Dışişleri’nde liyakatin önemini vurgulayan bir hatırat

Bir diplomat nasıl olunur?

Haberin Devamı

Diplomatlık nasıl bir kariyerdir? Diplomatlar merkezde ve yurtdışında ne gibi görevler yürütürler, hangi koşullarda çalışırlar? Nasıl bir hayat yaşarlar? Meslek çizgileri nasıl bir kurumsal kültürün içinde şekillenir?

Büyükelçi Tunç Üğdül’ün kaleme aldığı “Diplomasi Cephesi/Hariciyeci Bir Çiftin 40 Yılı” başlıklı hatıratı, diplomatlık kariyeriyle ilgili bütün bu gibi soruların yanıtlarını iki diplomatın yaşam öyküleri üzerinden veren oldukça kapsamlı bir kitap.

Üğdül, kitabında 1980 yılında adım attığı ve 2020 yılında büyükelçi unvanıyla emekli olduğu Dışişleri Bakanlığı’ndaki 40 yıllık serüvenini ayrıntılı bir şekilde anlatıyor. Kitap, paralel bir izlekte kendisi gibi hariciyeci olan ve o da büyükelçi unvanıyla emekliye ayrılan eşi Aslıgül Üğdül’ün mesleki çizgisinin seyrini de içeriyor.

Haberin Devamı

Kitap boyunca evli bir hariciyeci çiftin kariyerlerinin birlikte ilerleyişini izliyoruz. Bazen birlikte aynı merkezlerde, daha çok da farklı ülkelerde görev yaparak icra ediyorlar mesleklerini. Bu kariyeri Tunç Üğdül’ü Türkiye’yi Slovakya, Fas ve Polonya’da büyükelçi unvanıyla temsil etmeye taşırken, Aslıgül Üğdül Türkiye’nin Afrika’daki ilk kadın büyükelçisi olarak Senegal’e gidiyor, bunu eşinin eski görev yeri Slovakya büyükelçiliği izliyor. ‘Üğdül’ler bir yandan da iki çocuklarını büyütüyorlar.

*

Kitap, önce Üğdül’ün Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi’nde aldığı eğitimden başlayarak bakanlık sınavına nasıl hazırlandığını, nasıl bir sınavdan geçtiğini anlatarak başlıyor. Ardından genç bir diplomatın bakanlığın basamaklarında kademe kademe yükselerek, kurumun kültürü içinde yoğrularak nihai hedef olan büyükelçilik unvanına kadar yükselişini ve finalde bu görevi icra edişinin öyküsünü izliyoruz.

Bununla iç içe geçen ikinci anlatıda da ODTÜ mezunu olan eşi Aslıgül Üğdül’ün benzer yolculuğuna tanıklık ediyoruz.

Üğdül’ün ana vurgularından biri, Dışişleri Bakanlığı’nın köklü geleneklere dayanan bir kültürü usta çırak ilişkisi içinde kuşaktan kuşağa aktararak yaşatan bir Cumhuriyet müessesesi olduğudur.

Haberin Devamı

Kurumsallığın olmazsa olmaz bir koşulu geçmişte ödünsüz bir şekilde uygulanan liyakat sisteminde karşımıza çıkıyor. Burada çarpıcı örnekler veriyor Üğdül. Bakanlık giriş sınavının ne kadar katı ve seçici bir şekilde uygulandığını anlatırken, geçmişte devlet büyüklerinin, büyükelçilerin çocuklarının bile giriş sınavlarında pekâlâ takılabildiklerini anlatıyor.

*

Kitabın 2009 sonrasında Dışişleri’nin bu yerleşmiş geleneklerinin uğradığı zemin kaybına ilişkin tespitleri kayda değerdir. Büyükelçinin özellikle FETÖ’nün 2010-2013 yılları arasında bakanlıktaki kadrolaşmasını anlattığı bölüm bir hayli çarpıcı. Örgüt, bunu önce bakanlığın giriş sınavı sistemini değiştirerek yapıyor. Test sınavıyla ön eleme getirilerek kendi aralarında önceden dağıtılan sorular üzerinden Dışişleri FETÖ kadrolarına açılıyor, bazı kritik görevlere FETÖ unsurları getiriliyor.

