İki önemli konferans

ABD Başkanı Trump katıldığı her toplantıda dikkatleri üzerine topluyor. Katıldığı her uluslararası toplantıda basın-yayın organlarının dikkatleri Başkan Trump’ın üzerinde oluyor. Trump attığı “twitler”, toplantılardaki çoğu zaman geleneklere uymayan davranışları ile odak noktası haline geliyor.

Haberin Devamı

 

Bu uluslararası toplantılardan en fazla hatırlananlar arasında 2017 yılı Mayıs ayında Brüksel’de yapılan NATO Zirvesi ve 2018 yılı Haziran ayında Kanada’da yapılan G-7 Zirvesi bulunuyor. NATO Brüksel Zirvesinde Başkan Trump’ın yeni üyeliğe kabul edilen Karadağ’ın Başbakanını omuz atarak kenara itmesi ve (aile fotoğrafı çekiminde) öne geçmesi, G-7 Zirvesinde Kanada’da Başbakan Trudeau ile giriştiği söz düellosu hala hatırlarda.

Başkan Trump’ın davranışları kadar, “Amerika İlk” politikasını ön plana çıkartarak uluslararası toplantılarda takındığı tutum da zaman zaman sorun oluşturuyor, ABD’yi diğer katılımcı ülkelerle karşı karşıya getirebiliyor. Yine 2018 Kanada Zirvesi’nin sonunda ABD’nin, örgütün tarihinde ilk defa, G-7’nin toplantı bitiminde yayınladığı bildiriyi (sonuç bildirisini) imzalamaması da hatırlanıyor.

Haberin Devamı

Hemen hemen her uluslararası toplantıda tekrarlanan bu gelişmelerin artık Trump Yönetimi ile Batı Avrupa ülkeleri arasında uluslararası ilişkilere bakışta temelde bir ayrım yarattığına işaret ediliyor. Trump Yönetimi uluslararası ilişkilerde giderek milliyetçi bir yol izliyor, “Amerika İlk” tutumuyla (sorunların çözümünde) uluslararası işbirliğinden uzaklaşıyor. Başını Fransa ve Almanya’nın çektiği bazı ülkeler ise sorunların çözümünde “uluslararası işbirliğini” savunuyor, uluslararası örgütlerin rolünün ön plana çıkartılmasını istiyorlar.

ABD ile Fransa ve Almanya arasındaki temeldeki bu görüş ayrılığının geçen ay Cumhurbaşkanı Macron’un Fransa’da düzenlediği Birinci Dünya Savaşı’nın bitiminin 100. yıl anma törenlerinde açık bir şekilde ortaya çıktığı izlendi. Macron’un konuşmasında uluslararası işbirliğinin ve BM dahil uluslararası örgütlerin önemini vurgulayarak, Trump yönetimiyle uluslararası ilişkilere bakış ve yaklaşımdaki farklılığı ortaya koyduğu görüldü.

Kısa bir süre önce Arjantin’de yapılan G-20 Zirvesi sırasında, Suudi Arabistan Veliaht Prensi Salman da bu sefer dikkatleri üzerinde toplayarak, yaptıkları ve görüştükleri liderlerle ilgi odağı haline geldiyse de, ABD Başkanı Trump yine (uluslararası basın-yayın organlarında) ön planda kalmayı sürdürdü. G-20 Zirvesi’nin bitiminde yayınlanan sonuç bildirisi de, bir kez daha ABD ile diğer ülkeler arasındaki görüş ayrılıklarını ortaya koydu, ABD’nin iklim değişikliği ve çevre gibi çok önemli bir konuda dahi uluslararası toplumdan farklı düşündüğünü açıkça gösterdi.

Haberin Devamı

Bazı sorunların küresel olduğu; bunlara ancak küresel girişim ve gayretlerle çözüm bulunulabileceği, iklim değişikliği ve küresel ısınma ile göç konusunun bu sorunların başında geldiği açıktır. Bu iki konuda da Birleşmiş Milletler yoğun bir çaba göstermekte, uluslararası işbirliğini sağlamaya çalışmaktadır. Bu iki uluslararası sorun konusunda BM öncülüğünde geçtiğimiz kısa süre içersinde iki önemli konferans düzenlenmiştir.

Trump Yönetimi ise bu iki alanda (BM çerçevesinde) uluslararası işbirliğini desteklememekte, gerek çevre gerek göç konusundaki sorunlara uluslararası değil, her ülkenin kendi çözümlerini üretmesi gerektiğini savunmaktadır. Bu çerçevede Trump Yönetimi,  Polonya’nın Katoviçe şehrinde (iklim değişikliği ve küresel ısınma konusunda) düzenlenen Taraflar Konferansına (COP 24) ve Fas’ın Marakeş şehrinde düzenlenen Göç Konferansına ilgi duymamış ve bu toplantıları desteklememiştir.

