Minik bir yılbaşı hediyesi; Hayrani neşesi…

Bu seneki Konya seyahatimde dostlarla adetimiz olduğu üzere Akşehir’e de uğradık.

Haberin Devamı

 Orada malumunuz Nasreddin Hoca Efendi’nin de türbesi bulunmaktadır. Hoca Efendi’ye ziyaretimizin ardından yürüyüş mesafesinde, fakir için çok kıymetli bir zatı da ziyaret edecektik. ‘Seyyid Mahmud-u Hayrani Hazretleri’, manevi yolculuğumdaki en müstesna eşlikçilerden biri olmuştur ilginç bir şekilde. Henüz kendisini tanımazken, dağ başında bir gündüz rüyasında bu tatlı mı tatlı büyüğümle müşerref olmuş, kendisinden iki de hediye almıştım. Onlar anlatılmaz..

Bu gibi rüyalara alışık değildim henüz. Hoş bir hal ile uyandığımda, anlam veremediğim tarifsiz mutluluk hissiyle “hayırdır” deyip şöyle geçirmiştim içimden; “Hayrani’, ne güzel bir mahlas, keşke fakirin de böyle bir mahlasım olsa”. Cahilim tabi, kendi kendime fiyakalı bir mahlas yakıştıracağım ya, günler sonra, seyahatimizin devamında internet bağlantısı olan bir yere vardığımızda, “araştırayım bari” dedim “acaba bu mahlas kapılmış mıdır?” Bir de ne göreyim; rüyamda tanıştığım bu zat meğer gerçekte var olmuş bir tasavvuf çınarı değil miymiş! Hem de Derviş Babamın yakını ve ziyarete gidilirmiş makamı her Konya seyahatinde. Derviş Baba, Seyyid Mahmut Hayrani’ye isnad edilen etkileyici bir de menkıbe anlattı, mealen şöyle:

Haberin Devamı

“Seyyid Mahmud, Ahmed er Rifai Hazretleri’nin maneviyatından haberdar olup, kendisini makamında ziyaret etmeye duyduğu karşı konulamaz istekle kalkmış Anadolu’dan, Basra’ya doğru yola çıkmış. Zorlu bir yolculuk sonunda, Basra yakınlarında bulunan Seyyid Ahmed er Rifai’nin dergahına yaklaştıkça hissettiği manevi aşk ve cezbe hali onu ondan almaktaymış, öyle ki dergahın arazisine girdiğinde artık bu cezbe halinin tesiriyle kendini kaybetmiş ve yüzü dergaha dönük şekilde derviş selamı durarak kalakalmış bu halde. O sırada dergahın postunda oturan Rifai Hazretleri’nin halifesi, derler ki günler sonra(belki 40 gün), dervişlerini çağırıp ‘arazimizde bir zat davet beklemektedir, varın getirin onu buraya’ dedikte dervişan araziyi taramaya başlamışlar, görünürde kimse yokmuş ama ‘şeyhimiz söylediyse doğrudur, daha dikkatli arayalım’ diyerek sonunda güç bela Seyyid Mahmud’u bulmuşlar. ‘Güç bela’ diyorum çünkü Hazretin etrafını otlar bürümüş zamanla, kendisi hiç duruşunu bozmaksızın otların içinde adeta kamufle olmuş vaziyette imiş. Ayağının dibinde ise onu ısırmış olup Hazretin damarlarında dolaşan aşkın tesiriyle kendileri telef olmuş yılanlar, akrepler, çıyanlar… Bu halinden ötürü ‘Hayrani’ mahlasını alan Seyyid Mahmud, bir süre dergahta bir meczup gibi yaşamış, Hz.Seyyid Ahmed er Rifai’nin türbesi önünde kendisinden ‘üveysi’(fiziken karşılaşmadan rüya, mana yoluyla) olarak terbiye almış, günü gelince de halihazırdaki halife tarafından ‘Ey Mahmud, artık sebepler alemine geri dön, sana ihtiyacımız vardır’ denilerek o meczup halinden çıkarılıp manevi vazifeyle tekrardan Anadolu’ya geri yollanmış”…

 

