Ara Güler’in kehaneti ve Joshua Bell

DÜNYANIN karşısında önünü iliklediği fotoğraf sanatçımız Ara Güler’i biraz sıkıştırırlar bir sohbette...

Haberin Devamı

“Usta” derler; “Büyüksün, çok büyüksün ama çektiğin fotoğrafların bu kadar kaliteli olmasında, elindeki fotoğraf makinesinin hiç payı ve önemi yok mu?” Kendisine hâlâ “foto muhabiriyim...” diyen duayen, biraz içerlemiştir; fakat asıl büyük dersini şimdi verecektir: “Dikiş makinesiyle bile çekerim...” der.

Yetenek ve özgüvene sınır koymayan bu anekdota, ruhen ve kalben hep inandım. Aklımın labirentlerinde, küçük bir soru işareti kaldıysa bile, o da geçtiğimiz salı gecesi gerçekleşen; “kendini doğrulayan kehanet” karşısında buharlaştı gitti.

Program kitapçığındaki nota göre Joshua Bell, “1713 Huberman Stradivarius kemanıyla sahne alıyor ve François Tourte tarafından yapılmış bir 18. Yüzyıl Fransız arşesi kullanıyor...” Bu “donanım”ın kulağımıza yelpazelediği tını ile ‘güzel ses’e doymuş olmak elbette farklıydı. Ama “yazılım”ın icraya kazandırdığı tılsımı görünce, ancak o zaman anlayabildik; “adetâ sarıldığı kemanı onunla kavga eder gibi döve döve çalıp, böylesine yumuşak kalabilmenin” doyumsuzluğunu...

Haberin Devamı

Festivalin, geçen seneki açılış konserinde ağırladığımız Itzhak Perlman, (...ki, o da Yehudi Menuhin’e ait, Stradivari’nin altın çağında yapılmış en iyi kemanı olduğu düşünülen 1714 yapımı antik Soil Stradivarius ile çalıyordu) “elinde kalanlarla ne kadar daha müzik yapabileceğini bulmak...” ayrıcalığı ile hatırlanır. Aynı Perlman, (sözde aydınlarımızın adını bile bilmedikleri tanburî Necdet Yaşar’ı, uçaktan iner inmez soran...) Menuhin’in en önemli özelliğini vurgular: “Doğallık”. O Menuhin ise kemanını dinleyen Einstein’a, “şimdi biliyorum ki, cennette bir Tanrı var” dedirten Ustadır. Ama fikrimce, 17 Mayıs gecesi, sanata gönül verenlerin, “dün, bugün, yarın ve bütün zamanların...” nitelemelerini sorgulamaya başladıkları bir gece olarak hatırlanacak...

Çünkü “Festivaller Kenti” İzmir, İKSEV’in ev sahipliğinde 30 yaşına basan Uluslararası İzmir Festivali’nin açılış gecesinde, AASSM’yi, gerçek bir “Sanat Mâbeti”ne çeviren, unutulmaz bir konsere ev sahipliği yaptı. Çağımızın en tanınmış ve yaşı sebebiyle, yakın geleceğin de en etkileyici keman sanatçılarından bir olması muhtemel Joshua Bell’e, (bir söyleşide, akıcı stili için ‘iphone kullanır gibi çalıyor’ dediği...) piyanist Sam Haywood eşlik etti.

Haberin Devamı

Burada, repertuvarı tekrarlamayacağım! Keman literatürünün en zor eserlerini seslendirdiğinden bile bahsetmeyeceğim. Basın bülteninin yansımalarını, zaten gazetelerden okuyabilirsiniz. Bu resme, yükselen ve dinmeyen alkışlara Brahms’ın 1 Numaralı Macar Dansı ve Pablo De Sarasate’dan Gypsy Airs / Zigeunerweisen Op. 20 ile “Bis” yaparak cevap verdiğini eklesek yeter. “Peki senin kulağında ne kaldı?” diye soranlara ise daha önce Chopin esintileri için yazdığım bir paragrafla yanıt vermek isterim. “Müziğin, kokuyu tarif edebildiği bir sarhoşluktur” sözünü ettiğim. 2004 yapımı “Ladies in Lavender” (Lavanta Kokulu Kadınlar) filminin o buğulu keman sahnesinde (de), perde arkasındaki parmakların Joshua Bell’e ait olduğunu bilenler, içimden gelen bu tekrar için bana hak verecekler ve beni ayıplamayacaklardır: “...Üst tonlarda ıhlamur kokusu, aşağılarda gizemli, uçucu bir tarçın ve belli belirsiz bir lâvanta...”

Haberin Devamı

Unutmadan; İzmirli basın mensuplarının 76 fotoğrafından oluşan ve festivalin 30 yılını anlatan sergi de asla ıskalanmamalı... “Tarihe not düşen kareler”, AASSM’de sergilenmeye devam ediyor.

Açılışta, İzmir Valisi ve Büyükşehir Belediye Başkanı’nı görmek, kentin sanat ufku açısından umut vericiydi kuşkusuz. Ama hemen karar vermemek lâzım. Birkaç yıl önce, yine bir festival açılışında; İKSEV Yönetim Kurulu Başkanı Filiz Eczacıbaşı Sarper, (Festivali kastederek...) “tekrarın tekrarsızlığa uzanacağı inancıyla...” diyordu. Bekleyip göreceğiz...

Yazarın Tüm Yazıları