En büyük kırgınlığım aldatılmak

Bu röportajı yazarken en çok şu iki Zuhal Olcay şarkısını dinledim. Biri, yeni “Başucu Şarkıları”nda yer alan “Eksik Bir Şey”. Diğeri, 90’lı yıllardaki “Oyuncu” albümünden “Hep Aynı”. Birbirine tezat bu iki şarkıyı dinlerken farklı Zuhal Olcay’lar da çarpışıp durdu haliyle zihin terasımda. Hepsinin ortak noktası aynıydı ama: En çok yalnız kalmayı seviyordu Zuhal... Şimdi buyrun, “Başucu Şarkıları”nın üçüncüsünü yayınlaması vesilesiyle onun, pek kimselerde rastlanmayan şeffaflıktaki cümlelerine/içten dünyasına...

Haberin Devamı

* Röportaja başlamadan evvel konuşuyorduk, Boris Vian’ın kitabındaki şu cümle sizi çok etkilemiş ya: “İnsanlığın mutluluğu değil, insanların tek tek mutluluğu beni ilgilendiriyor”. Oradan yola çıkarak sorayım, hayatınızın nasıl bir dönemindesiniz? Mutlu musunuz?

- Güncel dünyanın getirdiği sorunları bir kenara koyarsak sakin, huzurlu, mutlu, tatminkâr bir dönemdeyim. Belli bir saatten sonra bakıyorsun ki, artık önünde o kadar uzun vakit yok. Bu yüzden yaptıklarınla, geçmişinle şöyle bir hesaplaşıyorsun. O noktadan bakınca memnunum.

* Ne güzel!

- Çünkü kendini çok kandıran biri değilim. Kendimi çok eleştirir ve zaaflarımı hemen ortaya seriveririm. Sonuçta kimse aptal değil, herkes her şeyin farkında. Dolayısıyla, “İyi ki doğru yapmışım”lar fazla. Bundan memnunum.

* Peki kariyer anlamında müzik galip geldi diyebilir miyiz? Sonuçta bir süredir tiyatro, sinema yok. Ama şimdi yeni “Başucu Şarkıları” var...

- Çok haklısın. Ama belli bir yaşın sonrasında sinemada size yazılacak hikâyeler, karakterler pek yok. Varsa da arka planda. Hikâyeler hep genç kadın ve erkek üzerine kurulu. Müzik bu yüzden başrole geçmiş olabilir. Ama oyunculuk da gönlümde yatıyor tabii. O boşluğu dizilerle doldurmaya çalışıyorum diye bir beylik cümle kuramayacağım. Çünkü hayır, olmuyor!

Haberin Devamı

En büyük kırgınlığım aldatılmak

UTANÇ DUYUYORUM

* Dizi deyince, bir döneme damga vurmuş iki dizinizi hatırlamamak olmaz: “Parmak Damgası” ve “Gecenin Öteki Yüzü”... O dönem dizilerin hem dakikası kısaymış hem de bölüm sayıları az. Yapılan iş de kaliteliymiş.

- Ne kadar acıklı değil mi? 1981-82’de yayınlandı onlar, düşün. Utanç duyuyorum. Aradan 30 sene geçmiş, teknik ilerlemiş ama öyle işler yok. “Halk bunu istiyor” yalanına da hiç inanmıyorum. Düpedüz riyadır bu. Bu kadar çok benzer konuya sahip, asla inandırıcı olmayan sahne ve diyaloglarla bezeli diziler herhalde bir gün dibe vuracaktır! Bazen dizileri izlerken iki insan birbiriyle nasıl böyle konuşabilir, nasıl böyle diyaloglar kurabilir diyorum.

BAŞÖĞRETMEN GİBİ ŞARKI SÖYLEMEYİ BIRAKTIM

* Yeni “Başucu Şarkıları”ndaki şarkılar neye göre seçildi?


- Benim için anlamı olan, söylemekten keyif aldığım, alt beynime yerleşmiş, insanların da sevdiğini bildiğim şarkılar arasından seçtim. Çok şarkı dinledik, eledik. Sonuçta bunlarda karar kıldık.

* Onno Tunç’un yaptığı “Oyuncu” adlı albümünüz başka bir Zuhal Olcay’la tanıştırmıştı bizi. Nefis bir pop albümüydü. O albüm çıktığında ne hissetmiştiniz?

