Biraz daha azalalım mı?

Çocuklarda en büyük korkulardan biri ‘kıtlık’mış.

Haberin Devamı

 Bu hiç geçmiyor bence. Sürekli ihtiyacımız olmayan yeni şeyler almamızı başka nasıl açıklarız? Bolluk istiyoruz. Yarın bir gün kimsenin bir şeyi kalmazsa, bizde depo dolu olsun. Ben de toplamışım. Her şeyden toplamışım. İyisiyle kötüsüyle. Para kazandıkça, gerekli gereksiz almışım. Bir etek daha, bir kitap daha, bir çay daha almışım. Doymamışım. Daha’lamışım yani. Ohalamışım. Şimdiyse bu halimi yuhalıyorum. İhtiyacım olmayan çokluğum, yosunlu bir deniz gibi ayaklarıma dolanıyor. Utanıyorum da biraz. Yenisini almak için bitmesini bekleyebilirdim çoğu şeyin. Zombiler gibi birikmezdi yarı tüketilmiş, azıcık kullanılmış şeyler. Evet işte bu yüzden verdim, o büyük elden geçirme kararını.
Bütün eşyalarınızın yerini biliyor musunuz? Peki her şeyin üzerindeki deseni? Rengini? Dikkatle baktınız mı teker teker? Elleyip kokladınız mı birer birer? Bence hiç. Artık başkalarını sizden çok sevindirecek kaç eşyanız var? Bence çok. Earl Nightingale’in çok güzel bir lafı var: ‘Hiçbir mumun alevi, başka bir mumu tutuşturmakla azalmaz.’ Hayattaki asıl zenginlik, alevini götürüp de tutuşturduğun başka fitillerdir. Azalırken çoğaltmaktan daha güzel ne olabilir?
Hiç giymediğim paltoya sordum küsmüş mü? Küsmemiş ama onu o askıda bıraksaymışım da giyecek biri alsaymış, kışın karı görseymiş tercih edermiş tabii. ‘Dolapta muhabbet bir yerde bitiyor’ dedi. Herkesin anlatacak bir sürü anısı oluyormuş. Bir tişört lekesini taşıdığı lokantanın lezzetinden, bir etek içine saklanabilen çocuk sayısından, bir eldiven tuttuğu elin sıcacık sevgisinden bahsederken bizim paltonun hiç hikayesi olmamış tabii. Ben onun neye benzediğini bile unutmuşum. Kalem koyma yeri varmış. Ayna koyma yeri varmış. Aslında ne kadar kendine has, ne kadar biricikmiş de kıymetini bilmemişim. Sadece benim olsun diye almışım. Bende dursun diye. Beraber hiçbir anımız yok. Halbuki kahverengi deri sandaletimle ben, her yaz kavuşuyoruz birbirimize. Ayağıma geçer geçmez heyecanlanıyor nereye gidiyoruz diye. Eşyaları kullanmanın hikayesi, anısı da başka yani.
Neyse ki palto kendine yeni bir ev buldu. Hem de kışları soğuk geçen bir memlekette. Sevindim ben de, çok mahcuptum ona karşı. Neyse ki, durmaktan eskimeden yeni hayatına başlayabildi.
Hiç duydunuz mu, yaşanmayan evlerin badanalarının döküldüğünü? Ben gördüm. İnsansızlık, yaşanmamışlık her şeyi bozuyor eşyayı bile. Cansızları bile.
Azalmanın başka güzel bir yanı da, her şeyinin büyüyerek gözüne görünür hale gelmesi. Sanki küçük minik bir sürü şeyin varken, büyük kocaman birkaç şeyin oluyor. Kavuşuyorsunuz nihayet! Neydi o hengame yahu diyorsunuz. Muhabbet başlıyor her şeyle.
Azalmak aslında çoğaltıyor. Daha fazla şey yapabilir hale geliyorsun tuhaf bir biçimde. Belki her şey görünür hale geldiğinden. Belki sadelik daha fazla fikir doğurabildiğinden. O çokluğun çöplüğü, senin ihtimallerini azaltıyormuş meğer. Hani size de olmaz mı, çok seçenekle elde var sıfır kalakalmak? Seçenek tamamen bir kirlilik ve özgürlük bile değil. Tam tersi, daha az seçenekle daha çok özgürsün. Seçenekler çoğalıp seni ezmiyorlar çünkü.
Azalmak tüketimini de azaltıyor ister istemez. Kendini uyarıyorsun: Bak bir kenara koyacaksam seni almayayım diyorsun, o da evet bence de sen bir gün daha düşün gerekirse alırsın diyor. Sonra gidip almıyorsun. Çünkü elindekiler sana yetiyor aslında. Ve o bekleme salonunda duracak şeyi, davet etmiyorsun evine.
Belki de insanın en talihsiz vasfı budur. Elindekine körleşip, hep daha fazlasına göz dikmek. Madem farkına vardığın her şey değişmeye adaydır, o halde fazlalığı bırakıp azalmanın zamanı gelmiştir.
Çünkü bir kalemle bile muhabbet kurabilen, çok daha zengin yaşar hayatı.

Yazarın Tüm Yazıları