Tatlı krizleri nasıl önlenecek?

Tatlı krizlerinin üç sebebi var: Alışkanlık, duygusal patlamalar ve insülin patlamaları... İlk ikisi bence kolay yönetilebilecek sorunlar. Sorun üçüncüsünü, yani insülin patlamalarıyla ilişkili olanını yönetmekte.

Haberin Devamı

Tatlı krizleri sık yaşanan sağlık sorunlarından biri. Muhtemelen üç temel sebebi var: Birincisi, “alışkanlık!” 

Eğer damak tadınızı tatlılarla sürekli takviye eder, “tadı damağında” bir yaşam tarzını fazlaca benimserseniz tatlı krizlerinizin sıklığı da, şiddeti de kesinlikle artar.
İkinci sırada ise “duygusal patlamalar” var. Genelde stresle, kaygı ya da endişe ile veya ruhsal çöküntüyle baş başa kaldığımızda çözümü tatlılarda ararız ve beslenme uzmanları bu durumu ”duygusal kökenli tatlı krizleri” olarak tanımlar. Üçüncüsüne gelince... Bence en tehlikelisi ve yönetilmesi en zor olanı odur: İnsülin patlamaları!
Eğer pankreasınız sizi adeta bir iştah canavarına dönüştürebilen insülini gereğinden fazla üretip kontrolsüz salgılıyorsa siz isteseniz de istemeseniz de tatlı krizlerinin tuzağına düşersiniz.
Peki bu krizler nasıl önlenecek? İlk ikisi bence kolay yönetilebilecek sorunlar, metabolik bir bozukluğa dayanmadıkları için de ciddi soruna yol açmayan problemler.
Sorun üçüncüsünü, yani insülin patlamalarıyla ilişkili olanını yönetmekte. Bunu başarmanın yollarını da yandaki kutuda özetlemeye çalıştım, umarım yararlanırsınız.

Haberin Devamı


UNUTMAYIN
Kriz önleyen 10 tedbir
1- Şekerden uzak durulacak. Sadece beyaz şekerden değil, şekerin her türlüsünden uzaklaşılacak. Çaya, kahveye şeker konmayacak.
“Doğal şeker” sloganıyla pazarlanmaya başlanan meyve şekeri fruktozdan da uzaklaşılacak. Tatlılarla ilişki seviyeli hale getirilecek. Tatlılar ya tamamen kesilecek ya da “bir tadımlık” miktarlarla yetinilecek.
Özellikle sıvı kalorilerden yani şeker eklenmiş her türlü içecekten (meşrubatlar) ve meyve sularından uzak kalınacak. Listeye doğal şeker kaynakları diye düşünüp masum saydıklarımız da eklenecek.
Mesela meyve tüketimi minimuma indirilecek, bal ve pekmez perhizi de unutulmayacak.
2- Un ve nişasta bazlı besinlerle de araya mesafe konacak. Ekmeğin her türlüsü mümkün olduğu ölçüde azaltılacak, beyaz ekmekten tamamen uzaklaşılacak.
3- Hipoglisemi atakları nedeniyle zora düşmedikçe “sık sık ve az az atıştırmalar” bırakılacak. Sadece ana öğünlerde gıda tüketilecek. Ara öğünsüz yapılamıyorsa eğer “protein ağırlıklı atıştırmalıklar” tercih edilecek.
Mesela bir parça peynir, birkaç kaşık yoğurt ya da bir bardak ayran! Bu mümkün olmadığında sağlıklı doğal atıştırmalıklar (badem, fındık) tercih edilecek.
4- Alkolden uzaklaşılacak. Alkolün “şeker kökenli” bir sorun yaratıcı olduğu unutulmayacak.
Daha doğrusu alkole bir tür “süper ve toksik bir şeker” muamelesi yapılacak.
5- Sabah öğünleri güçlendirilip protein ağırlıklı hale getirilecek.
Akşam yemekleriyse olabildiğince hafifletilip erken saatlere çekilecek. Yatağa girmeden önceki son üç saatte mümkünse hiçbir şey yenmeyecek. Özellikle yatmadan hemen önce yapılan atıştırmalara son verilecek.
6- Kafeinle araya mesafe konacak.
7- Gün boyu bol ve sık su içilecek.
8- Uykusuzluk sorunu varsa ya da uyku problemleri yaşanıyorsa çözümlenecek.
Uykusuzluğun iştah hormonlarını tetiklediği ve beslenme ritmini altüst ettiği net ve açık olarak gösterildi.
9- Omega-3 seviyesi artırılacak. D vitamini ve B12 eksikliği varsa düzeltilecek.
10- Eğer hiperinsülinemi veya insülin direnci gibi bir problem söz konusuysa ilaçlardan (mesela metformin) veya doğal desteklerden (kromium pikolinat, alfa lipoik asit, glukomannan özleri) istifade edilecek.

