Nişantaşı’ndaki o değişim

Nişantaşı’nın klasikleşmiş restoranlarından biriydi Park Şamdan.

Haberin Devamı


1982’de açılmış ve bu ünlü “fine dining” restoranını uzun süre Ahmet Çapa ve Ersoy Çetin beraber işletmişti.
Bir süredir de Nişantaşı’ndaki o klasik yerinde değildi Park Şamdan. Kuruçeşme’deki Les Ottomans Oteli’nin sahile bakan tarafına taşınmıştı.
Çünkü devir değişmişti.
Devrin değiştiğinin en önemli kanıtı da Park Şamdan’ın Nişantaşı’ndaki eski mekanının girişine yakın zamanda kondurulan bir tabela oldu: Adana İl Sınırı.
Kısa sürede popüler olan bu meşhur ocakbaşı yakında Nişantaşı’ndaki mekanında hizmet vermeye başlayacak.
Ben gittiğimde sadece o kocaman tabelayı kondurmuşlardı.
İçeride hazırlıklar sürüyordu. Peki Park Şamdan döneminden ocakbaşı restoranına gelen değişimin özeti ne olabilir? Bence şu:
Park Şamdan’ın menüsünde de sevilen yemekler et odaklı yemeklerdi.
Mesela Cafe de Paris soslu et, mesela robespierre usulü ince dilimlenmiş bonfile.
Adana İl Sınırı’nın starı ise tabii ki kebaplar. Belirtmeye bile gerek yok.
Aradaki fark tarzlarında, sunumlarında.
Biri Türk usulü Fransız, diğeri tamamen lokal. Birinde görmek, görülmek, orada olmak/takılmak, o ambiyansın içinde bulunmak daha önemliydi. Diğerinde ise böyle bir statü sembolü olma hevesi/arzusu yok.

Haberin Devamı

Tek eşlilik üzerine bir analiz

Explained diye bir belgesel izliyorum. Her bölümünde ayrı bir konu işleniyor. İzlediğim ilk bölümün konusu “Tek eşlilik”ti.
Belgeselde konuşan bilim insanlarından biri tek eşliliği esprili bir şekilde şöyle tasvir ediyor:
“Tek eşlilik vejetaryenlik gibidir. Vejetaryen olmayı seçebilirsiniz ve bu sağlıklı olabilir.
Etik olabilir, harika bir karar olabilir.
Ama siz vejetaryen olmayı seçtiğiniz için pastırma güzel kokmayı bırakmaz.”

Alaçatı bu konuyu tartışıyor

Bu yaz Alaçatı’nın gündeminde bir “desibel” konusu var.
Yani barlarda çalan yüksek sesli müzikten doğan gürültü.
Alaçatı Turizm Derneği diyor ki: “60 desibelde sohbet eder, 50 desibelde yağmuru izler, 30 desibelde sırlarımızı paylaşırız.
Köy içi mekanlarında çalan müzik de 75 desibelden fazla olmasın.
Alaçatı’da eğlenceye karşı değiliz. Ama çevreyi rahatsız edecek seviyede müzik yayınına karşıyız.”
Dernek bu amaçla “Alaçatı 75 Desibel” diye bir farkındalık projesi başlatmış. İşe yarar mı yaramaz mı bilemem. Ama mekan işletmecilerinin bu projeyi “Sezon çok kısa, kiralar yüksek, yapacak bir şey yok. Müşteri müzik istiyor, eğlenmek istiyor” şeklinde algılayacağına eminim. Aslında bu mesele geçen yazlarda da vardı. Çok tartışıldı.
Hatta konu başka türlü algılanıp “Alaçatı’yı bitirmek istiyorlar” gibi başka bir mevzuya bile dönüştürüldü.
Oysa Alaçatı’nın her mekandan başka bir müziğin fışkırdığı sıradan bir barlar sokağına dönüşmesi buranın yakın zamanda ölüp gitmesi, kaliteli müşterinin uçup gitmesi demek.
Çünkü aslında Alaçatı demek iyi yemek ve sakin tatille özdeş.
Elbette görme ve görülme arzusu da var. O da son yıllarda eklendi.
Ama köy içi hiçbir zaman çılgınca eğlenmek isteyenlerin adresi olmadı. Bundan sonra da olmamalı.
Neyse, konuyu yerinde incelemek üzere bir Alaçatı’ya uzanayım bakalım, neler oluyor...

Yazarın Tüm Yazıları