Cumhurbaşkanı Erdoğan Ukrayna savaşında Batı’ya mesafe koyuyor

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın önceki gün Sırbistan’da yaptığı açıklamalar sırasında Ukrayna savaşı konusunda Batı’ya karşı aldığı eleştirel ve suçlayıcı tavır, geçen şubat ayından bu yana sürmekte olan savaşta en dikkat çekici çıkışlarından biri olarak beliriyor.

Haberin Devamı

Gerçi Erdoğan sözlerinin girişinde Türkiye’nin savaşta Rusya ile Ukrayna arasında “hep denge politikası güttüğünü” söylüyor. Bununla birlikte, ifadelerinin devamında savaş denkleminin kritik bir paydası olan Batı dünyasını en azından söylem düzeyinde bu denge politikasının dışında tutuyor. Rusya ve Ukrayna karşısında bu politikanın gereği olan dikkatli bir dil kullanırken, Ukrayna’nın müttefiki Batı’nın savaştaki tutumu söz konusu olduğunda Erdoğan’ın kendisini böyle bir çizgiyle bağlı hissetmediğini görüyoruz.

*

Açıklamalarının içerik analizini yaptığımızda, Erdoğan, öncelikle “Batı’nın takındığı tavrı doğru bulmadığını, tahrik üzerine kurulu bir politika güden bir Batı olduğunu” belirtiyor. Bu ifadesiyle, Batı’yı açıkça savaşı “tahrik etmekle” suçlarken, bu tutumun çözümü güçleştirdiğini kaydetmiş oluyor. Cumhurbaşkanı’nın bu görüşleri, belli çevrelerde Batı’nın Ukrayna’da çözüm istemediği yolunda bir süredir dile getirilen tezlere yakın bir çizgiyi yansıtıyor.

Haberin Devamı

Batı’dan Ukrayna’ya vaat edilen paraların gönderilip gönderilmediğini de sorgulaması, “Nerede bu para, bu da sadece laf ola beri gele” diye konuşması, ayrıca gönderilen silahlar için “hurda” ifadesini kullanmasının, Ukrayna’ya yardımda bulunan Batılı ülkeler tarafından tepkiyle karşılanacağını tahmin etmek güç değildir.

Her halükârda, Rusya’nın işgali planlandığı gibi yürütememesi, sahada köklü bir strateji değişikliği yapmak zorunda kalması ve savaşın şu an bir kilitlenmeye girmiş olmasının gerisinde, Ukrayna halkının, ordusunun kahramanlığı ve dayanıklılığının yanı sıra, Batı’dan gelen desteklerin katkısı da azımsanamaz. Türkiye de insansız hava araçları dahil olmak üzere Ukrayna’nın savaş gücüne yardımda bulunan taraflardan biridir.

*

Erdoğan’ın buradaki önemli bir açıklaması, Rusya Lideri Vladimir Putin’in enerjiyi bir silah olarak kullanmasını mütekabiliyet çerçevesinde olağan karşıladığını ima ederek, “Herkes ona saldırınca da elindeki imkanlarını, silahlarını ne yapacaktır? Kullanacaktır, olay bu kadar basit” demesidir.

Haberin Devamı

Bu düşünce kalıbından hareket etmesi, Erdoğan’ı Batı’nın Rusya’ya uyguladığı ekonomik yaptırımları sorgulayan bir çizgiye getiriyor. Bu sorgulamanın şu soruya yol açması kaçınılmazdır: Batı, Ukrayna’yı işgali karşısında Rusya’ya yaptırım uygulamayıp sadece bildiriler üzerinden kınamakla ve aynı zamanda silah yardımıyla mı yetinmeliydi?

Yaptırımlara gidilirken işgale, kaba güce başvurmanın uluslararası sistemde cezasız kalıp genel bir davranış kalıbına dönüşmesini önleme düşüncesi de ağır basmıştır. Saldırganlığının bir bedelinin olduğunun Rusya’ya bir şekilde gösterilmesi gerekiyordu. Bunun Putin’in karşı hamlelerini davet etmesi de kaçınılmazdı. Ancak Rusya’nın elindeki bu silahı kullanarak küresel enerji pazarında bir satıcı olarak güvenilirliğini ağır bir şekilde sarstığı da bir vakadır.

Haberin Devamı

Erdoğan’ın “Herkes ona saldırınca” ifadesinde Rusya’yı bir saldırıya maruz kalan taraf olarak göstermesinin de altı çizilmelidir. Denge politikası gözetiliyorsa, saldırılardan söz açılınca, Rusya’nın da Ukrayna’ya saldırdığı, bu ülkeyi işgal ettiği olgusunun unutulmaması gerekmez mi?

*

Cumhurbaşkanı’nın Belgrad’daki çıkışının tahlili, Türkiye’nin Ukrayna politikasının ana parametrelerine kısaca bakmamızı gerekli kılıyor. Öncelikle Türkiye’nin temel tutum olarak NATO zirve bildirilerinde Rusya’nın hareketini “işgal” diye nitelendirerek ağır ifadelerle “kınadığını”, BM dahil uluslararası forumlarda bu tutumunu tekrarladığını hatırlamalıyız. Türkiye’nin keza Montrö Sözleşmesi’nin ilgili hükümlerini işleterek Boğazlar’ı savaşan taraflara kapaması, Rusya’nın donanmasını Akdeniz ile Karadeniz arasında hareket ettirebilmesini önlemiştir.

