ABD’den NATO genişlemesi konusunda gecikmiş bir özeleştiri

Sovyetler Birliği’nin son lideri Mihail Gorbaçov’un geçen hafta ölümünün ardından kendisinin tarihteki yeri konusunda önemli bir tartışmaya tanıklık ettik.

Haberin Devamı

Gorbaçov, dünyanın geniş bir kesiminde, özellikle Batı’da göklere çıkartıldı. Eski Sovyetler Birliği ve Varşova Paktı ülkelerinin bağımsızlıklarını sağlayan, bu halkları özgürleştiren, iki Almanya’nın birleşmesini mümkün kılan, genelde Avrupa kıtasından başlamak üzere geniş bir coğrafyada demokrasinin, özgürlüklerin önünü açan bir lider olarak yüceltildi.

Buna karşılık komünist geleneğin “eski tüfekler” cephesinde, Sovyetler Birliği’nin dağılmasına ve komünizmin çöküşüne yol açan, Amerikan hegemonyasına davetiye çıkaran bir lider olarak sert eleştirilerin hedefi oldu. Bugün komünizmden çok ayrı bir güzergâha girmiş olan, oligarkların köşe başlarını tuttuğu kendi ülkesi Rusya’da da...

Rusya Lideri Vladimir Putin’in kendisinin cenaze törenine katılmayışı bile, bugünkü Rus liderliğinin Gorbaçov’a nasıl baktığını anlamak için yeteri kadar açıklayıcıdır. Ukrayna’nın bağımsızlığının önünü açan Gorbaçov’un, Ukrayna’yı Rusya’nın doğal uzantısı olarak görüp işgal eden bugünkü Rus liderliği tarafından kutsanmasını zaten bekleyemeyiz.

*

Haberin Devamı

Gorbaçov’un ardından sayısız makale yayımlandı. Bunlar arasında en dikkat çekici olanlardan biri, ABD’de baba George Bush’un başkanlığı döneminde Dışişleri Bakanı olarak görev yapan James Baker’ın geçen salı günü The New York Times gazetesinde yayımlanan “Gorbaçov neden önemliydi” başlıklı yazısıydı.

Baker’ın bakanlık koltuğunda oturduğu 25 Haziran 1989’dan 23 Ağustos 1992 tarihine kadar olan üç yılı aşkın süre, dünya tarihinde özellikle de Avrupa’da çok köklü, dramatik değişikliklerin meydana geldiği bir döneme rastlıyor.

Bu dönem 1989 yılında Berlin Duvarı’nın çöküşüyle başlamış, ertesi yıl iki Almanya’nın birleşmesi, Sovyetler Birliği’nin 1991 yılının bitiminde sona ermesi ve ardından toprakları üzerinde 15 ülkenin doğmasıyla devam etmiştir. Kısa zamanda Doğu Avrupa’daki komünist rejimlerin yerine yeni demokrasiler kurulmuştur.

Özetle, İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra Doğu-Batı ilişkilerinin üzerini kaplayan Soğuk Savaş’ın sona erdiği bir dönemden söz ediyoruz.

Haberin Devamı

Avrupa’daki yeni düzenin kuruluşu sürecinde ABD diplomasisini yürüten Baker, bu dönemde Sovyet lideri Gorbaçov ile de birçok kez müzakere masasına oturmuştur.

Dolayısıyla Baker’ın onun hakkında ne yazdığı kuşkusuz önemlidir. Ama bir özeleştiri içeriyorsa, yazdıkları daha da önem kazanıyor. Ancak önce yazısının ana doğrultusuna bakalım.

*

Baker’ın yazısı baştan aşağı Gorbaçov’un tarihteki yerini kuvvetle öven bir metin. Öncelikle, Soğuk Savaş’ın barışçıl bir şekilde sonlandırılmasında oynadığı merkezi role dikkat çekiyor. Bu çerçevede hiçbir dünya liderinin Yirminci Yüzyıl’ın son döneminin tarihinde Gorbaçov’dan daha büyük bir yerinin olamayacağını vurguluyor. “Hür dünyanın ona ilelebet şükran borcu olacağını” söyleyip ekliyor Baker: “Her ne kadar kendi vatandaşlarının birçoğu böyle hissetmese de...”