Haberin Devamı

Esasen Trump Yönetimi kısa bir süre önce 2015 yılında imzalanan Paris İklim Anlaşması’ndan çekilmiş ve böylece küresel ısınmayı durdurmayı amaçlayan uluslararası gayretlerin dışında kalacağını Dünya’ya ilan etmiştir. Başkan Trump seçim kampanyası sırasından başlayarak küresel ısınmayla ilgili bulguları ciddiye almadığını ifade etmekte, esasen küresel ısınmanın bilimsel bir “gerçek” olmadığını savunmaktadır.

Başkan Trump, bu çerçevede ABD’nin Paris İklim Anlaşması’yla girdiği (önemli mali yatırımlar gerektiren) taahhütlere uyması gerekmediğini, ABD’nin kömür kaynaklarının zengin olduğunu ve bunları işletmeye ve enerji üretiminde (diğer fosil kaynaklar yanında) kömüre dayanmaya devam etmesi gerektiğini ifade etmekte, çevre ve enerji politikalarını bu yönde oluşturmaktadır.

Haberin Devamı

Küresel ısınma ve iklim değişikliği ile ilgili uluslararası çabalar 1992 yılında BM tarafından düzenlenen uluslararası konferansta BM İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesinin (UNFCCC) kabulüyle başlamıştır. Bu tarihten bu yana her sene iklim değişikliği konusunda (değişik ülkelerin ev sahipliği yaptığı) Taraflar Konferansı (COP) düzenlenmekte, bu yıl bu toplantı Polonya’da Katoviçe şehrinde yapılmaktadır.

Şimdiye kadar düzenlenen bu toplantılarda iki önemli uluslararası belge ortaya çıkartılmıştır. Bunlardan ilki 1997 yılında imzalanan ve 2005 yılında yürürlüğe giren Kyoto Protokolü, diğeri ise 2015 yılında imzalanan Paris İklim Değişikliği Anlaşmasıdır. Paris Anlaşması Kyoto Protokolü’nün yerini almak üzere imzalanmıştır. İki uluslararası belge de temelde küresel ısınmayı durdurmak için ülkelerin yapacaklarını ele almakta ve ülkelere taahhütler getirmektedir. Paris İklim Değişikliği Anlaşmasının hedefi küresel ısınmayı 21. Yüzyılın sonuna kadar 2 derecenin altında (mümkünse 1,5 derecede) tutmaktır.

Haberin Devamı

Bu hedefe varmanın yolu Dünya atmosferinde sera etkisi yapan (karbondioksit ve methan gazı gibi) gaz salınımlarını azaltmaktan geçmekte, bu da fosil enerji kullanımını azaltarak temiz ve yenilenebilir (rüzgar ve güneş gibi) enerji kaynaklarına geçilmesini gerektirmektedir. Küresel ısınmanın 2 derecenin altında tutulması hedefinin gerçekleştirilebilmesi için sorumluluğun büyük ölçüde Kalkınmış (Sanayileşmiş) ülkelere düştüğü açıktır.

Trump Yönetiminin Paris İklim Anlaşmasından çekilmesine rağmen ABD’nin en azından 2020’ye kadar Anlaşmayla bağlı kalması gerekiyor. Her ne kadar Trump Yönetimi Katoviçe Taraflar Konferansı’nda temsil edilmiyor ise de ABD eyaletler düzeyinde ve (hükümet dışı) çevre kuruluşları olarak Konferans’ta oldukça aktif. En fazla sera gazı salınımı yapan Çin de Paris İklim Anlaşması’na bağlı olacağını açıklamış durumda. Aynen ABD gibi, ülkedeki kömür kaynaklarını kullanmak ve devreye sokmak isteyen Çin’in (Paris Anlaşmasıyla yüklendiği) taahhütlerini nasıl yerine getireceği merakla izlenen bir husus.

Halen devam eden Polonya Taraflar Konferansı’nda  (COP 24) ülkelerin taahhütlerini yerine getirmeleri için bir yol haritası üzerinde çalışıldığı anlaşılıyor. Her ne kadar Başkan Trump ilgilenmese de, aralarında Fransa Cumhurbaşkanı Macron ve Almanya Başbakanı Merkel’in de bulunduğu 30 kadar devlet ve hükümet başkanının, Katoviçe Taraflar Konferansı’nda konuşma yapması bekleniyor.

Global ısınma ve iklim değişikliği gibi küresel işbirliği ve çözüm gerektiren diğer bir sorun da düzensiz göç ve BM bu sorunda da çözümler üretmeye gayret gösteriyor. BM’in bir süreden beri hazırladığı Küresel Güvenli ve Düzenli Göç Sözleşmesi 10-11 Aralık tarihlerinde Fas’ın Marakeş şehrinde yapılan Konferansta imzaya açıldı.

Marakeş Düzenli Göç Toplantısı’nda katılan BM Genel Sekreteri Antonio Guterres burada yaptığı konuşmada Dünya’daki göçmen sayısının 260 milyona yaklaştığını açıkladı. BM rakamlarına göre geçtiğimiz 18 yıllık bir dönemde yolculuk sırasında 60 bin kadar göçmen hayatını kaybetti. Küresel Güvenli ve Düzenli Göç Sözleşmesi bir yandan göçmenlerin korunmasını sağlamaya çalışırken, diğer yandan göçün düzenli olması konusunda küresel işbirliğini sağlamaya çalışıyor.

