Trump ve ABD dış politikası

ABD Başkanı Trump bir sene kadar sonra tekrar Londra’daydı, bu sefer Başkan Trump Birleşik Krallığa resmi bir ziyaret gerçekleştirdi. Kraliçe Elizabeth ve Başbakan May ile görüştü, resmi ziyaretin gerektirdiği bütün protokol toplantılarına, yemeklere katıldı. Zamanlama bakımından Trump’ın Birleşik Krallık ziyareti dikkat çekiciydi.

Haberin Devamı

Başkan Trump Birleşik Krallık’ta bulunduğu sırada 2. Dünya Savaşı’nda sonun başlangıcı olan Normandiya Çıkartmasının başlangıç yeri olan İngiltere’nin güney sahillerindeki Portsmouth’da düzenlenen törene katıldı. Bu tören Normandiya Çıkartması’nın 75. yıldönümünü anmak amacıyla düzenlenmişti.

Bugün Avrupa’da gördüğümüz siyasi yapının temelleri esasen 2. Dünya Savaşı sonrasına uzanıyor. 2. Dünya Savaşı’nda ABD-Birleşik Krallık ittifakı Almanya’nın Avrupa’yı ele geçirmesine karşı savaşmış, Nazi Almanyası yenilerek, Berlin’in Avrupa üzerindeki hakimiyeti engellenmişti.  Normandiya Çıkartması 2. Dünya Savaşı’nda Nazi Almanyası’nın yenilmesinde dönüm noktasıydı.

Başkan Trump Londra ziyareti sırasında yaptığı konuşmalarda sıklıkla ABD ile Birleşik Krallık arasındaki “tarihi” ve “eşi görülmemiş” ittifaka atıf yaptı. Bu ittifakın güçlendirilmesini istedi. Başkan Trump’ın Birleşik Krallığın Avrupa Birliği’nden ayrılmasından sonra Vaşington ile Londra arasındaki ilişkilerin daha da güçleneceğine ve ABD-Birleşik Krallık “ittifakında” eskiye dönüleceğine inandığı anlaşılıyor.

Haberin Devamı

Başkan Trump esasen daha Londra’ya gitmeden attığı “twitlerle” dikkatleri Birleşik Krallık ziyareti üzerine çekti. Birleşik Krallığın AB’den ayrılmasını, bu ayrılmanın sert Brexit seklinde gerçekleşmesini tercih ettiğini ortaya koydu. Aralarında Boris Johnson’un da bulunduğu sert Brexit savunucusu İngiliz siyasetçileri desteklediğini açık açık söylemesi Trump’ın İngiltere’nin içişlerine “karışıyor” suçlamalarının yeniden yükselmesine yol açtı.

Başkan Trump Londra’da iken her ne kadar (İngiltere’nin AB’den bir anlaşma ile ayrılmasını savunan) Başbakan May’e övgüler yağdırdıysa da, AB’ye karşı daha sert politikalar üretecek ve Birleşik Krallığın AB’den bir an önce ayrılmasını sağlayacak bir siyasetçinin (istifa eden) May’ın yerine Başbakan olmasını istediğini göstermeye devam etti.

Başkan Trump’ın Londra ziyareti zamanlaması bakımından dikkat çekiciydi. Başbakan May kısa süre önce iktidardaki Muhafazakar Parti liderliğinden ve Başbakanlıktan istifa ettiğini açıklamıştı. Muhafazakar Partinin bu ayın sonlarına doğru yeni liderini seçmesi ve bu kişinin Başbakanlık koltuğuna da oturması bekleniyor. Başkan Trump bu kişinin (adaylar arasında yer alan) Boris Johnson olmasını istediğini ifade etmekten çekinmiyor.

Haberin Devamı

Londra ziyareti sırasında ABD ile Birleşik Krallık arasında çok kapsamlı bir ticaret anlaşmasından bahsetmesi ve bu anlaşmanın görüşmelerinin başlamasını istediğini ortaya koyması Başkan Trump’in Brexit’ten sonra Vaşington-Londra ilişkilerinin ve “ittifakının” daha da büyümesini istediğini ortaya çıkartıyor. Bugün Birleşik Krallığın en büyük ticaret ortağı AB ve Trump bu durumun değişmesini istiyor.

