İç savaştan Türkiye’ye kalan ağır bir miras: İdlib

SURİYE’de sahadaki gelişmeleri raporlayan Suriye İnsan Hakları Gözlemevi’nin son duyurularından birine göre, dün Doğu Guta’dan tam 85 otobüsten oluşan bir konvoy ayrıldı. Raporda, konvoyun varış noktasının Türkiye’nin kontrolündeki Fırat Kalkanı bölgesi olduğu belirtiliyordu.

Haberin Devamı

Son konvoyda tahliye edilen “savaşçılar ve aileleri”nin sayısı “binlerce” olarak ifade ediliyor. Bu konvoyda yer alanlar, Ceyş ül-İslam (İslam Ordusu) adındaki selefi grubuna bağlı rejim muhalifleri. Türkiye’nin işbirliği yaptığı Özgür Suriye Ordusu (ÖSO) dışında kalan bu grup, ABD’nin terör örgütleri listesinde sıralanıyor.

Varılan anlaşma çerçevesinde Doğu Guta’dan daha önce çıkan konvoylarda ise Faylak el-Rahman ve Ahrar üş-Şam gibi gruplar yer almıştı.

*

İslam Ordusu konvoylarının Fırat Kalkanı bölgesine geçişi, son dönemde Esad rejimi muhaliflerinin bu coğrafyada yarattığı yığılmanın niteliğine de ışık tutuyor. Buna karşılık, Afrin’in hemen altında Hatay’ın doğusundaki İdlib bölgesinde durum daha da düşündürücü bir tablo çiziyor.

İdlib, geçen şubat ayı başında nüfusu 2 milyon 600 bin olarak hesaplanan, bu toplamın yaklaşık yarısı savaşta yerinden edilmiş kişilerden oluşan bir bölge. İdlib’in nüfusun son iki ay içinde Doğu Guta ve diğer bölgelerden gelen muhaliflerle daha da arttığını söyleyebiliriz.

Haberin Devamı

Sonuçta Türkiye, Suriye topraklarının Hatay, Kilis ve Gaziantep sınırlarına bitişik iki bölgesinde önemli bir nüfus yığılması sorunuyla karşı karşıya. Savaşın sonuna gelinmesiyle birlikte, Beşar Esad muhaliflerinin büyük bir bölümü ‘savaşın kaybeden tarafı’ olarak bu bölgeye sığınıyor. Bu arada, İdlib’de sahadaki kontrolün önemli ölçüde El Kaide’nin Suriye kolu El Nusra çizgisindeki ‘Heyet Tahrir üş-Şam’ örgütünde olduğunu hesaba katarsak, işin ciddiyeti daha iyi anlaşılabilir.

Özetle, çoğu cihatçı çizgideki muhalifler, Esad rejimi ile Türkiye arasına sıkışmış durumdalar. Üstelik bu bölgelerden biri (Fırat Kalkanı) doğrudan Türk Silahlı Kuvvetleri’nin kontrolünde. İkincisi İdlib ise Rusya ve İran’ın da katıldığı Astana sürecinde ‘çatışmasızlık bölgesi’ ilan edilerek, bunun denetim sorumluluğu Türkiye’ye zimmetlendi. Türkiye, bu amaçla rejim ile muhalifleri ayıran sınır boyunca tampon olarak dokuz askeri gözlem noktası kurmuş bulunuyor ve üç nokta daha kuracak.

Bu çerçevede Türkiye’yi bekleyen sorunları şöyle özetleyebiliriz:

*

Haberin Devamı

Birinci sorun, bir göç dalgası ihtimalidir. Esad rejimi, Doğu Guta’da ve ülkenin başka köşelerinde yaptığı gibi bu grupları ortadan kaldırmaya ya da bulundukları yerden sürmeye kalktığı takdirde, çok büyük bir göç dalgasını tetikleyecektir. Türkiye’yi en çok endişelendiren ihtimallerden biri budur ve İdlib’de kurulmakta olan askeri gözlem noktalarının önemli işlevlerinden biri, rejimi böyle bir hamleden caydırmak noktasında beliriyor.

İkincisi, sınırın yanında kümelendiklerine göre, Türkiye’nin bu cihatçı topluluklarla komşu olarak yaşama seçeneğiyle barışık hale gelmesi gerekecektir. Komşu seçimi için en ideal, en huzurlu topluluklardan söz etmiyoruz. Bu durumun sınır güvenliğine ek olarak, siyasi, sosyal, kültürel ve ekonomik açılardan pek çok sorun yaratacağını tahmin etmek güç değildir.

Haberin Devamı

Paralel bir diğer sorun, bu grupların bir bölümünün özellikle İdlib’deki Heyet Tahrir üş-Şam’ın (HTŞ), El Nusra bağlantılı olduğu için BM Güvenlik Konseyi kararları çerçevesinde terörist olarak kabul edilmesi ve ateşkesin dışında tutulmasıdır. Rusya, HTŞ’ye karşı askeri bir harekâta kalkışması halinde, bunu Güvenlik Konseyi kararları çerçevesinde meşru bir hareket olarak takdim edebilir. Bu, Türkiye’nin sahada çatışmasızlığı denetleme görevini üstlendiği bir bölgenin alevlenmesi demektir.

*

Belki de en önemli mesele, bu gruplara Suriye’nin geleceğinde nasıl bir yer bulunacağı sorusunda karşımıza çıkıyor. Bu bağlamda meseleyi en çarpıcı bir şekilde ortaya koyan isimlerden biri eski Dışişleri Bakanı Yaşar Yakış oldu. Yakış, ‘Arab News’ adlı bir web sitesi için kaleme aldığı “Türkiye’nin Suriye’deki ikilemi” başlıklı makalede, muhalif grupların Türkiye’nin sorumluluk taşıdığı alanlara geçtiklerine dikkat çektikten sonra meseleyi bir paragrafta şöyle özetledi:

Haberin Devamı

“Eğer Suriye’nin toprak bütünlüğü korunacaksa, bu gruplar elimine edilmeli ya da bir şekilde Suriye’nin geleceğine eklemlenmelidir. Türkiye’nin, bu grupları ya teslim olmaya ya da bir dönem yıkmak istedikleri Suriye rejiminin altında bir rol üstlenmeye ikna etmek gibi çok zor bir görevi yüklenmesi gerekecektir...”

Neresinden bakarsak bakalım, Türkiye’yi Suriye meselesinde bundan sonra çok zor bir dönemin beklediği aşikâr. Bu sorunların göğüslenebilmesi için Türkiye’nin nasıl bir Suriye tasavvuruna sahip olduğunu da ortaya koyması gerekiyor...

Yazarın Tüm Yazıları