BM Güvenli ve Düzenli Göç Sözleşmesi bağlayıcı değil. Sadece göç konusunda küresel işbirliğini sağlamak için bir yol haritası ortaya koyuyor. Buna rağmen ABD Sözleşmeyi imzalamayacağını açıklamış durumda. ABD bu konuda yalnız da değil. Avusturalya, İsrail, Şili, Macaristan, Avusturya, Çekya, Slovakya, İsviçre, Hırvatistan, Latviya, Bulgaristan ve İtalya da Sözleşmeyi imzalamayacaklarını açıkladılar.

Sözleşmeyi imzalamayacak ülkeler arasında 9 Avrupa Birliği üyesi ülke olması da çok dikkat çekici. Halbuki Almanya Başbakanı Angela Merkel ile İspanya Başbakanı Pedro Sanchez de Konferansa katılan ve konuşma yapan liderler arasında ve Konferans (ve Sözleşme) AB tarafından destekleniyor.

Bu durum göç konusunda hem Dünya’daki hem de AB içindeki görüş ayrılıklarını çok açık bir şekilde ortaya koyuyor. Göç konusu AB içinde ciddi görüş ayrılıklarına ve bölünmelere neden oluyor. AB yönetimi göç konusunda ortak bir AB politikası oluşturma konusunda zorluklarla karşılaşıyor. Göç konusu birçok AB ülkesinde yabancı düşmanlığı, Müslüman düşmanlığı ve ırkçılık gibi sosyal sorunlarla iç içe girmiş durumda.

Geçen hafta meydana gelen ve basın-yayın organlarının fazla dikkatini çekmeyen diğer bir gelişme de ABD’nin BM Genel Kurulu’ndan Hamas’ı Gazze’den İsrail’e atılan roketler sebebiyle kınayan bir karar geçirtme teşebbüsünün başarısızlığa uğramasıydı. “Hamas ve Diğer Aşırı Grupların Gazze’deki Faaliyetleri” başlıklı karar tasarısı BM Genel Kurulu’nda yapılan oylamada 87 olumlu oya karşı 57 olumsuz ve 33 çekimser oy aldı ve 2/3 çoğunluğu sağlayamaması nedeniyle reddedilmiş oldu.

Hamas’ı kınayan karar tasarısının engellenebilmesini sağlayan Kuveyt tarafından verilen ve konunun önemi nedeniyle 2/3 çoğunlukla geçmesi gerektiği yönündeki karar tasarısıydı. Bu karar tasarısı da ancak 75 olumlu 72 olumsuz ve 26 oyla geçebildi ve Hamas aleyhtarı karar tasarısı 2/3 kuralı çerçevesinde oylamaya konuldu.

BM’deki bu (başarız) girişim Trump Yönetiminin Vaşington’da iktidara geldiği 2 yıllık bir dönemde ortaya koyduğu Filistin aleyhtarı girişimlere bir yenisini daha eklemiş oldu. Trump Yönetiminin 2 yıllık bu dönemde aralarında Kudüs’ün İsrail’in başkenti olarak tanınması, ABD Büyükelçiliğinin Tel Aviv’den Kudüs’e taşınması, Vaşington’daki FKÖ Bürosunun kapatılması, ABD’nin BM Yakın Doğu Filistin Mültecilerine Yardım Ajansı’na (UNRWA) yaptığı mali katkıyı kesmesi gibi aldığı (İsrail’i destekleyen ve Filistin karşıtı olarak sayılan) kararlar bulunuyor. ABD’nin bu son Hamas karar tasarısının 87 olumlu oy alması Trump Yönetiminin İsrail’i destekleyen tutumunda ne kadar ısrarlı olduğunun yeni bir göstergesi olarak sayılıyor.

BM Genel Kurulu’ndaki oylamanın ilginç bir yanı da (Trump Yönetimi’nin Arap Dünyası içinde çok iyi ilişkiler içinde olduğu Mısır, Suudi Arabistan ve Birleşik Arap Emirlikleri gibi ülkelerin de yer aldığı) tüm Arap ülkelerinin Hamas karar tasarısına olumsuz oy vermeleri oldu. Bu da Trump Yönetiminin İsrail yanlısı tutumunun ağır bir baskısı altında olan ve İsrail’le işbirliği içinde bulunan Arap ülkelerinin bile kendi kamuoylarını görmezlikten gelemediklerine işaret ediyor. Çok sayıdaki ülkenin Hamas karar tasarısına sorunun sadece bir yanına eğilmesi, Gazze’deki ağır ablukaya, İsrail’in Gazze halkına karşı kullandığı oransız şiddete ve Filistin sorununun çözümsüzlüğünde Başbakan Netanyahu’nun uzlaşmaz politikalarına değinmemesi sebebiyle olumsuz oy verdiği de açık.    

    

  

  

 

        

                  

 

  

Yazarın Tüm Yazıları