Birleşik Krallık bugün ticaretinin % 50 kadarını AB ile yapıyor. ABD’nin Birleşik Krallık ticaret hacmindeki yeri ise %15’e ancak varıyor. ABD-Birleşik Krallık ticaret hacmi 2018 yılında 260 milyar doların biraz üzerinde. Brexit’in (özellikle sert bir Brexit’in) ve ABD-Birleşik Krallık arasında yapılacak bir Serbest Ticaret Anlaşmasının bu tabloyu büyük ölçüde değiştireceğini tahmin etmek zor değil.

Haberin Devamı

ABD ile Birleşik Krallık arasında böyle bir ticaret Anlaşmasının müzakeresinin kolay olmayacağına işaret ediliyor. Özellikle tarım ve sağlık sanayi alanında ticaretin düzenlenmesinde engellerle karşılaşılacağı anlaşılıyor. Birleşik Krallıkta sağlık sektörü hassas bir konu ve Londra’nın sağlık alanını ABD’ye açmakta zorlukları olacağı ortaya çıkıyor. Ayrıca Birleşik Krallık’ta genetiği değiştirilmiş tarım ürünleri ve hayvancılıkta antibiyotikli gıdalar konusunda da hassasiyet ABD’ye göre çok yüksek.

Karşılaşılacak zorluklara rağmen Brexit sonrası hem siyasi hem de ekonomik alanda Birleşik Krallığın AB’den uzaklaşarak ABD’ye yaklaşmasının uluslararası sistem için doğuracağı sonuçlar büyük önem taşıyor. Birleşik Krallıksız bir AB’nin uluslararası sistemdeki yerinin farklı ve daha küçük olacağı açık. Brüksel’deki AB yetkililerinin Brexit’i bir “felaket” olarak nitelendirmeleri de bu sebepten.

Haberin Devamı

Vaşington-Londra-Berlin-Paris dörtgeninde meydana gelmekte olan gelişmeler Türkiye için de büyük önem taşıyor. Berlin-Paris yönetimindeki AB’nin Türkiye’yi kurulmakta olan Avrupa içinde görmediği ve Türkiye için biçilen “rolün” Ankara’nın düşündüğünden çok “farklı” olduğu artık bütün açıklığıyla ortaya çıkmış bir durumda. Bu çerçevede Kuzey Atlantik ve Avrupa bölgesinde oluşan 3 güç merkezi Ankara’ya daha fazla hareket imkanı tanıyor.

Ankara’nın oluşmakta olan Vaşington-Londra, Berlin-Paris (Brüksel) ve Moskova güç merkezli yeni yapıyı yakından izlediğine ve değerlendirdiğine şüphe yok. Berlin-Paris kontrollü AB’nin giderek Türkiye aleyhtarı bir yapıya dönüşmesi karşısında Vaşington-Londra ve Moskova merkezlerinin güçlenmesi kısa, orta ve uzun dönemde Ankara’nın faydalanabileceği uluslararası bir sistem haline dönüşebilir. 

Haberin Devamı

Başkan Trump Birleşik Krallık ziyaretinden sonra Fransa’ya geçti ve bu kez Marş Denizi’nin doğu yakasında Normandiya’da yapılan törenlere katıldı. Fransa’da yapılan törenlerin ev sahibi Cumhurbaşkanı Macron’du. Trump-Macron ilişkileri iyi bir şekilde başlamış, ancak sonradan ikili arasındaki ilişkiler “soğumuş” ve Başkan Trump ile Cumhurbaşkanı arasında “sorunlar” ve küresel meselelere yaklaşımda “ayrılmalar” ortaya çıkmıştı.

