Bir trend olarak ‘sürdürülebilirlik’

Bir dönem “enerji” kelimesini sıkça kullandık.

Haberin Devamı

Pozitif enerjiler, negatif enerjiler havada uçuştu.
Evrene enerji göndermeler, “İsteyince olur” enerjileri, “Senden iyi enerji almadım”lar; kısacası yok yoktu.
Gerçek anlamda hissedip uygulayan başarılı oldu ama bir noktada “enerji”nin de içi boşaltıldı. Şimdi aynı şey “sürdürülebilirlik” kavramı için uygulanıyor sanki.
Markalar, kurumlar bu kavramı çılgınca sahiplenmek istiyor.
Ama uygulamaya gelince gerçekten bir şey yapmıyorlarsa bu kavramı sahiplenmelerinin de bir anlamı yok aslında.
Sadece havalı bir şekilde “sürdürülebilir” sıfatını her yerde kullanmış oluyorlar, o kadar.
Peki gerçek sürdürülebilirlik ne?
Çok katmanlı bir mesele. Bunun geri dönüşümlü olanı da var, ileri dönüşümlüsü de.
Geri dönüşümlü olana genelde aşinayız. En azından pet şişelerden dolayı.
Ama o pet şişelerden tasarım bir ürün yaratılmasına pek aşina değiliz.
Mesela Prof. Dr. Hakan Gürsu’nun liderliğindeki Designnobis, suyu verimli kullanmaya yönelik bir dikey tarım çalışması olan “Pet-Tree”yi yaptı.
Üstelik herkesin isterse yapabileceği, basit ama tasarım bir üründü bu.
Mesela Onaranlar Kulübü var. Yaptıkları çoğu şey “ileri dönüşüm”e giriyor.
En son defolu tabir edilen tekstil ürünlerini toplayıp WWF ile beraber onardılar.
Ayrıca kullanılmayan, kötü durumdaki kent mobilyalarını da kendi tabirleriyle “hack’leyip” onarıyor ya da tasarım bir ürün haline getiriyorlar.
Yani aslında sürdürülebilirlik hem geniş boyutlu hem de uygulaması çok da zor olmayan bir kavram.
Yeter ki ağızlarda sakız ola ola bir süre sonra “enerji” gibi bıkkınlık veren bir kelimeye dönüşmesin...

Haberin Devamı

Söylemesi kolay, uygulama zor: Tarladan sofraya

Şef Osman Sezener Urla’nın gastronomik açıdan popülerleşmesini sağlayan öncü isimlerden biri.
Yerel üreticilerle bağ kuran, ürüne önem verme geleneği olarak tanımlanabilecek “tarladan sofraya”yı ilk Sezener kullandı ve başka restoranlara da ilham verdi.
Sezener’le yazın konuştuğumuzda “tarladan sofraya” uygulamasının çok da kolay olmadığını anlatmıştı bana.
Şöyle ki:
“Restorancılık gerçekten zor bir meslek. Sadece yemek yaparak olmuyor.
Düşünün, 300 kalem ürününüz var.
En iyisini bulmak için hepsini en iyi tedarikçiden almak istiyorsunuz.
Bunun mümkün olması için ciddi bir ekip lazım.
Bizim sadece tarlalarımıza bakan, satın alma yapan ve üreticilerden, tarlalardan, balıkçılardan tedarik yapan yedi kişilik bir ekibimiz var.
Bu hiç de kolay olmuyor.
Restoranların hacmi gereği bunu yapabilmesi çok zor.
Bu nedenle büyük marketlerden tüm ürünleri edinmek daha kolay bir seçenek haline geliyor”.
Restoranların kalite ve fiyat dengesini tartışıyor ve haklı olarak yemekleri pahalı buluyoruz ya.
Aslında ürününü gerçekten yerel üreticiden alanlara paye versek ve daha çok marketten ürün tedarik eden restorana gitmesek, o dengeyi biz kendiliğinden kurmuş olacağız aslında.

Yazarın Tüm Yazıları