Haberin Devamı

Baker, ardından 1953’te Doğu Almanya’da, 1956’da Macaristan’da ve 1968’de Çekoslovakya’daki başkaldırılarda Sovyetler’in tankları harekete geçirdiğini hatırlatıyor. Buna karşılık Gorbaçov farklı bir çizgiyi tercih etmiş, “Doğu Avrupa’da her ülkenin sosyalizme giden yolu kendisinin belirlemesi gerektiği” sonucuna varmıştır.

Gorbaçov, 6 Ekim 1989 tarihinde Doğu Berlin’de bu kanaatini açıkladığı konuşmasında “Doğu Almanya’nın geleceğine Moskova’da değil, Berlin’de karar verilmelidir” çağrısında bulunmuştur.

Bu çağrısından bir ay sonra, 9 Kasım 1989’da Berlin Duvarı yıkılmıştır. Doğu Avrupa’yı kaplayan özgürlük dalgası karşısında Moskova’daki sertlik yanlılarının (eskiden olduğu gibi) şiddete başvurma önerileri Gorbaçov tarafından geri çevrilmiştir.

Haberin Devamı

Baker, bütün bu övgülerin ardından bugünkü tabloya baktığında 1990’ların başlarındaki iyimserliğin geride kaldığını, Ukrayna’yı işgaliyle birlikte Rusya ile yeni bir Soğuk Savaş’ın içine girildiğini anlatıyor.

*

Şimdi makalesinin en can alıcı yerine geliyoruz. Peki bu noktaya gelinmesinde Batı’nın, daha doğrusu ABD’nin bir kusuru var mı? Şöyle diyor Baker:

“Mevcut gerginliklerin sorumluluğunun bir bölümünü ABD ve Batılı müttefiklerinin üstlenmeleri gerektiği görüşü öne sürülebilir. Soğuk Savaş’ın ardından NATO’nun genişlemesi doğru politika olmakla birlikte, Moskova’yı alarme edecek bir tarzda hayata geçirilmiştir. Belki de Rusya’yı gerçek bir stratejik ortaklığın içine çekmek için daha fazlası yapılabilirdi. Ama yapılabilecek potansiyel hareketlerin ya da ihmallerin hiçbiri Putin’in bir komşu ülkeye savaş açmasını haklı gösterecek bir gerekçe oluşturmaz.”

Haberin Devamı

Sözlerini açarsak, galiba altyazısıyla şu mesajı veriyor Baker: NATO’nun Doğu Avrupa ve Baltıklar’ı içine alacak şekilde genişlemesi işini biraz aceleci bir tarzda yürüttük. Bunun sonucunda Rusya’nın güvenliğiyle ilgili endişeler duymasına yol açtık. Rusya’yı daha yakın, yapıcı bir diyaloğun içine çekip NATO genişlemesini bu endişeleri giderecek şekilde yapsaydık, daha isabetli hareket etmiş olurduk...

Polonya, Çek Cumhuriyeti, Macaristan gibi eski Varşova Paktı’nın içinden çıkan ülkeler, NATO’ya 1999’daki ilk dalgada katılmıştır. Sovyetler Birliği dağılınca bağımsızlıklarını kazanan Baltık ülkeleri Litvanya, Letonya ve Estonya ile ayrıca Romanya, Bulgaristan ve Slovakya da 2004 yılındaki ikinci dalgada NATO’ya dahil olmuştur. Diğer Balkan ülkelerini saymıyorum. Daha sonra Ukrayna’nın üyelik adaylığının 2008 yılında Bükreş’teki NATO zirvesinde kararlaştırılması önemli bir kırılma yaratmıştır.