Normandiya’da yapılan törenlerden sonra Trump ile Macron bir görüşme gerçekleştirdiler. Ancak Trump’ın “Amerika İlk” anlayışı temelinde oluşturduğu dış politikanın Cumhurbaşkanı Macron’un sorunlara “küresel yaklaşımlarla” çözüm bulunması anlayışıyla çatıştığı, ABD ile Fransa arasında İran gibi bölgesel sorunlara yaklaşımdan “küresel ısınma” gibi küresel çözüm bekleyen sorunlara yaklaşımdaki görüş ayrılıklarının sürdüğü anlaşılıyor.

Başkan Trump Avrupa ziyaretlerine başlamadan önce ABD’nin çok yakın ilişkiler içinde bulunduğu, komşusu Meksika ile ilgili çok önemli kararlar aldı. Trump, eğer ABD’nin güney sınırlarına yönelik düzensiz göçü önlemek için harekete geçmezse, Meksika’dan yapılan tüm ithalata % 5 ek vergi getireceğini, bu ithal vergisinin daha sonraki aylar % 5 artarak sonuçta % 25’e çıkacağını açıkladı. Yani 5 ay içinde ABD-Meksika ticaretini durdurma noktasına getirebilecek bir adım attı.

Meksika ABD’nin çok önemli bir ticaret ortağı ve ABD dış ticaretinde (Kanada’dan sonra) 2. sırada yer alıyor. İki ülke arasındaki ticaret hacmi (hizmet sektörü dahil) 671 milyar dolar. ABD’nin 2018 yılında Meksika’ya ihracatı 299,1 milyar, ithalatı da 371,9 milyar dolar. Rakamlar iki ülke arasındaki bir ticaret savaşının “yıkıcı” olacağını, özellikle Meksika’nın bu durumdan son derece olumsuz etkileneceğini gösteriyor.

Ancak Trump için Meksika üzerinden ABD’nin güney sınırlarına gelen düzensiz göçü engellemek çok önemli. Bu Trump’ın 2016 seçim kampanyasında verdiği bir söz. Trump bunu ilk önce ABD-Meksika sınırını tamamen bir duvarla kapatarak yapabileceğini düşündü. Ancak ortaya çıkan tablo duvarın ABD’ye güney sınırından sızmaya çalışan Hispanik göçü engelleyemeyeceğini ortaya koyuyor.

ABD-Meksika sınırı çok uzun ve düzensiz göçü sadece duvarla engellemek imkansız görünüyor. Sadece bu Şubat ayında Meksika’dan ABD’ye geçenlerin sayısının 76 bini bulduğu tahmin ediliyor. Sınırı geçmek isterken yakalanan ve tutuklananların sayısı 2018 yılında 396 bin civarında.  Trump Yönetiminin iktidara geldiğinden bu yana 2 sene içinde güneyden düzensiz göçü önlemek için aldığı tedbirlerin hepsi ABD içinde ciddi bir bölünmeye yol açmış, ABD kamuoyunu bölmüş gözüküyor.

ABD-Meksika sınırındaki düzensiz göç ABD-Meksika ikili ilişkilerini de çok olumsuz bir şekilde etkiliyor. Başkan Trump’ın sınırın tamamına yapacağı duvarın çok masraflı olacağı biliniyor. Trump’ın duvarı Meksika’ya finanse ettirmek istemesinin Meksika’da tepki yarattığı ve reddedildiği de hatırlarda. Trump Yönetiminin şimdi ABD’nin güney sınırına Orta Amerika ülkelerinden gelen düzensiz göçü Meksika’da durdurmayı ve ABD’de bulunan (sığınma hakkı tanınmayan) sığınmacıları Meksika’ya geri göndermeyi istediği görülüyor.

Basında ABD ile Meksika’nın Göç konusunda ABD ile Meksika’nın bir Anlaşmaya vardıkları haberleri, Meksika’nın Trump Yönetimi’nin baskısı altında hareket ettiği anlamına geliyor. Meksika’nın Vaşington’un isteklerini kabul etmesi Başkan Trump için iç politika anlamında da “iyi” bir haber. Trump’ın 2020 Başkanlık seçimleri için adaylığı kesinleşmiş gibi ve Orta Amerika’dan düzensiz göçü önlemek için atılacak adımların Trump’ın seçim kampanyasını ve Trump’ın geleneksel “oy tabanındaki” pozisyonunu güçlendireceğine işaret ediliyor.