Haberin Devamı

Bu dönem için Üğdül şu tespiti yapıyor: “Kilit görevlere getirilen bahse konu diplomatların FETÖ mensubu olduklarının bilinmemesi ve tüm bu icraatlarının kendilerini oraya getiren siyasi şahsiyetlerin ve yaptıklarına göz yumanların bilgileri dışında gerçekleşmesi düşünülemezdi.”

*

Üğdül’ün kitabını okurken özellikle iki bölüm beni çok düşündürdü. Bunlardan birincisi, 1980’li yılların ortalarında ilk yurtdışı tayini ile gittiği Paris Büyükelçiliği’nde görev yaptığı yıllara (1983-86) ilişkin anlattıklarıdır.

Önce Ermeni terör örgütlerinin suikastları nedeniyle Türk diplomatlarının Batı ülkelerinde her gün ölüm tehdidi altında görev yaparken yaşadıkları sıkıntıları bir kez daha hatırlıyoruz. Buna karşılık, Fransız resmi makamlarının ve yargısının uzun bir süre bu hadiseler karşısındaki kayıtsız tavırlarıyla karşılaşmak insanı bugün de çok rahatsız ediyor.

Haberin Devamı

ASALA’nın 15 Temmuz 1983’teki Orly baskınından hemen sonra Fransız makamlarının failleri 24 saat içinde yakalayabilmiş olması, aslında bu terörist grupların Fransız devleti tarafından bilindiğinin bir teyididir Üğdül’e göre.

Kitabın bunun gibi düşündürücü bir diğer bölümü, diplomatın Paris’ten sonra 1986-89 yılları arasında Filibe Başkonsolosluğu’ndaki görevini konu alıyor. Görev yılları Bulgaristan’daki Türklerin maruz kaldıkları isim değiştirme kampanyası dönemine rastlıyor.

Üğdül’ün burada bir istihbarat görevlisi gibi sahada nasıl çalıştığını, bütün baskılara rağmen Türklerle nasıl gizlice temas kurduklarını, topladıkları bilgileri Ankara’ya nasıl raporladıklarını aktardığı bölümler bir gerilim öyküsü kıvamında.

Haberin Devamı

Her halükârda bu bölüm Bulgaristan’daki komünist rejimin Türk azınlığı hedef alan isim değiştirme kampanyasının acımasızlığını göstermesi bakımından ibret vericidir. Bugün ise Türklerin kurduğu parti Bulgaristan Parlamentosu’ndaki üçüncü büyük siyasi grubu oluşturuyor.

*

Üğdül, kitabında görev yaptığı dönemlerde baktığı konuların arka planlarını geniş bir şekilde anlatıyor. Örneğin, 1990’lı yılların ortalarında Ankara’da Balkan Dairesi’nde görev yaptığı dönemi aktarırken, aynı zamanda Türkiye’nin Balkanlar’a dönük politikasının temellerini de tarihsel bir perspektife oturtarak yazıyor.

ABD ve başlıca Avrupa ülkelerinin Bosna savaşındaki sorumluluklarına ilişkin değerlendirmelerinin,  o dönemin tarihinin hafızalarımızda silikleşmemesi bakımından önemli olduğunu düşünüyorum.

Ayrıca, 1996-2000 arasında New York’ta Birleşmiş Milletler’deki görevi sırasında Kıbrıs sorunu üzerindeki mesaisinden yola çıkarak bugüne bakıyor. Üğdül’ün geçen 20 yılın gelişmelerini kapsayan bir bütünlük içinde bugün gelinen çözümsüzlüğe ilişkin gözlemleri Kıbrıs meselesinde kuvvetli bir arka plan çerçevesi sunuyor.

*

Kitabın oldukça bilgilendirici bir yönü, Üğdül’ün bakanlığın iç işleyişi, karar alma süreçlerine ilişkin tanıklığıdır. Örneğin, merkezde Araştırma ve Güvenlik İşleri Genel Müdürü olduğu dönemde (2012-16) Ermeni çevrelerinin dünyanın birçok ülkesinde tehcirin 99’uncu yıldönümü olan 24 Nisan 2014 tarihi öncesinde yapacakları atağa karşılık vermek üzere bakanlık içinde yürütülen büyük hazırlığın anlatıldığı bölüm dikkat çekicidir.