*

Buradan son otuz yıldır süren tartışmanın püf noktasına, yani NATO’nun genişleme hamlelerinin Gorbaçov’a ABD tarafından aksi yönde verilen bir taahhüde rağmen mi yapıldığı meselesine geliyoruz.

Tartışmanın merkezinde, 9 Şubat 1990 tarihinde, yani Berlin Duvarı’nın yıkılmasından üç ay kadar sonra Gorbaçov ile Baker arasında Moskova’da yapılan ve Batı ve Doğu Almanyaların birleşmesini de konu alan bir görüşmede geçen konuşmaların yorumuyla ilgili anlaşmazlık yer alıyor. Hatta bu, biraz “Dedin, hayır demedim” türünde bir anlaşmazlık...

Rus tarafının başından itibaren savunduğu, Putin’in de tekrarladığı tez şudur:Baker, bu görüşmede ABD adına Gorbaçov’a “Eğer iki Almanya’nın birleşmesine izin verilirse NATO’nun doğuya doğru bir inç bile genişlemeyeceği” yolunda güvence vermiş, ancak sonradan bu söz tutulmamıştır. (Bu ifadeyi bir inç yerine -bir santim- diye de çevirebiliriz.)

Baker ise Gorbaçov’a ifadelerinin bu şekilde kategorize edilemeyeceğini belirterek, kendisine güvence verdiğini ısrarla reddetmiştir.

*

Güvence tartışmasıyla ilgili sayısız haber, makale, akademik yayın, hatta kitaplar mevcuttur. Harvard Üniversitesi’nin uluslararası ilişkiler alanındaki ünlü ismi Prof. Steven Walt’un geçen ocak ayında Foreign Policy dergisinde yayımlanan bir makalesine bakarsanız, Baker bu güvenceyi pekâlâ vermiştir. Prof. Walt, Gorbaçov’un bu sözlü güvenceyi metne dökmeyerek, yani resmi bir belgeye dönüştürmeyerek “akılsızlık ettiği” görüşündedir.

Bir görüşe göre, Baker bu güvenceyi vermiş, ancak daha sonra Başkan Bush’u bu konuda ikna edememiştir.

Guardian’ın diplomatik editörü Patrick Wintour’un geçen ocak ayında çıkan “Rusya’nın NATO’nun ihanetine ilişkin inancı” başlıklı yazısı da çok ilginç. Yazıya göre, bu konuda “Bir İnç Bile...” başlıklı bir kitap yazan ödüllü tarihçi Prof. Mary Elise Sarotte, kurallar açısından bakıldığında ihanet suçlamasının doğru olmadığına kanaat getirmiştir. Ancak Sarotte’ye göre “psikolojik bir hakikat”ten söz edilebilir.

*

Baker’ın Gorbaçov’a bu güvenceyi verip vermediği sorusunun yanıtı bu aşamada galiba tarihin gri bir alanına düşüyor.

Baker, “Böyle bir güvence vermedim” diyor. Ama bugün 92 yaşında olan Baker’ın geçen salı günü çıkan makalesine bakarsanız, güvence bir tarafa, ABD olarak NATO genişlemesinde aceleci davrandıklarını kabul etmesi, neresinden bakarsanız bakın ciddi bir özeleştiridir.

Benim görüşümü soracak olursanız... Prensip olarak Amerikalıların ve Rusların kendi aralarında Doğu Avrupa’daki halklar üzerine onların gıyaplarında pazarlığa oturmalarını doğru bulmuyorum. Başkalarını tehdit etmedikleri, barışçı bir çizgiye bağlı oldukları sürece her ülkenin hangi ittifakta yer alacağına kendi özgür iradesiyle karar vermesi gerektiğini düşünüyorum.

Putin’in Ukrayna’daki hareketini de işgal olarak görüyorum ve hiçbir mazeretinin olamayacağını düşünüyorum, Baker ne demiş olursa olsun Gorbaçov’a...

Yazarın Tüm Yazıları