdeki samimiyet ölçüleri içinde bir nasihatte de bulundu, “Önemli bir sorumluluk aldın. Bu görevi kendin için değil, ülkene karşı bir görevin gibi yapacaksın...” dedi.

Kendisini en son oğlu Yavuz’un ölümünden sonra evinde başsağlığı için ziyarete gittiğimde gördüm. O görüşmemiz bir vedaymış.

Şimdi bu yazıyı bitirirken bana “Yine ne yazdın böyle...” diyerek şaka yollu çıkıştığını duyuyor gibiyim. Belki de bir yanılsama...

Yazarın Tüm Yazıları