Trump Yönetimi’nin ek ithal vergisi açıklamasından hemen sonra Meksika’nın Dışişleri Bakanını görüşmeler için Vaşington’a göndermesi, Guatamala sınırında yeni tedbirler alınacağını açıklaması Meksika’nın ABD ile ticaret savaşı istemediğini, Meksika için ABD ile ticari ilişkilerin büyük bir önem taşıdığını göstermişti. Şimdi Trump Yönetiminin düzensiz göçü Meksika sınırları içinde kontrol altına alma ve önleme politikasının ve ABD ile Meksika arasında varılan Anlaşmanın başarılı olup olmayacağı izlenecektir.

Trump Yönetimi’nin ithalat vergileriyle zorlamaya çalıştığı diğer ülke Çin’dir. Vaşington’un Çin’den ithal ettiği ürünlere karşı uygulamaya başladığı ithalat vergileri, Pekin’in misillemeleriyle, ABD-Çin arasında bir “Ticaret Savaşını” başlatmıştır. Dünya’nın iki en büyük ekonomisi arasındaki bu ekonomik savaşın nasıl bir yön alacağı, Vaşington ile Pekin arasındaki ilişkileri nasıl etkileyeceği, Dünya ekonomisi ve uluslararası ilişkilerdeki etkisinin ne olacağı önemli ve merak edilen bir husustur.

Geçen hafta içinde Çin Cumhurbaşkanı Xi Jingping’in Rusya’ya yaptığı resmi ziyaretin ve Rusya’da Devlet Başkanı Putin tarafından üst düzeyde ağırlanmasının Vaşington tarafından yakından izlendiğine şüphe bulunmamaktadır.   Çin’in Rusya ile olan ticaretinin geçen sene % 25 gibi büyük bir oranda arttığı ve 100 milyar dolara vardığı görülmektedir.

ABD-Rusya ilişkilerinin hızla bozulduğu, hatta iki ülke arasında geçmişte varılan ve bugüne kadar uzatılabilen nükleer silahların azaltılmasını ve kontrolünü sağlayan Anlaşmaların bile tehlikeye girdiği bir dönemde meydana gelen Pekin-Moskova yaklaşmasının Vaşington’u ciddi bir şekilde endişelendirdiğine hiç şüphe bulunmamaktadır.

Rusya ve Çin’in (tekrar) bir yakınlaşma (ve hatta bir ittifak) içine girmesinin ABD’nin Güney Amerika, Orta Doğu, Asya ve Afrika’da uygulamaya çalıştığı politikaları tehlikeye düşürebileceğinin Vaşington tarafından görülmemesi imkansızdır. Rusya ve Çin’in ABD’nin Filistin Çözüm Planını açıklamak için bu ay içinde Bahreyn’de düzenlemeyi planladığı uluslararası Konferansa katılmama kararı aldıkları, Venezuela üzerindeki ABD baskısının sonuç vermemesi için birlikte hareket ettikleri basında yer alan haberler içindedir.

Vaşington’un uluslararası ilişkilerde ve Dünya ekonomisindeki hakim durumuna karşı Çin, Rusya ve hatta AB’in ortaya çıkarttığı “meydan okumanın” çok daha belirgin bir hale geldiği, uluslararası sistemin “çok merkezli” hale dönüştüğü bir dönemde Başkan Trump ile Temsilciler Meclisi’ni elinde tutan Demokrat Parti arasındaki ilişkiler de her gün biraz daha bozulmaktadır.

Temsilciler Meclisi Başkanı Nancy Pelosi’nin Trump için sarf ettiği belirtilen “görevden alındığını değil, hapse atıldığını görmek istiyorum” sözleri ABD siyasi tarihinde bir ilktir. Trump’ın Pelosi için ifade ettiği “iğrenç, korkunç ve kindar” nitelendirmesi ise ABD protokolünde 1. ve 3. sırada yer alan iki şahsiyet arasındaki ilişkilerin ne seviyeye geldiğini göstermektedir.      

   

 

 

 

   

Yazarın Tüm Yazıları