15 Temmuz’dan 'sıkarız' söylemli bir suç duyurusuna

Zorunlu olmadıkça gazetecilerin kendilerinden söz etmelerine sıcak bakan bir gazetecilik tarzından gelmiyorum.

Haberin Devamı

Ama bugün bir istisna yapmam gerekiyor. Nedeni, bu kez 15 Temmuz darbe girişimiyle ilgili kendi yazıp çizdiklerime değinmek zorunda kalmamdan kaynaklanıyor.

2017 yılı ilkbaharında yeniden bu köşeye döndüğümde yakından izlemeye aldığım konulardan biri 15 Temmuz 2016 darbe girişimiyle ilgili hazırlanan iddianameler ve başlayan kovuşturma süreçleri olmuştu. Zamanımın yettiği ölçüde birçok iddianame okuyup 15 Temmuz gecesi ne olduğunu anlamaya çalıştım, bu konuda sayısız yazı kaleme aldım.

Dosyaları irdeledikçe, bu darbe girişiminin arkasında -adına ne denirse densin-
Fethullahçı kriminal örgütün olduğu yolundaki kanaatim daha da kuvvetlendi. Arşivlerin de teyit edeceği bu mesaimin bana galiba 15 Temmuz bağlantılı bir mevzu çıktığında bir iki söz etme hakkını verdiğini düşünüyorum.

*

Haberin Devamı

Beni bu yazıyı yazmaya sevk eden, önceki gün “15 Temmuz Şehitler ve Gaziler Platformu” üyeleri tarafından ülkemizin en önemli sanatçılarından Sezen Aksu hakkında İstanbul Çağlayan Adliyesi’nde savcılığa yapılan suç duyurusu ve bu vesileyle okunan basın açıklamasında kullanılan ifadeler oldu.

Söz konusu platform, 15 Temmuz gecesi sokağa çıkarak kalkışmaya direnen, yaralanan vatandaşlar ile bu hadiseler sırasında şehit olan vatandaşlarımızın yakınlarının bir araya geldiği bir sivil toplum örgütlenmesi. Kuruluş amaçlarını ve muhtelif faaliyetlerini anlattıkları kendi web siteleri de var.

Platformun yönetici ve üyeleri, geçen pazar günü Sezen Aksu’nun 2017 yılında bestelediği “Şahane Birşey Yaşamak” şarkısında geçen ifadeler için suç duyurusunu iletiyor, ayrıca Adliye’nin önünde bu girişimin gerekçesiyle ilgili bir dizi açıklamada bulunuyorlar.

*

Bu açıklamalarda öncelikle doğrudan Sezen Aksu’nun şahsı hakkında kullanılan dil dikkatimi çekti. Örneğin, “Köksüz” ve “Şeytanın yolundan giden” gibi açık hakaret içeren yakışıksız ifadelere başvuruyorlar sanatçı hakkında.

Bu arada, Sezen Aksu’nun şarkısıyla ilgili tartışmanın patlak vermesinden önce, bundan bağımsız olarak kamuoyuna yansımış olan, CHP ve HDP’yi içine alan bazı güncel tartışmalara da atıf yapılarak, hepsi bir şekilde bir bütün içinde bir araya getiriliyor.

Haberin Devamı

Ve derken konu şehitler meselesine geliyor, “Şehitlere laf söyleyenlerin dillerini keseceğimizi buradan ilan ediyoruz” denilerek sert bir söyleme başvuruluyor.

Ardından derneğin başkanı Erol Bulut, İçişleri Bakanı Süleyman Soylu’nun adını da geçirerek “İçişleri Bakanımızın da dediği gibi beyinlerine sıkacağız, kafalarına. İnlerinde hepsini ezeceğiz. Kandil’de PKK’yı nasıl eziyorsak, onları savunanlara da bunu bir defa daha söylüyoruz” diyor.

Ülkenin en büyük sanatçılarından biri hakkında beş yıl önce bestelediği bir şarkının sözlerinde “Adem ile Havva” için kullanılan bir sıfatın oldukça tartışmalı yorumu üzerine yapılan bir suç duyurusunun gerekçelendirilmesi, finalde “Sıkacağız...” mesajı ile bitiyor.

*

Neresinden başlayalım?

Haberin Devamı

Galiba açıklamaların birçok problemli yönü içinde en sıkıntılı kısımlarından biri bu “Sıkacağız” söyleminde karşımıza çıkıyor.

