La Tahzen!

Hüzün…

Haberin Devamı

Bu, insana ait öyle bir duygu ki ne onunla oluyor, ne onsuz. Öyle bir hal ki, acı ve haz bir arada. Öyle bir kavram ki, olumlayanı da var olumsuzlayanı da.. Hüzün müziğin ruhunda, bazen kokusunu duyarız havada, hiç umulmadık manzarada çıkıverir karşımıza; sanki yaradılışın mayasında. Belki de oralarda değil de gönül aynasındaki izdüşümlerdedir sadece. Değil mi ki gönül hali niceyse, etrafımız da öyle görünür bize! Makam makam ve her makamın karar sesi de başka başka… Kendimde, çevremde, mahallenin delisinde, Allah’ın velisinde, hatta peygamberler zümresinde, tekamül içerisinde… Öyle bir konu ki bu, saplanmış bir oktur adeta edebiyatın da tam kalbine aşk ile birlikte. Oradan sızan, kalbin gözyaşları; varoluşunu ispat eder kendi kendine. Oku çıkarsan bir türlü, çıkarmasan bir türlü…

 

 

Haberin Devamı

Blues, gam, keder, melankoli… İnsanlar arasında yüzleşmekten ödü kopanları da ve hatta müptelaları dahi var hüznün. Bir sözlükte diyor ki “insanın maddi veya manevi kayıp ve eksikliklerinden duyduğu üzüntü, keder”dir hüzün. E kim bundan utanası? Kastedilene göre değişir! Aciz olduğumuz bir gerçektir. Öyleyse?… İki ekol var tasavvufi düşünce çerçevesinde. Birine göre fazilet, diğerine göre ise musibettir hüzün. İkisini de doğrulayan örneklerle karşılaştım ve gördüm ki yelpazesi genişmiş hüznün..

 

 

“Hüzün sahibinin bir ayda katettiği yolu, hüzün çekmeyen bir yılda kateder” (Hasan Șerkavi)

Bir gün usul usul ağlıyordu arkadaşım, “Hayırdır?” diye sual ettim. Bizlerin arasında, bir süredir sohbetlerimize katılıyor, aşktan bahsetmelerimize, aşıkların halleriyle hallenmelerimize imreniyor, üzülüyormuş meğerse. “Musa Dede, o okuduğum, duyduğum aşk hallerinden eser yok bende, yanmıyor ateşim, anlaşılan taş gibi kalbim, ne olacak böyle halim?” diye açıldıkça fakire, şiddetlendi hıçkırıkları ve artık konuşamayacak hale gelince ağlamaktan, “Ah be kızım, düpedüz aşka düşmüşsün besbelli, böyle oluyor işte aşıkların ilk halleri. Aşkın hüznü, ateşi önce aşık olamamanın yangısıyla başlıyor, sonra bir bakmışsın ateş bacayı nasıl da sarıyor. Șu halini bana verirsen sana tüm bir senemin sevaplarını vereyim, öyle bir güzelliktesin; ‘La tahzen’, hüzünlenme artık a güzelim!” diyebildim güç bela fakir de ağlamaklı..

Haberin Devamı

Hace Abdullah Herevi(11.yy) hüznün bu haline örnek olarak maddi imkansızlıklar sebebiyle Tebük seferine katılamayan sahabeyi örnek vermiştir mesela. O, hüznü ‘dünyevi ve nefsani bağlar yüzünden Allah’a yakınlaşamayan salikin bu ayrılıktan duyduğu acı ve keder’ olarak ele almış, bu gibi hüznü kulun ilahi yakınlığa yönelik istek ve arayışının bir ifadesi olarak övmüştür.. Buradaki nüans, hüznün Allah hasretiyle olan ilişkisidir, bunun dışındaki yoksunluklara bağlı hüzün ancak gerçek, deruni hüzüne perde nispetindedir ve sözkonusu yoksunluklar giderildiğinde yerini geçici bir mutluluğa bırakır ki meseleyi derinlemesine irdelemeyen kişi hayatını sığ suların gelgitlerinde harcar da aslında hüznü asla bitmez. Halbuki Allah kırık kalplerle birliktedir, yeter ki o kalp sahibine yönelik olsun…

 

 

Haberin Devamı

“Değil mi ki Allah’ın evliyasına(dostlarına) korku yoktur ve onlar mahzun(hüzünlü, üzgün) da olacak değildirler” (Yunus suresi 62.ayet)

Bence gerçek dostlar, Allah dostlarının gayretlerinin başlıcası (insana olan saygı ve sevgilerinden ötürü) insanları hüzün hastalığından kurtarma vesilesi olmaktır. Çünkü onlar da hüznün içinden geçmişlerdir. Halden anlarlar. Kırık kalplere gül uzatırlar. Dostluk bunu gerektirir. Zaten ‘Dost Allah’ da kullarına, yüzünü O’na dönenlere, tevekkül edenlere, teslimiyet yolunda olanlara hep böyle yaklaşır ya aslında. O bizi kucaklayan, temiz kılmak isteyen, nasihat eden, avutan, günün sonunda hüznümüzü gidereceğini müjdeleyen şefkatli Rabbimizdir. Ancak ikilikleri birlemek üzere, ’nur’a giden yol ‘nar’dan(ateş) geçmek durumundadır. Yolun sonunda nar, nur olur. Öyleyse nar, nurun kabasıdır. Ya Sabır! Ve nurani olanı artık yakmaz nar, oradadır ama ne tüter ne de acısı var. Aynı şekilde, hüzünden geçer insan nefs perdeleri kalktıkça aradan, tekamül eder gam, neşesi kalır. Anka kuşu uyanır..

Haberin Devamı

Șöyle buyurulmuş Davut Aleyhisselam’a; “Ey Davud! Yarattıklarıma ilişkin sevgimin nedeni, onların ruhani olmalarıdır. Ruhaniliğin alameti ise gamlı(hüzünlü) olmamaktır. Zira ben onların kalplerinin kandiliyim (bu durumda nasıl gamlanırlar!). Ey Davud! Kalbine gam karıştırma, zira gam ruhanilerin lezzetini eksiltir..” (aktaran; Ebu Muhammed’den-el Muhasibi-Ebu Nuaym'in naklinden-çev.M.Fatih Birgül/Aşkın halleri). Yaşayan bilir! Onun için olsa gerek ki nice acıların içinden geçmiş, hamken pişmiş, yanmış Hazreti Mevlana’nın türbesinin girişinde şöyle yazar: “La Tahzen - Mahzun olma!”… Onun yerine meşgul ol, dostlukla, hayır hasenatla, düğün gününe çeyiz hazırlamakla! Mahzun olmazsın. Hu

 

 

 

 

Yazarın Tüm Yazıları