Gitmek isteyeni kendi haline bıraksak

Dün Hürriyet’te yayınlanan iki röportajda da ‘gitme’ konusu geçiyordu.

Haberin Devamı

Hakan Gence’ye konuşan Haluk Bilginer, “Bir tane Türkiye var. Türkiyeliyiz. Türkiye’de üretiyor ve yaşıyoruz. Onun için burada kalıp devam etmekten başka çare yok” diyerek ‘gitme’ konusuna değinmiş.
Cengiz Semercioğlu’nun röportaj yaptığı Ata Demirer ise, “Her şeyin düzeleceğine dair ümitliyim. Bırakıp gitmek filan yok. Hem nereye gideceğiz? Gurbet başka bir şey. Gurbette de çalıştım, gördüm. Üç beş gün sonra başlıyorsun özlemeye” diye konuşmuş.
İki ünlü de gitmeyi düşünenleri burada kalıp devam etmeleri için motive etmeye çalışmış.
En azından gitmeyi kafasına koyanları azarlamamışlar.
Çünkü şimdi bir de böylesi var.
“Gideceğim buralardan” dedin mi bayağı kızıp köpüren, “Ne halin varsa gör” diye atarlanan artık hayli çok.
Oysa gitmek de marifet değil, kalmak da...
İkisini de yüceltmenin anlamı yok.
Kim nasıl istiyorsa, nasıl mutlu olacaksa öyle hayatına devam eder.
En azından buna karışmayalım değil mi?
Gidecek olana atarlanmamızın esas nedeni de sanırım yalnızlık duygusu.
Çünkü ‘sana benzeyenler’ giderek azalıyor ve kendini yalnız hissetmeye başlıyorsun.
Bu da en fena duygulardan biri...

Kutup çizgisi önerileri 

Haberin Devamı

Kuzeyin durumu hep böyle galiba, ‘son’la ilişkilendiriliyor.
Hele kuzey kutbuna doğru yaklaştıkça bu hissiyat basıncı daha da yükseliyor.
Bir İspanyol filmi vardı. Julio Medem’in Kutup Çizgisi Aşıkları.
Yolları Madrid’de henüz çocukken kesişen iki aşığın hikayesini anlatıyordu film.
Ve o aşk hikayesi kutup çizgisinin geçtiği küçük bir şehirde, Finlandiya’daki Rovaniemi’de son buluyordu.
Geçtiğimiz günlerde Rovaniemi’nin uçsuz bucaksız karlı arazilerinde fink atarken bunu düşündüm: Buralar bir ‘son’ değil, aslında yeni bir başlangıç yapmak için şahane bir coğrafya.
Çünkü seni senle baş başa bırakıyor, hipnotize ediyor.
Gel de düşünme, kendi içine düşme!
İşin bu vıdı vıdı yanı bir yana, ta oralara kadar gitmişken kafasında ‘kuzey’ hayalleri kuranları, gitmeyi düşünenleri neler bekliyor kısaca anlatayım:

Gitmek isteyeni kendi haline bıraksak

GİTMELİ...
Lumimaa Snowland’in 270 kişi kapasiteli dünyanın en büyük Igloo Restoranı’na. Kardan/buzdan yapılmış tesisin içinde yiyip içtikten sonra açıkhava diskosunda zıp zıp zıplamak da mümkün. Ben sadece ilk kısmını yaptım, o ayrı...
Bir de buraya benzer Snowman World Igloo Oteli var.
Onun da Ice Bar’ı ve restoranı mevcut.
YAPMALI...
Husky ya da ren geyiği safarisi... Birinden birini seçmeli.
Ren geyiği safarisi daha huzurlu bir safari.
Bu arada geyikler günde sadece iki kez safariye çıkıyor.
Hayvanları gün boyu yormuyorlar yani, merak etmeyin.
GÖRMELİ...
Eğer çocuğunuzla gidiyorsanız mutlaka Santa Claus Village’ı.
Hatta burada konaklayan aileler de var. Tam bir Noel Baba tatil köyü. Ama fazla ticari. Bana sempatik gelmedi, ama görünüşü filan fantastik, hoş.
VAKİT VARSA YAPMALI...
Helsinki’den Rovaniemi uçakla bir saat. Ama aslında tren yolculuğu daha zevkli görüntülere sahne olabilir. Lakin yolculuk 11 saat sürüyor!
ÖNLEM ALMALI...
Akıllı telefonlar fazla soğuğa dayanamıyor ve kendini korumaya almak için zırt pırt kapanıyor. Önce şarj bitti sanıyorsun ama durumun öyle olmadığını sonradan çakıyorsun. O yüzden fotoğraf çekmek için telefonunuza pek güvenmeyin. Benim telefon sık sık donup kapandı mesela.
ŞANSA BIRAKMALI...
Kuzey ışıkları hava açık olsa dahi bazen görülemeyebiliyor.
Çünkü bu ışıkların görünmesi yeryüzünün manyetik alanıyla da ilgili. Biraz şans meselesi. Ben göremedim, ama şansıma da küsmedim.
Hatta şansımı daha da zorlamak üzere gelecek yıl Finlandiya’nın Kakslauttanen bölgesindeki Artctic Resort’a gitmeye karar verdim.
Orada Kuzey Işıkları’nı izlemek için özel camdan inşa edilmiş odalar bile varmış, daha ne olsun!

Yazarın Tüm Yazıları