Kendime üç yolculuk

Yıllar önce okuduğum bir kitapta, koca kitap boyunca, adam odasında yolculuk ediyordu. Ve seyirlerinin günlüğünü yazıyordu.

Haberin Devamı

Xavier de Maistre’nin 1829’da, düello cezası olarak 42 günlük ev hapsinde yazdığı bu romanda, evindeki kanepede oturarak Alpler’e tırmanmaktan ya da Amazon nehirlerinde kayıkla gezmekten daha uzaklara gidebiliyordun.

Seyahatin illa ki dışarıya doğru olmadığını o kitaptan öğrendim. İnsan oturduğu yerde çok uzaklara gidebilir ve mesafeler göreceli. Bazen pencerenin önüne gitmek, Zanzibar’a gitmekten daha zor olabilir.

İçe yolculuk, yolculukların en git git bitmezi. Bunu biliyoruz zaten. Kimileri bu yola çıkıyor, kimileri de gereksiz buluyor bunu.

Ben belki içimdeki kimyalardan ötürü, bu yolculuğu hep önemsedim. Kendimden başka kemirecek şeyim olmadığını çocukken anlamıştım. Bana göre bir insan ne kadar kendine benzerse o kadar kahramandı hep. Aynılaşıp dikkat çekmek istemeyenler bana hep kaçak geldi.

Haberin Devamı

Kimsenin söylemediğini söyleyenler, giymediğini giyenler, yapmadığını yapanlar hep aklımı başımdan aldılar. Hâlâ da öyle. Yeşil kabuğunu kestiğinde, içinden karpuz gibi kıpkırmızı çıkanlarla dolaştım. Onların dallarına kondum. Ben de bence, biraz hatta çoğunlukla onlardan biriyim. İçine dalmadan da olmuyor bu.

Üç yolculuk dememin sebebi şu. Birinci yolculuk içe seyahatse, diğer ikisi dışa seyahat yani turizm ve bir şey yapmaya, üretmeye seyahat.

Önce coğrafya değiştirme seyahatine bakalım. Göz bir pencereyse ve her sabah bir yere açılıyorsa, o pencereyi taşımak çok heyecan verici olabilir. Bir sabah, Kaçkarlar’da gürül gürül akan Fırtına deresinin kenarında gözünü açmak mesela... Ya da uyanır uyanmaz yere oturup bir Japon bahçesinde çorba içmek ya da kara basmak.

Başka diller duymak, başka tatlar, başka koku. Hiç daha önce duymadığın bir konuda konuşmalar dinlemek. Tıpkı “Odamda Yolculuk” kitabında olduğu gibi... Bunun da hayatımdaki en ilginç örneği kapkaranlık bir odada dinlediğim konser olmuştu. Sesleri o kadar net duyduğumu hiç hatırlamıyorum.

Son seyahat, belki de benim en önemsediğim. İnsanı amacıyla, tutkusuyla, faydasıyla buluşturan yegane yolculuk.

Bir şeyler yapmanın, daha önce olmayan bir şeyi var etmenin yolu. Uykusuz geceler, karanlık tüneller, derin kuyular, sonra onca dalgayla dövüldükten sonra varılan kuş çığlıklı güneşli limanlar.

Haberin Devamı

Deli bir seyahat o. El ele çıkılıyor çoğu zaman. İnsanın tek başına ortaya çıkarabildiği çok az şey var. Belki roman, belki resim. Çoğunlukla üretilen şeylerde bir sürü küçük parmak var.

“Haydi gelin gidelim ve daha önce şurada var olmamış şeyi var edelim” demek gibisi olabilir mi? İnsana hayatta bir işe yaradığını hatırlatmaktan daha büyük iltifat var mı? Hiç vida sökememiş bir tornavida olmaktan daha ağırı olabilir mi?

Bu hafta bu üç yolculukla uyuyalım. Ve hafta bitmeden, en azından birine doğru yola koyulalım.

 

 

 

 

Yazarın Tüm Yazıları