‘Yaz kafası’na ne iyi gelir?

Son yazlarımıza damga vuran seçim döngüsü bittiğine göre artık yaz kafasına tam anlamıyla girdiğimizi varsayıyorum.

Haberin Devamı


Peki bu sıcaklarda en iyi ne gider?
Tabii ki beyninizin daha fazla yanmasına yol açacak zihin açıcı bir şeyler!
Misal: Bugünlerde Alman dizisi Dark’ın ikinci sezonunu izliyorum ve zaman paradoksları içinde kaybolmuş durumdayım.
Dizi boyunca birçok karakter “eski ben”iyle karşılaşıyor ya da “gelecekteki ben”iyle...
Yetmedi, bir anne çocuğunun 40 yaşındaki versiyonuyla yüz yüze gelebiliyor.
Sonra durumlar iyice karmaşıklaşıyor.
Zaten zaman yolculuğu hadisesine ucundan kıyısından bulaşan tüm dizi ve filmlerde eninde sonunda bu oluyor: İzlerken not alman gerekiyor.
Bu noktada meşhur “Büyükbaba paradoksu”nu hatırlatayım:
Eğer geçmişe gidip kendi dedenizi öldürürseniz var olmazsınız.
Çünkü hiç doğmamış olursunuz ve haliyle zaman makinesiyle geçmişe gidip dedenizi de öldüremezsiniz.
Bu durumda dedeniz ölmüş olamaz, sizin doğmuş olmanız için...
Ama iki seçenek düşünülünce dedeniz ve siz, aslında aynı anda hem ölü hem diri oluyorsunuz.
Bakın anlatırken bile kafam karıştı!
Dark’ın da meselesi bu.
Ama işi öyle labirent bir hale getirmişler ki, olayları takip etmek yer yer zorlaşıyor.

Haberin Devamı

O filmi unutmak ne mümkün

Dark’ın ele aldığı paradoks ve zaman yolculuğu gibi konulara bugüne kadar birçok yapımda rastladık. Kimisinde çok sabun köpüğüydü mesele.
Kimisinde ilham verici.
En “beyin yakıcı” olanı ise 2014 yapımı Predestination filmiydi. Ethan Hawke’ın başrolde olduğu film birkaç kez izlemelik, üzerine düşünmelik...
Çünkü orada da başka bir paradoksa değiniliyor.
Geleceği kurtarmak için geçmişe gidip değişiklik yapmak isteyen bir karakter sonunda şu döngüye giriyor:
Hangi olayın “neden”
hangi olayın “sonuç”
olduğunu anlaması mümkün olmuyor.
Ve bu döngünün içinde sıkışıp kalıyor...

‘Yaz kafası’na  ne iyi gelir

İzlanda önerileri mi dediniz?

Yazın herkes güneye inip plajları doldurmuyor elbet.
Kuzey meraklısı da çok. Hatta en uzaktaki kuzeye kadar giden de...
Geçtiğimiz günlerde bir çift bana, “Ağustosta İzlanda’ya gideceğiz, tavsiyeleriniz var mı?” diye sordu mesela.
Ayaküstü onlara önerilerimi sıraladım. Meraklısı için buraya da not düşeyim:
◊ İzlanda’nın üçte ikisinin yaşadığı Reykjavik çok büyük bir yer değil. İki, bilemedin üç saatte gezersiniz. Önce liman tarafındaki Lobster&Stuff’a gidip ıstakoz çorbası için, sonra Icelandair Marina Otel’in barına, Slippbarinn’e uğrayın.
Geleneksel İzlanda yemeği için ise Apotek’e (barı da iyi) gidin.
Reykjavik’te geceye başlamak için Kex en iyisi. Kex, aslında bildiğin hostel...
Geceyi sonlandırmak için ise canlı müzik mekanı Hurra ilginç olabilir.
◊ Reykjavik dışındaki ilk rotanız güney olsun. Rotayı Vik kasabasına doğru kırın.
Bu yol üzerinde iki tane Instagramlık, şahane şelale var: Skogafoss ve Seljalandfoss.
◊ Vik’e gelmeden Siyah Kumsal’a, nam-ı diğer Reynisfjara’ya da uğrayın.
Kumsala hayran olacağınız kadar tatlı puffin kuşlarına da bayılacaksınız.
◊ Buzul gölü Jökulsarlon. Vik’ten sonra iki saat daha yol gidip buraya da uğrayın. İrili ufaklı buzulların etrafında poz verin.
◊ Gulfoss civarındaki gayzer bölgesinde irili ufaklı fışkıran su kaynakları var. En büyüğünün adı Stokkur. Üç dakika, bilemedin altı dakikada bir yerin altından su fışkırıyor yeryüzüne. Aman suya elinizi değdirmeyin, çünkü 80 ila 100 derece sıcaklığı!
◊ İzlanda’nın meşhur atlarıyla tur yapayım derseniz iki adres vereyim:
Eldhestar ve Viking Horses.
◊ 2010 yılında külleri yüzünden uçuşları felç eden, ismini söylemesi hayli zor Eyjafjallajökull yanardağını görün. Yanardağın sonuçlarından etkilenmiş bir aile turistler için bir merkez de oluşturmuş. Yanardağın patlayışını ve sonrasında yaşadıklarını dramatize eden bir kısa film, sonra çıkışta içinde kül olan hediyelikler filan... O kısmı ticari ve sıkıcı tabii.

Yazarın Tüm Yazıları