Yok, bu bizden olamaz !

Ecdâdın durumu belli ! Sultan Abdülaziz, Batı müziği ile mesafeli bir padişah zannedilse de, daha 1800’lerde, İtalya’da F. Lucca yayınevi, kendisinin bestelemiş olduğu piyano parçalarını nota olarak bastırmıştı.

Haberin Devamı

“Invitation a la Valse, La Harpe Caprice ve La Gondole Barcarolle”, Avrupa müzik piyasasına, hep bu yayınevi tarafından satışa sunulmuştur. Meraklısı, Sultanı, daha ziyade “Bî huzurum nâle-i mürg-i dil-i divaneden…” diye başlayıp, “…Terk-i can etsem de kurtulsam şu mihnethâneden” diye biten Muhayyer şarkısıyla, Hicaz Mandra’sı veya Hicazkâr Sirto’suyla tanıdığı için olsa gerek bu ıskalama…

 

Osmanlı padişahları arasında, Batı tarzında en çok eser vermiş olan ise, Sultan V. Murad’dır. Yayımlanmamış el yazması eserlerinin yüzlerce sayfayı bulduğunu biliyoruz.  Bunların, “polka, vals, quadrille tarzı ve dönemin popüler dans müziği şeklinde yazılmış parçalar“ olduğunu, Emre Aracı’dan öğreniyoruz.

 

Haberin Devamı

Tanburî ve neyzen olan III. Selim ise, malûm Sûz-i dilâra makamını terkip eden seçkin bir sanatkârdır. Aynı zamanda bir mevlevî olan ve bu makamdan bir de Mevlevî Âyini bestelemiş bulunan Sultan’ın, dinî mûsikîmize ait âyin, durak, na't, ilâhi formundaki eserlerinden başka, “din dışı mûsikîmizin en büyük formu olan kâr'dan başlayarak beste, semâi, şarkı, köçekçe, peşrev, saz semâisi” olarak 64 eseri elimize ulaşmış durumda. Bunların 17’si saz eseri…  36 Osmanlı Padişahının, 26’sı çeşitli “mahlas”lar altında şiir yazdılar. Kanunî (Muhibbî) ve Fatih (Avnî), II. Mahmud (Adlî) , en meşhurlarıdır. II. Abdülhamit, marangozdu. Hattat olanlar var; ressam bir Hâlife ve diğerleri…

 

Geçmişin bu kısa tahlilinden sonra, arşivimdeki, Çetin Altan’ın, 2000’de, (bugünleri bile görmeden) “Akşam’da  35 yıl önce yazılmış bir yazı... " notuyla tekrar yayınladığı, “Kâbus gibi” yazısına uzanıyor ellerim. Tekrar göz gezdiriyor ve sizler için küçük bir özet hazırlıyorum.

 

“…İhtirasları kafalarından büyük olanlar çoğaldı mı, orada yaşamak ıstırap olmaya başlıyor. Kafalar kozalak kadar... Görgü sıfır... Duygu yok. Zebani görmüş gibi bakıyorum böylelerine… / ...Delice bir karanlıkta oynaşan gözlerinde, sadece eşeklik okunuyor bunların. O ne korkunç aşşağılık duygusu, o ne alçaktan da alçak seviye yoksulluğu ? Kim yetiştirdi insan kılığındaki bu acayip yaratıkları kırk yıl içinde?.  Kim hangi usulle onları bu biçime soktu ?... /…İnsan değil; sadece ihtirasla kızmış kupkuru bir küçük maşa... / …Hep düşündüğüm, hangi uğursuz cehennem bahçesinde yetişti bunlar kırk yıl içinde ? Hangi öğretmen A'yı, B'yi C'yi öğretti bunlara ? Kimlerle top oynadılar mahallede?. Hangi kızı sevdiler ilk defa, hangi kitabı okudular ?  Böyle bir yaşama sürecinden geçmiş hiçbir halleri yok... ‘Kabağın bile tarlada bir geçmişi, bir iç macerası vardır. Bunlar geçmişsiz ve iç dünyasız çağ ve yeryüzü dışı yaratıkları...’ / …O karanlık gözler, o daracık alınlar, o homurdanan ağızlar ve o ihtiras... Ve o müthiş aşşağılık duygusu... / …Zorla burjuva yetiştirme çabası, yetiştire yetiştire bu yemişsiz ve çiçeksiz kozalakları yetiştirmiş. Bazen uzaklara gitmek geliyor içimden… Yorgunluk, sıkıntı ve daha yoğun yaşama arzusundan değil... Sadece tiksintiden… / …Bir düzenin zavallılığı, yetiştirdiklerinden belli oluyor...”

 

Haberin Devamı

Eşzamanlı olarak, mail kutumda, “Usta”nın, yukarıdaki “pek kızgın isyanı”nı sıradanlaştıran başka bir yorum ile yüzleşiyorum. “…Recep İvedik gibi bir film 80’lerde 90’larda çekilemezdi. Çekilse de ilgi görmezdi. Çünkü bir tipleme olarak ‘gerçek’ değildi; yoktu ! Ne zaman ki o tiplemeye toplumun her katmanında rastlar olduk, filmi de peşi sıra geldi ve tabii çok tutuldu; ‘çünkü bu bir çöküşün filmidir’ bence…” diyor bir okuyucu.

 

Yazının başındaki “mazi kalbimde yaradır” paragrafına geri dönüyor, benim sakin ve dingin kişisel sentezimle, daha basit bir kanaate ulaşıyorum: “Bu ‘Recep’ bizden olamaz !  1400 salonda ve Türk Sinema tarihinin bütün rekorlarını alt üst ederek yükseldiği ‘gişe’, 1982 Anayasası’na verilen, % 91.37’lik destek kadar sanal ve geçicidir…”

Yazarın Tüm Yazıları