Haberin Devamı

Türkiye, bunu yaparken Batı’nın Rusya’ya uyguladığı yaptırım rejiminin de dışında kalmıştır. İzlediği denge politikasını da tamamlayan bu çizgisini Batılı ülkelere önemli ölçüde kabul ettirdiği söylenebilir. Bununla birlikte, Rusya’nın kendisine uygulanan yaptırımları Türkiye üzerinden baypas edebildiği hususunda Batılı merkezlerde şikâyetlerin dile getirildiği de gözleniyor.

Türkiye, keza ambargonun dışında kaldığı için halihazırda hava ulaşımı açısından Rusya’yı Batı’ya, dünyaya bağlayan en hayati köprü durumundadır. Yaptırımların dışında kalmasının kendisine belli ekonomik avantajlar sağladığı da bir olgudur. Ancak Türk ekonomisi ciddi bir türbülansın içinde yol alırken, resmi yıllık enflasyon rakamı yüzde 80’i geçmişken, Türkiye’nin bir de yaptırımlara katılarak kendi ayağına ateş etmesi beklenmemelidir.

Haberin Devamı

Yine de Batı, Rusya ile yürüttüğü bu özel ilişki nedeniyle şu ana kadar Türkiye ile bir krize girmekten de kaçınmıştır.

*

Bunun bir dizi nedeni var. Öncelikle, Türkiye’nin Rusya ile Ukrayna karşısında her iki tarafla da konuşabilen, iki tarafı bir araya getirebilen özgün bir konumu var. Türkiye, Ukrayna tahılının dünya piyasasına ulaştırılabilmesini mümkün kılan anlaşmanın sonuçlanmasında ve halihazırda uygulanmasında oynadığı kayda değer rol ile uluslararası alanda büyük övgü almıştır.

Türkiye, ayrıca uluslararası camiada tedirginliğe yol açan Rusya’nın işgali altındaki Zaporijya nükleer santralının güvenliği konusunda da devrededir. Dahası, Ukrayna ile Rusya arasında günün birinde barış olacaksa bu açıdan Türkiye’nin bu iki ülke arasında kritik bir kanal oluşturduğu hususunda geniş bir görüş birliği mevcuttur.

Türkiye de bu rolün oynanabilmesi için Rusya ve Ukrayna karşısında alevlendirici olmayan, ölçülü bir dil kullanmasının gerektiğini düşünüyor.

İşte bütün bu mülahazalar Türkiye’ye Ukrayna savaşında önemli bir manevra alanı sağlıyor. Muhtemeldir ki Erdoğan, elindeki bu kartlara güvenerek, Batı’nın da Türkiye’nin Rusya karşısındaki özerk hareket alanına göz yummak durumunda kalacağı, başka bir seçeneği olmadığı hesabını yapmaktadır.

*

Buraya kadar alınan tutumun dayanakları anlaşılabilir. Burada yanıt aramamız gereken bir soru ilk bakışta bu denge politikası izlenirken Erdoğan’ın Ukrayna savaşı üzerinden Batı’ya yüklenmeye neden ihtiyaç duyduğudur.

Bu sorunun yanıtını belki son dönemde Erdoğan’ın Batı karşısındaki genel tutumu çerçevesinde de değerlendirebiliriz. Finlandiya ve İsveç’in NATO’ya üyeliklerinin Türkiye tarafından veto edilmesinde başvurulan üslup, bu çerçevede akla gelen hadiselerden biridir.

Erdoğan’ın son günlerde Yunanistan karşısında başvurduğu sert söylemi de burada hesaba katalım. Yunanistan’ın radar kilitleme gibi tahrikleri de bir faktör olmakla birlikte, Erdoğan’ın “Her an gelebiliriz” söylemini tekrarlaması, önde gelen Batılı merkezlerde Türkiye’nin komşusu karşısında tehditkâr bir zihniyetle hareket ettiği yolundaki tepkileri beraberinde getirmiştir.

Ayrıca, Erdoğan’ın önümüzdeki hafta Özbekistan’da düzenlenecek “Şanghay Beşlisi” toplantısına katılacak olmasının Atlantik’in her iki yakasında Türkiye’nin niyetleri konusunda soru işaretlerine yol açması muhtemeldir.

*

Bütün bu unsurları hep birlikte yan yana getirdiğimizde ve aynı zamanda Türkiye’nin ABD ve AB ile ilişkilerinin bugün çok ağır sorunlarla kaplı olduğu gerçeği üzerine yerleştirdiğimizde, kristalize olan bir yöneliş karşımıza çıkıyor.

Bu yöneliş, belli bir doğrultu içinde Türkiye ile Batı arasında aslında bir uzaklaşmanın kademe kademe zemin kazanmakta oluşudur. Rusya ile ilişkiler ise Ukrayna krizinden etkilenmeden bir ivme içinde ilerlemeye devam ediyor. Bu süreçler aynı çizgide yol almaya devam ederse, Rusya ile Ukrayna karşısında dengenin nasıl korunabileceği sorusu da gündeme gelebilir.

Yazarın Tüm Yazıları