İstanbul mekanlarının geleceği

İstanbul mekanlarının en büyük iki sorunu nedir?

Haberin Devamı

Gördüğümü söyleyeyim: 
İlki, kaliteli turistin az oluşu ve dolayısıyla iyi mekanlarda yabancılara pek rastlamıyor oluşumuz. 
Bu aynı zamanda şu demek:
Dön dolaş lokal bir grubun mekanlar tarafından paylaşılamaması ve sonuçta sosyal hayatın yerinde sayması...
Nasıl mı yerinde sayılıyor? 
Çok basit: Mekanlar menülerde cesur bir şey denemekten kaçınmaya başlıyor. 
Çünkü yerli müşteri ne derse, ne isterse yapıyor. 
Diyelim ki menüde bir salata var. 
Müşterinin, “Şu malzemeler olmadan salatamı yapar mısınız?” deme şımarıklığına katlanılıyor. 
Oysa kozmopolit diğer şehirlere bakın. 
Kafelerde, restoranlarda bolca yabancı görürsünüz. 
En lokal diye bildiğiniz mekanda bile durum böyledir. 
Ve kendinizden hesap edin. 
Londra, New York ya da Dubai’ye gittiğinizde garsona dönüp, “Salatama şunu koymasanız olur mu?” demezsiniz, gelen tabağı olduğu gibi kabul edersiniz. 
Kısacası yabancıların varlığı hatırı sayılır bir şekilde hissedilmeden Türk müşteri hep şımarık davranacak, mekanlar da bunu kabul etmeyi sürdürecek.
TEKRAR VE ÇORBA MEKANLAR
İkinci sorun ilkiyle bağlantılı aslında. 
Birbirinin benzeri mekanların açılıp durması... 
Şehrin en özgün mekanlarının olduğu ve farklı bir kitlenin ayakta tuttuğu Karaköy’de bile durum böyle. 
Bir noktadan sonra tekrar mekanlar...
Çünkü düşünmeden iş yapılıyor.
“Bir yer açalım da sonra bakarız” mantığı hakim. 
Oysa mekan açmak, iki tasarım sandalye üç tane iyi yemek değil artık. 
Mekanı baştan sona en ince ayrıntısına kadar tasarlamak, düşünmek gerekiyor. 
Masaya koyduğun tuzluktan tuvalette yarattığın ambiyansa kadar üstelik...
Biraz ondan biraz bundan karmaşıklığını belki biz İstanbul’da yiyoruz, ama yurtdışında kimse böyle çorba mekanlara rağbet etmiyor. 
Her şeyin başı kimlik yani. 
O mekanın ifade ettiği şey...

 

 

Haberin Devamı

İki müzisyenin ölümü

Bencillik yapacağım ama müzisyenlerin ölümü daha çok üzücü oluyor sanki. 
Çünkü yarattıkları melodi ya da sesleri yok olup gidiyor. 
Ama arkalarında bıraktıkları kayıtlardan onları hatırlayıp her seferinde hüzünleniyorsun. 
O garip hüzün peşini bırakmıyor. 
Misal: Dünden beri Prince’in Purple Rain şarkısını sayıklayıp duruyoruz arkadaşlarla. 
Radyoda doğal olarak çalıp duruyordu... 
HASTALIĞI SEVDİM BEN
Atilla Özdemiroğlu’nun ölümünden sonra ise hayattayken yaptığı şu ilginç açıklamaya rastgeldim. 
Şöyle demiş Özdemiroğlu: 
“Aslında hastalığı sevdim ben. 
Daha rahat bir hayata geçtim. Birilerinden sorumluydum, şimdi birileri benden sorumlu. Hastalığım sırasında yaşamın keyfini çıkardım diyebilirim.”
Hastalığı bu yüzden sevmek, hastalık nedeniyle hayatın tadını çıkartmaya başlamak...
Kimse böyle bir şey söyleyemezdi herhalde. 
Bilge müzisyen Özdemiroğlu’na bir selam çakıp şimdi onun bestelerine kulak verme zamanı. 
Benim tavsiyem, sözlerini Aysel Gürel’in yazdığı Hasret. Buyrunuz bir kuple sözlerine: 
“Gün bizim güneş bizim, göğsümüzde ateş bizim. 
Elele olduğumuz o gün gülmek bizim.”

 

 

Haberin Devamı

İSTANBUL POPÜLER MEKAN TOP 10
(16-23 nisan tarihleri arasında)

1. Zuma / İstinye Park 
(Geçen hafta: 1) 
2. Kilimanjaro / Bomonti 
(Geçen hafta: 2)
3. Mitte / Karaköy 
(Geçen hafta: 3)
4. Efendi / Nişantaşı
YENİ. Herkesin dilinde bu mahalle barı var. “Alt katında çok eğleniyorum” ya da “Burada insanlar çok rahat” cümleleri bugünlerde dolaşımda...
5. Lucca / Bebek 
(Geçen hafta: 5) 
6. Grey / Nişantaşı 
(Geçen hafta: 4)
7. La Boom / Emirgan 
(Geçen hafta: 6) 
8. Eden / Taksim 
(Geçen hafta: 7) 
9. Happily Ever After / Bebek 
(Geçen hafta: 9)
10. Hudson / Arnavutköy 
(Geçen hafta: 10)

Yazarın Tüm Yazıları