Haberin Devamı


BİR UYARI
Ensesi kalın olanlar dikkat etsin
Bel çevresinin genişlemesi sadece yaratabileceği kilo problemi nedeniyle değil, oluşturacağı karaciğer yağlanması, pankreas yorgunluğu, trigliserid yüksekliği, şeker hastalığı gibi problemler nedeniyle de önemli bir işarettir.
Öyle görünüyor ki benzer problemlerle karşılaşma ihtimalini artıran bir başka şey daha var. Ense/boyun çevresinin genişlemesi.
Uzmanlar ense kalınlığı artıp boyun çevresi genişledikçe bazı sağlık sorunlarının da ortaya çıkabileceğine dikkati çekiyor.
Boyun çevresinin kadınlarda 40, erkeklerde 43 cm’yi geçmesini istemiyor.
Boyun çevresi bu rakamların üstünde olanlarda hipertansiyon, uyku apnesi gibi sorunların daha sık görülebileceği belirtiliyor.
Boyun çevresinin genişlemesi de çoğu zaman bel çevresinin genişlemesiyle birlikte görülen bir sorun.
Burada da problemi önlemenin yolu daha aktif bir hayat sürmek, daha az karbonhidrat tüketmek ve eğer varsa fazla kiloları vermekten geçiyor.

Haberin Devamı


İYİ BİLGİ
Baş ağrıtan yiyecekler hangileri?
Bazı yiyeceklerin baş ağrısı ataklarını davet ettiği doğru.
Özellikle migren tipi baş ağrılarıyla yiyecekler arasında ciddi bir ilişkinin olabileceğini gösteren kanıtlar var.
Bazı migrenli hastalarda çikolata, özellikle küflü eski peynirler, hatta süt ürünlerinin tamamı baş ağrısı krizlerini davet edebiliyor.
Hazır çorbalarda ve Çin yemeklerinde bol bol bulunan MSG (monosodyum glutamat) de baş ağrısına yol açabiliyor.
Çay veya kahve ile migren atağı başlayan hastalar da var. Bazı migrenlilerde özellikle şarabın atağı tetiklediği biliniyor.
Burada en doğru yaklaşım her hastanın kendi ağrısını başlatan herhangi bir yiyecek olup olmadığını dikkatle izlemesidir.
Gıda intoleransı testleriyle belirlenen bazı yiyecekleri kesmeyle de migren ataklarını azaltabileceğini ileri sürenler var.
Kısacası bazen yediklerinizin de başınızı ağrıtabileceği aklınızda olsun. 

Haberin Devamı


KARAR VERİN
Doktora mı, pazara, manava mı?
Çok sık hatırlatıyorum ama tekrarda fayda var: Hayatınızla ilgili kararları alırken en çok da “beslenme kararları”nızı verirken dikkat edin. Çünkü sadece bizim değil, geleceğimizin yani çocuklarımızın da sağlık düzeylerini belirleyen şeylerin başında yiyip içtiklerimiz yani “besin seçimlerimiz” geliyor.
Kendiniz ve çocuklarınızın sık sık doktora ya da eczaneye gitmelerini, her gün avuç dolusu haplar yutmalarını istemiyorsanız yaz mevsimini iyi değerlendirin.
Nedeni şu: Yaz aylarında tam bir sebze bolluğu yaşanıyor. Diğer aylara göre fiyatlar da düşüyor. Bugünlerde yazlıktaysanız pazarlara, şehirdeyseniz manavlara ya da marketlerin sebze reyonlarına daha sık uğrayın.
Unutmayın! Sebzeler de (tıpkı bizim gibi) gelişip büyürken bazı hastalıklarla karşı karşıya kalır. Onlar da tıpkı bizim gibi mikroplarla, mantarlarla, böceklerle ve diğer yabancı dış etkenlerle mücadele eder.
İşte bu esnada kendi antibiyotiklerini, kendi antikanser ürünlerini, kendi antioksidanlarını, kendi antimantar maddelerini üretir.
Ve bunların tümü bizim vücudumuzda da aynı işlevleri üstlenmeye hazırdır.
Ayrıca unutmayalım ki vitamin ve minerallerin ve tabii ki posaların da en zengin kaynakları da yine sebzelerdir.
Özetle... Ne kadar sebze o kadar sağlık! Mümkünse en tazeleri olsun, en renklileri, en parlakları, en canlıları satın alınsın.

Haberin Devamı

BİR ÖNERİ
Mümkünse meyveleri soymadan yiyin
Meyve ve sebzeleri mutlaka ama mutlaka dikkatle ve iyice yıkamadan yemeyin. Hatta iyice yıkadığınızdan emin olduktan sonra bile son bir yıkamadan daha geçirin.
Eğer bu işi dikkatle yaptığınızdan eminseniz çiğ yenebilecek her sebzeyi çiğ tüketmeye gayret edin. Kabuğuyla birlikte tüketilebilecek her meyveyi de doğal haliyle tüketin.
Bu size daha çok vitamin, mineral, antioksidan madde ve “doğal enzim” kazandıracaktır.


HATIRLATMA
Sebze: Her gün yiyin
Sadece bizde değil, pek çok ülkede hayvansal ürünlere ilgi artıyor.
Ciddi bir “kırmızı et” lobisi oluştu. Ne var ki hayvansal ürünlerin tüketimi arttıkça hastalıklar da yoğunlaşıyor.
Bunda muhtemelen hayvansal ürünlere karışan antibiyotiklerin, hormonların ve bunun gibi kimyasalların oluşturduğu zararların da rolü var. Diğer taraftan “sebze yoğunluklu beslenme” ise sağlık açısından daha olumlu sonuçlar veriyor. Bana göre de özellikle 50’li yaşlardan sonra hayvansal ürünleri azaltıp sebze ağırlığını artırmakta fayda var.

Yazarın Tüm Yazıları