- Şöyle oldu: “Küçük Bir Öykü” albümü tam da tiyatrocu Zuhal Olcay’ın üzerine göre dikilmiş bir elbiseydi. Keza, “İki Çift Laf” da öyle. Sonra birdenbire Onno Tunç gibi muhteşem bir müzisyenle bu çalışmayı yaptık. “İyisin” filan patladı, öne çıktı. Çok fena oldum, üzüldüm, korktum. Bu kadarını düşünmemiştim diye. Sanki ayıp bir şeymiş gibi (gülüyor). Sonra alıştım o duruma. İlk sahneye çıktığım zamanlarda da öyleydim. Memo’s’ta 40 gece programa çıkmıştım. Seyirciler bir lokma bir şey yedi diye sahnede müthiş sinirleniyordum.

* Eyvah, niye?

- Nasıl olabilir böyle bir şey diye. Tiyatrodan alışık değilim ya. Ama orası aynı zamanda restoran, yiyecekler tabii. Yıllar içinde bu duruma alıştım. Başöğretmen gibi şarkı söylemeyi bıraktım. Artık şarkı söylerken çok rahat hissediyorum.

Haberin Devamı

En büyük kırgınlığım aldatılmak

TAŞ EKSİLTMEK İSTEMİYORUM

* Yeniden bir tiyatro oyununda görecek miyiz sizi?

- Evet, önümüzdeki yıl oynayacağım. Genç bir Türk yazarın oyunu var. Çok da sevdim metni. Artık sahneye çıkıp Joe, Alan, Ana demekten sıkıldım. Yıllardır arıyordum böyle Türkçe güzel bir şey. Açıkçası sırf tiyatro yapmış olmak için de tiyatro yapmayı istemiyordum. Neyse, sonunda oldu ama.

* Her şeye atlamıyorsunuz. Yerinizde başkası olsa neler yapardı...


- Teşekkür ederim, bunun görülmesi çok güzel. Çünkü hem içime sinmiyor hem de insanları bıktırmamak lazım. Bir de, her defasında bir taş koyamam belki ama kötü bir iş yaparak taş eksiltmek de istemiyorum. Kredileri yemeyelim. Bir yandan da ne böyle olduğum için üstünüm ne de yerlerdeyim. Doğam bu. Bazen özelliklerimizi abartıyoruz ya. Öyleyiz işte.

HALUK’LA KIRGINLIK BİTTİ DERSEM YALAN OLUR

* “Aşkı yaşayalım ama abartmayalım” demiştiniz bir keresinde, hatırlıyorum...


- Evet, çünkü dünyadaki yegane duygu değil.

* Aşk demişken... Üç evlilik yaptınız... Üçüyle de görüşüyor musunuz şimdi?

- Kızımın babası Zafer’le görüşüyoruz. Çok da severim. Selçuk’la (Yöntem) zaten okuldan beraber mezun olduk, evlendik. Londra maceramız oldu. Hâlâ dostuz. Haluk’la da işte... Biliyorsunuz yaşananları. Herkes şimdi kendi hayatında. Onunla sık görüşmüyoruz.

* Onunla kırgınlıklar bitti mi?

- Bitti demeyelim, o yalan olur! Ama bütün o şiddet var ya. Hani o ilk üzüntü, ilk keder, ilk hayal kırıklığı. İşte onların hiçbiri kalmıyor. Hepsi geçti, bitti, gitti! Ama dipte bir tortu var. İşte o tortu gitmiyor, kalıyor. O da iyi ki kalıyor! Kalsın bir şey. Bu kadar şeyi boşuna mı yaşadık.

ADAMI HAYATIMDA GÖRMEMİŞİM!

* Erol Köse’nin bir iddiası vardı, Haluk Bilginer’in size şiddet uyguladığına dair. İkiniz de iddiayı reddetmiş ve dava açmıştınız. Ne oldu o süreç?


- Evet, ikimiz de dava açtık. Hâlâ sürüyor. Bir şey olacağı yok tabii. Asla gerçek olmayan bir iddiaydı. Çok üzülmüştüm. Düşün, benim gözüme pansuman yaptığını bile söylemişti. Bir dönem aynı sitede oturduk ama adamı hayatımda görmemişim, hiç karşılaşmamışım. Haluk’a böyle bir şey söylemesi ayıp bir şeydi. Neyse, eski gazı yok onun da galiba...

