Bağırsak ikinci beyin olabilir mi?

Beyin ve bağırsak arasında ciddi bir iletişim olduğu kesin. Ama en azından şimdilik -eldeki verilerle- beynin bağırsakları değil de, bağırsakların beyni yönettiğine beni kimse kolay kolay inandıramaz.

Haberin Devamı

Bağırsaklarda yerleşik PROBİYOTİK GÜÇ yapılanmasının önemi büyük. Bu güç sadece sindirimi, yalnızca bağışıklığı değil, muhtemelen davranışımızı da etkiliyor.
Bu nedenle de ona bazıları İKİNCİ BEYİN diyor. Bağırsağımız ikinci beynimiz olabilir mi? Ben henüz tam emin olacak değilim. Beden ve ruhu yöneten, hayatı güzelleştirecek yeni bilgiler, keyifler, buluşlar üreten “RUH” ve “AKIL” gibi iki mühim kavrama ev sahipliği eden beyin gibi istisna bir organı atık deryası içinde yüzen bağırsaklarla eşdeğer kılmaya doğrusu pek aklım da yatmıyor.
İkisi arasında ciddi bir iletişim olduğu kesin ama en azından şimdilik -eldeki verilerle- beynin bağırsakları değil de, bağırsakların beyni yönettiğine beni kimse kolay kolay inandıramaz. Ama şuna inanıyorum: Konu bağışıklık gücümüz ve tepkilerimiz olduğunda bağırsaklar çok ama çok önemli.
Özellikle de içerdikleri -taşıdıkları- 100 trilyonluk ve 2 kiloluk mikrobik yapı (yani mikrobiom) çok mühim.
Tam da bu noktada yine sevgili ANNELERİMİZ devreye giriyor. Zira MİKROBİYOTA’mızın nasıl olacağına da öncelikle ANALARIMIZ karar veriyor. Nedeni şu...

Haberin Devamı

Bağışıklık gücümüz de annemizden miras

Daha önce de yazdım, hücrelerimizin enerji üretme merkezleri MİTOKONDRİ’lerimizi babalardan değil, annelerimizden alıyoruz. Yani genetik kod olarak mitokondri yapılanmamızın kaynağı ve ENERJİ ihtiyacımızın temeli de eli öpülesi annelerimiz. Önemli bir ayrıntı da şu: Sadece enerjimizi değil, mühim, hem de çok mühim bir gücümüzü, BAĞIŞIKLIK sistemimizin kabiliyet ve yeteneklerini de öncelikle annelerimize borçluyuz. Nedenini aşağıdaki kutuda açıklamaya çalıştım...

Mikrobiyomunuz zayıflayınca neler oluyor?

Probiyotik güç ve onun oluşturduğu MİKROBİYOM yapılanması güçlü ve kalıcı sağlık için çok ama çok önemli bir güç. Mikrobiyomumuz zayıf düşünce başımıza gelmeyen kalmıyor. En kısa, en insaflı liste ise şu...
- Bağışıklık hastalıkları artıyor. (Lupus, haşimato, vitiligo)
- Alerjik hastalıklar devreye giriyor. (Astım, egzema, atopik dermatit)
- Ruhsal sorunlar sıklaşıyor. (Depresyon, panik bozukluk)
- Nörolojik hastalıklar zirve yapıyor. (Parkinson, alzheimer)
- Kilolar artıyor. (Obezite)
- Kanser devri geliyor. (Kolon, meme, prostat, yumurtalık)
- Şeker hastaları çoğalıyor. (İnsülin direnci dahil)
- Bellek bozuklukları yaygınlaşıyor.

Haberin Devamı

Neden sezaryen değil de normal doğum?

Bebek doğumda ana rahminden çıkarken, doğum kanalındaki mikropları yutarak dünyaya geliyor, o mikroplar bebeğin sindirim sisteminde yuvalanıp yaşamaya başlıyor.
Buna ek olarak emzirme sürecinde de anneden bebeğe “faydalı mikrop (probiyotik bakteri)” geçişi sürüyor, bağışıklık sisteminin temelini de işte bu iki grup mikrop atıyor. Normal yolla değil sezaryenle doğan ve üstüne de anne sütü ile değil de biberonla beslenen bebeklerin bağışıklık sistemleri işte bu sebeple zayıf ve güçsüz düşüyor.
Bu bebeklerde alerjik hastalıklara (astım, egzama) üst solunum yolu iltihaplarına (otit, sinüzit, tonsillit), ishallere daha sık rastlanıyor. O bebekler büyüdüklerinde daha yüksek oranda obezite, diyabet, depresyon, otoimmün hastalık, bağışıklık yetmezliği gibi sorunlar yaşıyor. Kısacası “normal yolla doğum” ve “emzirme” meselesi çok ama çok önemli ayrıntılar: Çünkü anne ile yakın temas sayesinde bebeğin bağışıklık sistemi yapılanabiliyor.

Haberin Devamı

Mikrobiyom ile obezitenin ilişkisine dikkat

- Antibiyotik kullandığı için bağışıklık sistemi zayıf düşen çocukların gelecekte şişmanlama olasılıkları daha fazla.
- Obezlerin çoğunda mikrobiyom da zayıf ve güçsüz.
- Sürekli düşük doz antibiyotik verilen çiftlik hayvanları daha kilolu. Üreticiler bu nedenle hayvanlarına düşük doz antibiyotik yüklüyor.
- O hayvanların etleri, sütleri ile bize geçen antibiyotikler de bizim mikrobiyomumuzu zayıflatıyor, belki de kilo aldırıyor.

Antibiyotik seferberliği neden önemli?

- Her antibiyotik iki ucu keskin bir bıçak hatta bazen bir atom bombasıdır.
- Çünkü hiçbir antibiyotik sadece “zararlı” olduğu kabul edilen mikropları (bakterileri) öldürmez, mikrobiyomumuzu oluşturan faydalı (prbiyotik) bakterileri de yok eder.
- Mikrobik çeşitlilik azalıp mikrobiyomumuz fakirleştikçe de hastalıklar sıklaşır.
- “Dysbiosis” denilen ve bağırsaktaki biyolojik dengenin, çeşitlilik ve gücün azalması anlamına gelen yeni bir sağlık sorunu ile karşı karşıyayız. Bu sorunun esas nedeni gereksiz ve kontrolsüz antibiyotik kullanımı.
- Antibiyotiklerin virüslere etkisi yok. Buna rağmen çoğu doktor hâlâ ve ısrarla her ateşli hastalıkta hemen bir antibiyotik reçete ediyor. Gribi, nezleyi antibiyotik ile tedavi etmeye kalkan hekimler ve her ateşi çıkınca bir antibiyotik yutup iyileşeceğini düşüneneler maalesef bir hayli fazla.
- Aşırı antibiyotik kullanımı sadece mikrobiyomu küçültmekle kalmaz antibiyotik direncini de tetikler.
- Özetle toplumu ve sağlık çalışanlarını antibiyotikleri bilinçli kullanma konusunda sürekli olarak bilinçlendirmemiz gerekiyor. İşte bu nedenle antibiyotik kullanımı konusunda toplumsal çalışmaları aralıksız sürdürmek şart.

 

Yazarın Tüm Yazıları