Dış ilişkilerin yeni evreni: Yaptırımlarla yaşamak

Türkiye’nin dünyayla ilişkilerini izlemeye çalışırken bazı ülkelerin Ankara karşısında giderek yerleşmekte olan bir davranış kalıbı dikkatimi çekiyor. Ellerindeki kartların güçlü olduğu, uygun fırsatın da bulunduğu hesabını yapan bu ülkeler, Türkiye’ye karşı yaptırım, ambargo gibi yöntemleri fiilen kullanma yoluna gidiyorlar. Bazı durumlarda da yaptırım tehdidini bir pazarlık aracı olarak açık bir dille ya da -hissettirme- şeklinde devreye sokuyorlar.

Haberin Devamı

Geçenlerde Suudi Arabistan’la ilişkilerdeki normalleşme arayışlarını incelerken karşıma çıkan ambargo tablosu bu bakımdan gerçekten düşündürücüydü. Suudi Arabistan, geçen yıl Türk müteahhitlerinin bu ülkede yeni projeler üstlenmelerini neredeyse durma noktasına getirmiş, ayrıca bu yılın ilk çeyreğinde Türkiye’den ithalatını bir yıl önceki aynı döneme kıyasla yaklaşık yüzde 90 oranında kesmişti.

Suudi Arabistan’ın bu tutumunun gerisinde ilişkilerde siyasi düzeyde yaşanan sıkıntılar rol oynuyor. Suudi görevlilerin kendi vatandaşları olan gazeteci Cemal Kaşıkçı’yı 2018 yılında İstanbul’daki başkonsolosluklarında öldürüp cesedini ortadan kaldırmalarına Türkiye’nin uluslararası alanda verdiği kuvvetli tepkinin burada önemli bir faktör olduğunu tahmin etmek zor değil. Ayrıca, Suudi Arabistan’ın bölgede kendisine tehdit olarak gördüğü Müslüman Kardeşler örgütüne Türkiye’nin gösterdiği yakınlıktan -Mısır gibi- eskiden beri rahatsızlık duyduğu biliniyor.

Haberin Devamı

MISIR CEPHESİNDEKİ TABLO

 Türkiye’nin Mısır ile ilişkilerini normalleştirme yönündeki çabalarına baktığımızda, ekonomik ilişkilerin siyasi düzeydeki sıkıntılardan ciddi bir şekilde etkilenmediğini belirtmeliyiz. Bununla birlikte, Mısır’da 2013 yılındaki gerçekleştirilen darbeden sonra ikili ilişkilerin bozulması, bu ülkenin Türkiye’yi Doğu Akdeniz’de enerji alanındaki kurumsal yapılanmaların dışında tutma yönünde karşı hamlelerini beraberinde getirmiştir.

Mısır’ın Türkiye karşısında başvurduğu yöntem normalleşme sürecini belli siyasi koşullara bağlamasıdır. Kahire’nin normalleşme için çizdiği yol haritasında, Türkiye’de Sisi rejimine karşı yayın yapan muhalif TV kanallarının yayınlarının disiplin altına alınması, bir bu kadar önemlisi Kahire’deki rejimin terörist olarak ilan ettiği Türkiye’de bulunan bazı muhaliflerin Mısır’a iade edilmesi gibi talepler yer alıyor.

AB’NİN YAPTIRIM DENKLEMİ

 Türkiye’ye karşı yaptırım söyleminin Avrupa Birliği cephesinde tam anlamıyla yerleştiğini söylemek mümkün. AB, özellikle geçen yaz sonu ve eylül ayında Doğu Akdeniz’de Türkiye ile Yunanistan arasında sismik araştırma ve sondaj faaliyetleri nedeniyle savaş gemilerinin de sahaya çıkmasıyla yaşanan yüksek gerilimin ardından, yaptırım kartını Türkiye’ye karşı resmi politikası haline getirmiş bulunuyor.

Haberin Devamı

AB’nin bu politikasının ilk adımı geçen 2 Ekim’deki AB Zirvesi’nde alınan bir kararla atılmıştı. Buna göre, “Uluslararası hukuku ihlal eden tek taraflı eylem ve provokasyonlarını tekrarlaması halinde, Türkiye’ye karşı AB Antlaşmaları’nın ilgili maddeleri çerçevesindeki bütün araç ve seçeneklerin kullanılacağı” açıklanmıştı. Kastedilen araç ve seçenekler geniş bir yaptırım seçeneği sunuyor AB’ye.

AB, sonrasında Türkiye ile ilişkilerinde olumlu bir gündem üzerinde ilerleme sağlanmasını 2 Ekim 2020 kararlarındaki koşullara dayanan bu yaptırım denklemi üzerine kurdu. Sonraki aralık ve mart zirvelerinde bu çizgi tam anlamıyla yerleşti. Bunun sahadaki sonucu, Türkiye’nin Doğu Akdeniz’de sismik araştırma ve sondaj çalışmalarını geçen sonbahardan bu yana durdurmuş olması, buna karşılık Türkiye ile Yunanistan arasında Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu’nun bu hafta başındaki Atina ziyaretinin gösterdiği gibi diplomasi seçeneğinin devreye girmesidir.

