COVID-19’la mücadelede bir yıl önce bir yıl sonra

Bundan bir yıl öncesine dönelim. Büyük bir tedirginlik içinde evlerimize çekilmiştik. Dışarıya tekin olmayan bir sessizlik yerleşmişti. Ana caddelerden tek tük geçen araçlar, tenha kaldırımlar, daha çok terk edilmiş şehir görüntülerini çağrıştırıyordu.

Haberin Devamı

Evlerde kapılarımızın hemen sınırları dışında COVID-19’un hükümranlığı başlıyordu. Virüs, dışarı adım atacak olanları bekliyordu temas kurabilmek için. Kapılarımızı sımsıkı kapatmıştık

İtalya, İspanya gibi birçok önde gelen Avrupa ülkesinde bir ara günlük 800-900’lere kadar yükselen ölüm rakamları açıklanıyordu. Bu haberleri izledikçe daha çok kaygılanıyorduk.

Virüsün ölümle el ele vererek Türkiye’de de yavaş yavaş yayılmakta olduğunu hissediyorduk.

Salgının beraberinde taşıdığı korku dalgası bir örtü halinde ülkenin üzerini kaplıyordu.

*

Günün en önemli saati Sağlık Bakanlığı’nın turkuvaz tabloyu açıkladığı zaman kesiti olmuştu. Her akşam nefeslerimizi tutarak tablonun içinden çıkacak rakamları bekliyorduk.

Belli aralıklarla Sağlık Bakanı Dr. Fahrettin Koca’nın düzenlediği basın toplantılarına bütün kanallar bağlanıyor, her evin salonunda insanlar televizyonlarının başında kendisinin vereceği mesajlara kilitleniyordu. Kamuoyuyla kurduğu diyalog kendisini birden Türkiye’nin en çok tanınan şahsiyetlerinden biri haline getirmişti.

Haberin Devamı

Bu arada kısıtlamalar birbiri ardına geliyordu. Her kısıtlamayla bildiğimiz hayatın dairesinden biraz daha uzaklaşıyorduk. Hayatımızın yüzölçümü giderek daralıyordu. Daha önce yaşadığımız, tanık olduğumuz felaketlerin hiçbirine benzemiyordu COVID-19.

*

Şimdi dönüp 2020 ilkbaharına baktığımızda ve bir yıl sonrasında ortalığı kaplamış olan ağır tabloyla kıyasladığımızda, aslında durumun bugünkü ölçülerdeki kadar korkutucu olmadığı gibi bir sonuca da varabiliriz.

Dün Sağlık Bakanlığı’nın verilerine baktığımda, birinci dalgada en yüksek vaka sayısına 11 Nisan 2020 tarihinde 5 bin 138 vaka ile ulaşıldığını fark ettim. Oysa bundan on gün kadar önce, geçen 11 Nisan’da vaka sayısı 50 bin 678’e çıkmıştı. Geçen yıla kıyasla on kat fazla vaka diyebiliriz.

Birinci dalgada en yüksek kayıp sayısı 19 Nisan 2020 tarihinde, yani geçen salı gününün bir yıl öncesinde kayda geçmiş. Tam 127 vatandaşımız hayatını kaybetmiş o gün. Buna karşılık 19 Nisan 2021 tarihinde, yani bu hafta başında pazartesi günü 341 insanımız öldü. Neredeyse 2.6 kat fazlasıydı.

Haberin Devamı

Yine geçen yıl bu zamanlarda günde en çok 40 bin civarında test yapılıyordu. Bir yıl sonrasında genellikle 310-320 bin aralığında seyrediyor günlük test sayısı. Vaka/test oranı da bu aralar yüzde 18-20 bandına yerleşmiş gibi görünüyor.

Özetle, bir yıl önce yaşadığımız felaketin çok daha büyüğünün içinde savruluyoruz bugün.

*

Ve her savruluşta daha yüksek bir vaka ve ölüm eşiğine çıkıyoruz. Örneğin, geçen kasım ve aralık aylarında yaşadığımız ikinci dalgada, vakalarda tepe noktaya 33 bin 198 sayısıyla 8 Aralık’ta çıkılmıştı. Bunu 23 Aralık’ta bu dalganın en yüksek vefat sayısı olan 259 kayıp izlemişti.

Oysa önceki akşam vaka sayısında 61 bin 967’ye, yani neredeyse bunun iki kat fazlasına gelmiştik. Vefat sayısı (362) da ikinci dalganın belirgin bir şekilde üstündeydi.