Haberin Devamı

Sonrasında bir gün yine o dağ başındaki mekandayım bahsettiğim rüyayı gördüğüm. Yanımda arkadaşlarla ve yeniyetme dervişlik hallerimden kaynaklanan havaya girmelerimi her seferinde bozmayı başaran, o sırada kız arkadaşım, adı diyelim ‘Șukufe’ de birlikte.. Ağaçlıkların arasında, dereye bakan kerevete oturup sohbet edecektik, ki arkamı yere koymamla fırlamam bir oldu ayağa. Dikkat etmemişim, minderdeki arının üzerine oturunca kazara, ne yapsın, batırmış o da iğnesini. Daha evvelden sokulmuşluğum var, fena şişebiliyor. Erken müdahale, amonyak iyi gelir diye öğrenmişiz çocukken. Ama nerede, dağ başındayız. Biraz da panikle, hatırıma geldi; -afedersiniz- “çişi olan yok mu, hemen işesin üzerime, arının soktuğu yere!” Kimseden tıs yok. Neden sonra Hayrani Efendim geldi aklıma, onun menkıbesini, ustamın anlattıklarını düşündüm, bu yola muhabbetle bağlanan aşıkların yılan vs. sokmalarına bağışıklığı olacağını söylediğini anımsadım. İşaret parmağımın ucuna az tükürük bulaştırdım ağzımdan ve “destur Pirim” deyip sürdüm arının soktuğu yerin üzerine. Rahatlamıştım. Tabi bizimkiler “yok şöyle yapalım, yok yakın bir köye gidelim dispanser bulalım..”, çözüm önerilerinin bini bir para… Neyse, onları da yatıştırdım. Allah’ın izniyle bir şey olmayacağını, hallolduğunu söyledim. Ardından sohbete dalmışız. Belki bir belki iki saat sonra, arının soktuğu yerde ne bir iz, ne kızarıklık, ne şişme. Orası şişmemişti ama ben başladım şişinmeye “E ne de olsa fakir de Mahmud-u Hayrani’nin haliyle hallenmiş, almışım demek Hazret’ten bir şeyler, onu da yılanlar, çıyanlar sokmuştu da zehirin etkisi olmamış, kendileri ölmüştü damarlarında akan aşkın ateşinden…” diye ballandıra ballandıra anlatıyorken dayanamadı sonunda Șukufe, lafı gediğine yerleştiriverdi hemen “peki o da kendisini soktuklarında senin gibi ‘çişi olan var mı, işesin üzerime’ diye aranmış mı evvel?” Pat, fıss!! Balonum sönmüş, arkadaşlarla birlikte dayanamayıp fakir de gülüyordum artık esprinin inceliğine. Șeytan ayrıntıda gizli gerçekten bazen. Fakir nereye koca Hayrani Sultan nereye, biz en ufak lütufta böyle havalara giriyorken neyimize dervişlik, erenlerin teslimiyetinin boyutu yanında komiklik değil de nedir bu iddiacı halimiz. Tevbe, estağfirullah! İyi gülmüştük ama, hem ders olmuştu… Hakk razı olsun!

 

Haberin Devamı

Tevekkeli değil Seyyid Mahmud Hayrani Hazretleri’nin adı her anıldığında etrafı sarar neşesi, ne de olsa gülmecenin büyük ustasını yetiştirmiş kendisi. Bu büyük zatın en bilinen iki halifesi “Nasreddin Hoca” ve “Sarı Saltuk” Hazretleri olmuşlar. Son tasavvufi araştırmalar ortaya koymaktadır ki “Yunus Emre” Hazretleri de bu silsileden gelmekte imiş. Seyyid Mahmud ilk ‘tennure’(semazenlerin giydiği, kolsuz, yakasız, beli kırmalı uzun ve geniş giysi) giyip sema eden zat olmakla da bilinmekte. Ama onun giydiği tamamen deridenmiş. Ve pür nur olurmuş Hazret dönerken. Öyle bir çınar yani. Hamdolsun ki tasarrufu bizlerin üzerinde halen devam etmekte…

Bunları düşünüyordum tarihi Akşehir sokaklarında ağır ağır yürürken Hazretin türbesine. Her zamanki gibi bizi hoş karşıladı, ve kendisi fakiri asla huzurundan hediyesiz yollamadı. Kimseleri hor, hakir görmemiş bu ulu zatın muhibbiyiz madem, suyunun suyunun suyu kadar da olsa, geleneğe hürmeten, bu yazımız minik bir yılbaşı hediyesi olsun sizlere, Hazretin neşesinden.. Seyyid Mahmud Hayrani’nin hatırına tüm iyi dileklerimizi hayırlara eriştire Rabbim bu gelecek yeni yılda. Aşk olsun! Selam olsun! Hu

 

 

Yazarın Tüm Yazıları