Haberin Devamı

ABD YAPTIRIMLARI ARALIKTA AÇIKLANDI

 ABD cephesine baktığımızda yaptırım yönteminin belli krizler patlak verdiğinde bilfiil işletildiğini görüyoruz. Örneğin, 2018 yazında casusluk suçlamasıyla İzmir’de tutuklu bulunan ABD’li rahip Andrew Brunson serbest bırakılmayınca, Başkan Donald Trump’ın kararıyla ABD Hazine Bakanlığı 1 Ağustos 2018 tarihinde Brunson’ın tutukluluğundan sorumlu tuttuğu İçişleri Bakanı Süleyman Soylu ve Adalet Bakanı Abdulhamit Gül’ü yaptırım listesine almıştı. Trump, ayrıca Türkiye’nin ihracatına ekonomisini olumsuz yönde etkileyecek kısıtlamalar da getirmişti. Brunson’ın 12 Ekim 2018 tarihinde serbest bırakılmasından üç hafta kadar sonra Soylu ve Gül ile ilgili yaptırım kararları kaldırılmıştı.

Haberin Devamı

Yaklaşık bir yıl sonra yine Trump yönetimi, Türkiye’nin 9 Ekim 2019 tarihinde Suriye’de başlattığı “Barış Pınarı harekâtı” üzerine bu kez Milli Savunma Bakanı Hulusi Akar, İçişleri Bakanı Süleyman Soylu ve dönemin Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı Fatih Dönmez hakkında yaptırım kararı almıştı. ABD yönetimi, bu kararı 15 Ekim 2019 tarihinde duyururken, ayrıca ekonomik yaptırım da uygulayabileceğini açıklamıştı. Başkan Trump’ın o günlerde Türkiye’ye savurduğu tehditler hatırlardadır. Ancak Türkiye ile ABD arasında 18 Ekim 2019 tarihinde harekâta ilişkin mutabakata varılınca, bu yaptırım kararları üç ay kadar sonra kaldırılmıştı.

Ayrıca, Trump görevden ayrılmadan kısa bir süre önce 14 Aralık 2020 tarihinde, Türkiye, Rusya’dan S-400 hava savunma sistemleri aldığı için doğrudan Savunma Sanayii Başkanlığı’nı hedef alan ve bu kuruma ihracat izinlerini de yasaklayan yaptırım kararlarına onay vermiştir. ABD’nin “Hasımlarına Yaptırımlar Yoluyla Karşılık Verme Yasası” (CAATSA) çerçevesinde uygulamaya konan bu önlemlen halen yürürlüktedir ve geçen ocak ayında işbaşı yapan Biden yönetimi Rusya’dan yeni sistemler alması halinde Türkiye’ye ek yaptırımların da getirilebileceğini söylemektedir.

Haberin Devamı

RUSYA CEPHESİNDE SIKINTILAR

Bu arada açıklanmış bir yaptırım kararı olmasa da, Rusya cephesinde turizm alanında yaşanmakta olan güçlükler de ciddi soru işaretlerine yol açıyor. Rusya geçen nisan ayında aldığı bir kararla Türkiye’ye yönelik uçuşlara 1 Haziran tarihine kadar kısıtlama getirmişti. Ankara’nın turizm sezonunun başlayacağını belirterek bu kararın gözden geçirilmesine yönelik beklentisini iletmesine karşılık, geçen pazartesi günü bu kısıtlama 21 Haziran tarihine kadar uzatıldı. Rus makamları bu karara vakaların yüksekliğini gerekçe gösteriyor. Buna karşılık, Kremlin’in Türkiye’nin Ukrayna’ya yaptığı silah satışlarından duyduğu rahatsızlık nedeniyle bu güçlükleri yarattığı yolunda da yaygın şüpheler var.

Ayrıca Rusya Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü Mariya Zaharova’nın Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü Tanju Bilgiç’in geçen 18 Mayıs’ta “Kırım Tatar ve Çerkes Sürgünlerinin yıldönümleri hakkında” yaptığı açıklamaya “Türkiye’nin de etnik, dilsel ve dinsel çözülmemiş sorunları var... Bu tür bir retorik devam ederse bizim de Türkiye’nin benzer sorunlarına dikkat göstermemiz gerekir” şeklindeki yanıtı da bu süreç içinde rahatsızlık yaratan bir başka gelişme olmuştur.

ÇİN AŞI TAAHHÜDÜNÜ NEDEN TAM TUTMADI?

 Bu bağlamda dikkat çekmemiz gereken bir konu da Çin Halk Cumhuriyeti’nden aşı sağlanmasında yaşanan güçlüklerdir. Çin Halk Cumhuriyeti’ndeki Sinovac firmasının iki ayrı sözleşme çerçevesinde Türkiye’ye geçen nisan ayı sonuna kadar 100 milyon aşı taahhüt etmesine karşılık, bugüne dek bu miktarın ancak dörtte birine yakın bir bölümünü göndermiş olması, Türkiye’nin yaza 50 milyon kişiyi aşılamış olarak girme planını altüst etmiş bulunuyor. Türkiye, bunun üzerine aynı zamanda BioNTech seçeneğine yönelmiştir.

Çin makamları, bu durumu ülke içindeki aşı ihtiyacına öncelik verilmesi gerekçesiyle izah ediyorlar. Buna karşılık, bu taahhütlerin tutulmamasının gerisinde Türkiye’nin Uygur Türkleri ile ilgili açıklamalarından duyulan rahatsızlığın da rol oynadığına dair yaygın bir kanaat söz konusudur.

Sonuçta hepsini bir araya getirdiğimizde, Türkiye’nin bir dizi ülke ve AB ile değişik şekillerde yaptırım sorunları ya da benzer güçlükler yaşamakta olduğu tespitini yapabiliriz.

Not: Almanya, Birleşik Krallık ve Kanada gibi bazı Batı ülkelerinden muhtelif askeri malzemelerin temininde yaşanan sıkıntılar bu yazının kapsamı dışındadır

 

Yazarın Tüm Yazıları