Haberin Devamı

Üstelik vakalar 60 bin eşiğinde seyrederken vefat sayılarının düzenli bir şekilde artmaya devam ettiğini hesaba katmayı unutmayalım.

*

Pandeminin birinci yılında dikkatime takılan önemli bir olgu daha var. Türkiye, birinci dalgayı önde gelen Avrupa ülkeleriyle karşılaştırıldığında gerek vaka gerek vefat sayılarında daha düşük bir yoğunlukta atlatmıştı. Rakamlar, Türkiye’nin birinci dalgada Avrupa’ya kıyasla daha az sarsıldığını gösteriyordu. Sıkça bir başarı öyküsünden de söz ediliyordu.

Buna karşılık, tam bir yıl sonra Türkiye üçüncü dalgayı oldukça sert bir şekilde yaşarken, Avrupa ülkelerinin büyük bir bölümünde salgının seyrinin aşağı doğru inmekte olduğunu, hatta bazılarında sönümlendiğini söylemek mümkün.

Haberin Devamı

Örneğin, Birleşik Krallık’ta bu ay içinde aşılamada istenilen hedeflere ulaşılmasıyla toplumsal bağışıklık kazanıldığına kanaat getirilerek önemli ölçüde normalleşmeye geçildi. Bir bayram havasının hâkim olduğu ülkede günlük vaka sayısı önceki gün 2 bin 395’e geriledi.

Bu arada günlük vaka sayısı önceki gün İtalya’da 13 bin 844, İspanya’da 10 bin 232’ye gerilemişti. Almanya’da ise önceki gün 27 bin 862 olarak açıklandı.

Tabloları incelerken gözüme çarpan bir başka nokta daha oldu. Türkiye’nin on gündür genellikle üzerinde seyrettiği 60 bin eşiğine geçen bir yıl içinde çok az Avrupa ülkesinde rastlanmış.

Örnek vermek gerekirse, Birleşik Krallık’ta 8 Ocak’ta 67 bin 928 günlük vaka görülmüş. Fransa’da 4 Nisan’da 60 bin 922 sayısı kayda geçmiş. İtalya, en yüksek vakaya 13 Kasım’da 41 bin 195 sayısıyla karşılaşmış. İspanya’da pik noktası olarak 15 Ocak’ta 34 bin 232 vaka sayısı kayıtlı. Keza Almanya’da en yüksek günlük vaka geçen hafta 14 Nisan’da 32 bin 546 sayısıyla duyuruldu.

Haberin Devamı

Bu rakamlara bakıldığında, yeni vaka sayıları itibarıyla, Türkiye’nin bugün önde gelen Avrupa ülkelerinin salgında daha önce geldikleri pik noktalarının -bir iki istisna dışında- bir hayli üstüne çıktığını görüyoruz.

*

Tabii bir yıl önceyle kıyasladığımda şaşırtıcı görünen başka durumlar da var. Bir yıl önce COVID-19 tedirginliğinin tenhalaştırdığı caddeler yerini trafiğin her zamanki olağan yoğunluğuna bırakmış halde. İnsanlar her gün toplu taşıma araçlarında, duraklarda iç içeler. Her yerde kalabalık insan görüntüleri karşımıza çıkıyor.

Bir yıl öncesinde, salgının aslında Türkiye’de çok daha düşük yoğunlukta seyrettiği bir dönemde sergilenen dikkatli, kontrollü davranışlar, disiplinli hareket tarzı, vakaların patladığı bugünlerde yerini sıkça tedbirsizliğe ve bir gevşemeye bırakmış bulunuyor. Bu arada, toplu cenaze törenleri, tıka basa dolu parti kongreleri de bu tabloyu tamamlıyor.

Ölümcül salgınla mücadele etmenin vazgeçilmez bilimsel gerekleri göz önünde bulundurulduğunda, bir terslik yok mu bu tablonun bütününde? Şu paradoksa bakın ki, bir taraftan da virüse karşı önlemlerin sıkı tutulmasına dönük uygulamalara da devam ediliyor.

Özetlemek gerekirse, kurallarla kuralsızlığın iç içe geçtiği, tanımlaması güç, Türkiye’ye özgü bir manzara var karşımızda. Toplumda salgınla mücadele açısından zorunlu olan caydırıcılığın yaratılmasını ve bunu sağlayacak iletişimin kurulabilmesini de önlüyor bu çelişkili durum.

Bu tablonun nüfusa göre yeni vaka yoğunluğunda dünyada en tepeye çıkmış ülkede yaşanmasını anlayabilmek mümkün değildir.

Yazarın Tüm Yazıları