* Hayatta en büyük kırgınlığınız neydi?

- (Bir süre düşündükten sonra) Aldatılmak... Ama her anlamda. Sadece kadın-erkek ilişkisi olarak değil. Dostlar arasında da. Kimsenin kimseye yaşatmaması gerek bence. Ben kimseye yaşatmamaya çalışıyorum. Çünkü çok kötü hissettiren bir şey.

Haberin Devamı

En büyük kırgınlığım aldatılmak

ŞENER ŞEN’İN YANITI DÜŞÜNDÜRÜCÜ VE ACIKLI

* En son Berkin Elvan için Sanat Meclisi’nin hazırladığı toplu videoda diğer sanatçılarla birlikte yer aldınız. Bu yüzden hedef gösterildiniz. Güncel ve politik konularda duyarlı olduğunuzu biliyorum.

- İnsanların geçmişteki haksızlıkları unutmaması gerektiğine inanıyorum. Bunların yeniden tekrarlanmaması için. Dahası, en tepemizdekinden en aşağıdakine kadar hepimizin vicdan musluklarını açması lazım. Böyle olmaz. Toplum olarak çok gerideyiz. Bütün bu sancılar bu yüzden yaşanıyor. Bunların yaşanması gerekiyor. Ama bu süreçler suçsuz, günahı olmayan insanların ölerek bedel ödemesini gerektirmiyor.

* Sosyal medya bu anlamda iyi mi? Bir yandan insanları duygusal anlamda örgütlüyor gibi görünüyor...


- Yok, ben sosyal medyayı hiç ciddiye almıyorum ya. Sosyal medyadaki birliğin toplumsal bir güce dönüştüğünü görsek, tamam. Ama bunu görmüyoruz. Sadece evlerimizden, güvenli ortamlarımızdan bir şeyler yazıp, “Hah bugün de görevimi yaptım” deyip huzur içinde uyuyoruz. Bir de geçenlerde şuna takıldım; Şener Şen demiş ya, “Ben eylemlere vakit ayıramayacak kadar sinemayı çok seviyorum” diye. Kendini yanlış mı ifade etti acaba diye düşündüm. Çok düşündürücü bir yanıt ve acıklı. Peki Picasso’yu, Sartre’ı, Marlene Dietrich’i ya da günümüzden Sean Penn’i nereye koyacağız? Picasso meşhur Guernica tablosunu yapmış ama faşistlere karşı lafını da söylemiştir.

* Toplumsal olaylara dair bizde hep belli bir sanatçı kesiminin sesi çıkar. Diğerleri susmayı yeğler. Sizce neden?


- Aynen öyledir, doğru. Ama bir hikâye var ya; büyük bir orman yangını çıkmış. Bir tane karıncayı bir damla su taşırken görmüşler. “N’apıyorsun ya?” demişler karıncaya, “Bir damla sudan ne olur?”. “Olsun” demiş karınca, “Ben tarafımı belli edeyim de”.

Haberin Devamı

ZUHAL İNCİNMEKTEN O KADAR KORKUYOR Kİ

* Sizin mesafeniz, soğuk duruşunuz da çok sevilir ya. Aslında çok matraksınız.

- Bizim anı dediğimiz şey, başka birinin başka bir zamanda yaşadığı şey. Şu anda ben, geçmişte Memo’s’ta çıkan o Zuhal değilim. Beni orada seyretmiş biri soğuk ve mesafeli olarak hatırlayabilir tabii. Ama aslında o soğuk ve mesafeli dediğiniz şey ne biliyor musunuz? O dönemki Zuhal o kadar kırılgan ve incinmekten o kadar çok korkuyor ki... İster istemez yüzüne bir duvar örmüş. Dolayısıyla mesafeli, soğuk tanımını bu yüzden hak etmiş olabilirim. Bir de dizileri düşünsenize. “Gecenin Öteki Yüzü”ndeki o kadın. Sürekli camların arkasında. Sonra “Gizli Yüz” filmi. Bu genel kanıya onlar da eşlik etmiştir.

Yazarın Tüm Yazıları