Sıkmak, yani kurşunu sıkmak, hukuk düzeninde yasalar tarafından devlet görevlilerine verilmiş olan bir yetki. Gerekli, zorunlu durumlarda kolluk görevlileri asayişi ve kamu düzenini sağlamak, askerler de ülkenin savunması ve güvenliği için tetiği çekme yetkisine sahipler.

Ama vatandaşlar kendilerine yetki atfedip, beyne ve kafaya sıktıkları zaman bunun yasalar karşısında doğurduğu sonuçlar belli... Bu ağır bir suç.

Kurşun sıkılmasa bile bir söylem olarak kullanıma girdiğinde, suç olan bir fiil olağanlaştırılıp kamuoyu karşısında teşvik edilmiş oluyor. Korkutma amaçlı söyleniyorsa, bu da çok kötü. Hukukun üstünlüğü kabulüne dayalı bir düzende, insanlara namlunun ucu gösterilerek tutumlarını değiştirmeleri yönünde baskı yapılıyor.

Haberin Devamı

Ülkede beş yıl önce kaydedilmiş bir şarkı üzerindeki bir tartışmada konunun dönüp dolaşıp “sıkma” fiiline gelmesi her bakımdan ürkütücüdür. Bir tarafta şarkının ritmiyle birlikte yükselen nağmeler, diğer taraftan sıkıldığında tabancadan çıkacağını çok iyi bildiğimiz o metal seslerin hayalet yankıları...

Tabii şu noktayı da aklımızdan çıkarmamalıyız. Ülkemizin tarihinde dönem dönem ortalığı kaplayan şiddet dilinin yarattığı atmosferin sonuçlarını çok iyi biliyoruz. Bazı dönemlerde yaygın hale gelen bu gibi söylemlerin yol açtığı reflekslerin tetiklemesiyle, kendi başlarına durumdan vazife çıkartanlardan yana bir hayli zengin bu tarih.

*

Meselenin bir diğer düşündürücü yönü şurada. FETÖ’nün 15 Temmuz kalkışması, Türkiye’de demokrasiyi, anayasal düzeni, hukukun üstünlüğünü hedef alan, bu değerleri, kazanımları yok etmek isteyen bir girişimdi.

Haberin Devamı

Bu nedenle 15 Temmuz’un mirasını sahiplenmek iddiasıyla yola koyulan insanların her şeyden önce darbeye karşı duruşun meşru zemininde kalmaları gerekmez mi? Demokrasiye, hukuka kasteden alçakça bir girişime direnen sivil vatandaşların bugün “sıkmak”tan söz etmeleri, her şeyden önce darbeye karşı durmanın temsil ettiği değerlere terstir.

Bir takım insanların 15 Temmuz’u kendi gündemleri, hukuk dışına çıkma eğilimleri, şiddet ve tehdit söylemleri için araç olarak kullanmaya başlamaları, 15 Temmuz’daki direnişe yapılacak en büyük haksızlıktır. Hiç kimsenin böyle bir hakkının olmaması gerekir.

*

Konu ettiğimiz söylemin ortalığı kaplaması ve toplumun belli kesimlerinde baskın hale gelmeye başlaması ülkemizin toplumsal barışı açısından potansiyel olarak ciddi mahzurlar taşıyor. Hiçbir şey Türkiye’nin huzurundan, toplumsal barışından daha önemli olmamalıdır. Ancak bu hedefte “sıkma” ifadelerine, bu yönde tehditlere yer yoktur.

Böyle bir atmosferin önlenebilmesi için en başta devlet yöneticilerinin de kullandıkları söylem konusunda azami dikkati göstermeleri yaşamsal önemdedir.

Ayrıca, uç vermeye başlayan bu iklimin ülkenin sanatçılarının yaratma özgürlüğü üzerinde oluşturacağı baskı bir başka kaygı kaynağıdır. “Sıkarız” söylemlerinin, her türlü tehdidin sanatçıların ruh dünyası üzerinde asılı durduğu, hatta evlerinin kapılarına kadar dayandığı bir ortam, yaratıcılığın ve bunun için gerekli olan özgürlüğün üzerinde koyu bir gölgedir. Bu gölge Türkiye’ye yakışmıyor.

Başa dönersek, darbe davalarından sonra içinde 15 Temmuz’un geçtiği böyle bir yazı yazmak da varmış.

Yazarın Tüm Yazıları