Burada Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın 23 Nisan 2014 tarihinde yaptığı ve 1915 olaylarında ölen Ermeniler için taziyede bulunduğu ve ortak tarih komisyonu önerisini tekrarladığı dokuz dilde yayımlanan kapsamlı açıklamanın gerisinde, Dışişleri Bakanlığı’nın mutfağında uzunca bir zaman yürütülen bir ekip çalışmasının olduğunu öğreniyoruz. Konuşmanın ilk taslağı bu çalışmadan çıkmıştır.

Üğdül’ün bu gibi hadiseleri aktarırken ekip çalışmasına katkı sağlayan her kademeden mesai arkadaşının isimlerini geçirmesi bir hakşinaslık örneğidir.

*

Büyükelçinin kariyerinin son 20 yılının büyük bir bölümü AK Parti iktidarında geçmiştir. Kitabı, Türkiye’nin dış politikasının ana doğrultusunun bu dönemde sahne olduğu değişimlerin, savrulmaların profesyonel bir diplomatın gözünden eleştirel bir değerlendirmesini de içeriyor.

Üğdül, bu noktada öncelikle Ahmet Davutoğlu’nun 2009’da Dışişleri Bakanlığı’nı üstlenmesiyle birlikte yaşanan değişime odaklanıyor. Abdullah Gül ve Ali Babacan’ın dışişleri bakanlıkları döneminde Batı ile ilişkilere öncelik veren politikalardan sonra Davutoğlu ile birlikte “Yeni Osmanlıcılık” olarak tanımlanan bir vizyonun ön plana çıktığını anlatıyor.

Bu arada “Arap Baharı”nın da dış politikada bir “kırılma eşiği” yarattığını belirterek, şu gözlemleri belirtiyor:

Türkiye, Arap Baharı öncesinde Ortadoğu’nun tüm aktörleri ile görüşebilen, başkaları arasındaki çatışmalara karışmaktan her zaman kaçınan ve tüm taraflarla açık ve samimi ilişki yürütebilen bir ülkeydi... Arap Baharı’nın ardından Türkiye bütün kozlarını İhvan ve benzeri gruplar üzerine oynamayı seçti. Bu yönde şekillenen Türk dış politikasının esneme kabiliyeti ve hareket alanı daraldı... Yunanistan ve KRY’nin yarattıkları oldu bittilere destek vermeye hem İsrail hem Mısır’ı zorla ittik... Mısır’da Müslüman Kardeşler’in bekası hiç ama hiçbir şekilde bizim Kıbrıs davamızdan veya Doğu Akdeniz’deki hayatı çıkarlarımızdan daha önemli değildir.”

*

Bir diğer kırılmaya ilişkin tespiti de 2018 yılında başkanlık sistemine geçildikten sonra yaşanan gelişmelerle ilgilidir. Üğdül, son yıllarda bakanlığın nitelikli personelinin dışlandığını, dış politikanın iç politikanın parçası haline geldiğini, dış politikanın bakanlık dışından şekillendirildiğini, özetle Dışişleri’nin etkinliğinin azaldığını belirtiyor. Diplomasi mesleği ve bakanlık deneyimi bulunmayan dış politika bilgileri sınırlı kişilerin dışarıdan büyükelçi atanmalarının da Dışişleri’nin kurumsal özerkliğini zayıflattığı görüşündedir.

Yine de iyimser bir finalle bitiriyor kitabını Üğdül . Çünkü bakanlıkta “Kurumsal kapasitenin hâlâ yerli yerinde olduğunu, nitelikli kadroların orada bulunduğunu” vurguluyor.

Büyükelçi Üğdül’ün kitabının özellikle diplomatlık mesleğini düşünen gençler, üniversitelerimizde uluslararası ilişkiler okuyan öğrenciler tarafından okunmasının çok yararlı olacağını düşünüyorum. Hem bu mesleği yakından tanımak hem de geçen 40 yıl zarfında Türk dış politikasının başlıca sorunlarının arka planları üzerinde kavramsal bir çerçeve kazanmak açısından...

Yazarın Tüm Yazıları