‘Güvenli bölge’de yanıt bekleyen sorular

Türkiye ile ABD arasında haftalardır tırmanan bir gerilimin ardından Suriye sınırında bir askeri harekât ihtimalini şimdilik ortadan kaldıran bir uzlaşıya varılmış olması olumlu bir gelişme olarak görülmelidir. Türkiye’nin güvenlik kaygılarının ivedilikle karşılanacağının açıklanması, bunun için ABD ile ortak bir mekanizmanın kurulmasının kararlaştırılması, ABD’nin ‘barış koridoru’ hedefini taahhüt etmesi kuşkusuz Ankara açısından bu mutabakatın en önemli artılarını oluşturuyor.

Haberin Devamı

Ancak yine de varılan mutabakatı bugün itibarıyla kapsamlı bir şekilde değerlendirebilecek bir noktada değiliz. Bunun nedeni, uzlaşının ayrıntılarının henüz açıklık kazanmamış olmasıdır. Dolayısıyla, yapılacak bir analizde daha çok yanıt bekleyen soruların ön plana çıkması kaçınılmazdır.

*

Bu ihtiyat payını en baştan kayda geçirdikten sonra şu gözlemleri öne sürebiliriz:

Öncelikle, bu mutabakatın “aşamalı” bir şekilde işleyeceğini anlıyoruz. Önceki gün duyurulan ortak açıklama “ilk aşamada alınacak önlemlerden” söz ediyor. İlk aşamada Ankara’nın güvenlik kaygılarının giderilmesi ağırlık kazanacaktır. Bundan, sınıra bitişik alanda bulunan PKK’nın Suriye’deki uzantısı PYD/YPG unsurlarının buradan uzaklaştırılması ve aynı zamanda sahip oldukları ağır silahların Amerikan tarafına devredilmesini anlamalıyız.

Haberin Devamı

Güvenli bölgede Suriyelilerin dönüşünü de kapsayacak şekilde yapılacak düzenlemeler daha sonraki aşamalara bırakılmış bir hedef olarak beliriyor.

*

Söz konusu güvenli bölgenin derinliği Türkiye ile ABD arasındaki müzakerelerde en çetrefil başlıklardan birini oluşturmaktaydı. Türk tarafı 32 kilometre gibi bir derinlikte ısrar ederken, ABD tarafı derinliğin 5-14 kilometre gibi daha dar bir koridorda tutulmasını talep ediyordu. Milli Savunma Bakanı Hulusi Akar’ın önceki gün genel bir çerçevede “Muhataplarımızın görüşlerimize yaklaştığını memnuniyetle müşahede ettik” şeklinde konuşması, ABD’nin bu başlıkta esneklik gösterdiği şeklinde yorumlanabilir.

Derinlik gibi kritik olan bir başka nokta güvenli bölgenin uzunluğudur. Türkiye ile Suriye arasındaki 911 kilometrelik sınırın Fırat’ın Suriye topraklarına girdiği Karkamış’tan doğuya, Irak sınırına kadar uzanan bölümü 430 kilometreye yaklaşıyor. Başlangıçta ‘güvenli bölge’nin Fırat’ın hemen doğusundaki sınırlı bir alanı mı içereceği yoksa Irak’a kadar tümünü mü kapsayacağı hususunda açıklık yoktur.

Bu bölgenin üzerindeki hava sahasının denetiminin mevcut durumda olduğu gibi yine ABD’de mi kalacağı yanıtı merakla beklenen bir başka konudur? ‘Güvenli bölge’nin işleyişinin ‘Fırat Kalkanı’ bölgesi ya da Afrin’deki gibi Türkiye’nin mutlak hareket serbestisine sahip olduğu modelden biraz daha farklı olacağını düşünebiliriz. Bu modelin başarısı Türk ve ABD askerleri arasında yakın bir işbirliği ve koordinasyonun işlemesine, bunun gerektirdiği bir ortak çalışma kültürünün geliştirilmesine bağlıdır.

*

Haberin Devamı

 ‘Güvenli bölge’nin kritik bir yönü şurada beliriyor. Fırat’ın doğusundaki bölge sınır boyunca bazı noktalarda Kürt, bazı noktalarda ise Arap nüfusun yoğun olduğu bir coğrafya. Kürt ve Arap nüfusun iç içe geçtiği yerleşimler de söz konusudur. Bölgede demografisi başkalaştırılmış yerlerin bulunması işi daha da zor bir hale getiriyor. Örneğin, Tel Abyad Arap ağırlıklı bir yerleşim olmakla birlikte 2012 sonrası süreçte PYD/YPG’nin uygulamalarıyla Kürt nüfusu belirgin bir şekilde artmıştır. Türkiye’deki Suriyelilerin bu bölgede yerleştirilmesi projesi -karmaşık demografik dengeler ışığında- hassasiyetle yürütülmesi gereken bir konudur.

‘Güvenli bölge’ içindeki yerleşimlerde nasıl bir yönetim modelinin işleyeceği bir başka kritik başlıktır. Bu bölgedeki belli başlı yerleşimlerde halen YPG/PYD’nin baskın olduğu yerel konseyler işbaşındadır. Bu konseylerin kompozisyonlarının ve işlevlerinin güvenli bölge altında nasıl şekilleneceği uygulamadaki önemli meselelerden biridir.

*

Haberin Devamı

ABD, sistemin işleyişinde Türkiye ile bu bölgedeki başat güç olan Suriye’deki askeri müttefiki YPG/PKK arasında bir tür tampon işlevi üstlenecektir. ABD, bunun için öncelikle PYD/YPG’yi bu düzenlemelere ikna etmek durumundadır.

Güvenli bölge müzakerelerinde kilit bir rol oynayan ABD’nin Suriye temsilcisi Büyükelçi James Jeffrey, geçen hafta perşembe günü yaptığı bir açıklamada “Kürt-Arap karışımı bir askeri güç olan Suriye Demokratik Güçleri bizim oradaki ortağımızdır. Bizimle birlikte savaşmış olanların saldırıya uğramaması, onlara hiç kimse tarafından zarar verilmemesi taahhüdümüze bağlıyız” demişti.

Bu sözleri, Trump yönetiminin YPG/PYD’ye kuvvetli bir koruma güvencesi verdiğini gösteriyor.

*

Haberin Devamı

Yapılacak düzenlemelerin Suriye’nin geleceği bağlamında “Fırat’ın doğusu” meselesini çözüme kavuşturacağını söylemek mümkün değildir. Fırat’ın doğusunda güneye doğru uzanan ve Suriye topraklarının yaklaşık üçte birini kaplayan coğrafya halihazırda SDG üzerinden PYD-YPG kontrolü altındadır. ABD, Suriye’nin geleceğine dönük stratejisi ve IŞİD’le mücadele hedefi çerçevesinde bu askeri gücün buradaki varlığını sürdürme kararındadır.

Mutabakatın işleyişinde her şeyden önce uygulamayı beklemek gerekiyor. Bu yönüyle aslında ilgili bütün tarafları son derece zorlu bir süreç bekliyor. Küçük ayrıntılar büyük sorunlara yol açabilir. Ayrıca, Türkiye ile ABD arasındaki ilişkilerin tarihinde ABD’nin yerine getirmediği vaatlerin -örneğin en son Menbiç mutabakatı gibi- çok geniş bir yer tuttuğu unutulmamalıdır.

 

Yazarın Tüm Yazıları