Trump’la tırmanan İran gerilimi, Zarrab ve Türkiye

Dikkatlerimiz davanın bir Amerikan kumpasıyla Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’a dokunup dokunmayacağına odaklandığı için (artık casusluk şüphesiyle mal varlığına el konulan) Reza Zarrab’ın İran bağlantısını unutmuş görünüyoruz.

Haberin Devamı

Hayır, sadece dava İran’a yönelik Amerikan yaptırımlarını ihlal davası olduğu için değil. Aynı zamanda Zarrab, İran devletinin yaptırımları delmek üzere çalıştığı, belki kiraladığı bir kayıt dışı ticaret şebekesinin adamı olduğu için. Unutmayalım ki Zarrab’ın İran’daki patronu Babek Zencani, Mahmut Ahmedinecat dönemindeki hesaplarla Hasan Ruhani dönemi arasında kalan 2,5 milyar doların nereye gittiğinin hesabını veremediği için idama mahkûm edildi. Bir ara ihracat şampiyonu ödülü alıp güya vatansever ilan edilen Zarrab, Zencani’nin ticaret fırıldağı becerikli elemanlarından yalnızca birisi.

Şimdi Amerikan ajanı mıydı, Cemaat casusu muydu diye sorup duruyoruz ama aslında ABD-İran arasındaki sorunun aktörlerinden biri olduğunu unutuyoruz. Zarrab’ın mahkemede anlattıklarının Ankara ve Washington’u nasıl birbirine düşürdüğüne bakarak Tahrandakiler pek eğleniyordur. 

Haberin Devamı

Zarrab davası Türkiye ile ABD’nin arasında zaten 2013-14’ten bu yana büyüyen Fethullah Gülen’in iadesi, Suriye iç savaşında YPG’ye verilen destek ve bağlantılı sorunlara adata tüy dikti.

Daha dün Cumhurbaşkanı Erdoğan Amerika’yı Türkiye’yi itibarsızlaştırmaya çalışmakla suçladı.

Durumlar ciddi, ancak sorunlar siyasi. Ama diğer açıdan bakarsak, siyasi durumlar düzelirse, sorunlar da çözülmeye başlar.

Örneğin Türkiye ile sorunlar Amerikan iç politikasını etkileme şiddetinde değil. Michael Flynn soruşturması, unutmayalım, Türkiye nedeniyle değil, Rusya nedeniyle başladı.

Oysa öyle bir İran krizi dipten dibe geliyor ki, hem bölgemizi yeni bir ateşin içine atma tehlikesi taşıyor, hem de Trump yönetimini şimdiden sarsmaya başladı. Nasıl mı? Anlatalım.

Washington’da yönetimine tam hâkim olmadığı kuşkularına rağmen Trump Cumhuriyetçi parti oylarıyla vergi reformunu 2 Aralık’ta Senatodan geçirebildi. Böylelikle seçim döneminde verdiği büyük vaatlerden, belki en büyüğünü tutma doğrultusunda önemli bir adım attı.

Bu adımla beraber, yine seçim döneminde verip sonra üstüne yattığı bir başka vaadini yeniden gündeme taşıdı: Kudüs’ün İsrail’in başkenti olarak tanınması konusu.

Haberin Devamı

Hayır, bu konuyu gündeme getirmesiyle Suudi Arabistan’da genç veliaht prensin Filistin meselesinde Filistinlilere mesafeli tutum alması da rastlantı değil bence, İsrail’le bir olup İran’ı ateşi Orta Doğu’dan taşabilecek bir Şii-Sünni kavgasına çekmeye çalışması da.

Neticede yirmi yıl önce İsrail’in varoluşsal tehdit algıladığı (ve gerçekten İsrail’i tehdit eden) ülke yönetimlerine baktığımızda, Irak, Libya ve Suriye’nin (müdahale ve işgaller sonucu) artık kendi varoluşsal kavgaları içine düştüğü, Mısır’ın Suud çizgisine geçtiği, geriye bir tek İran ve İran çizgisindeki Lübnan Hizbullah’ının kaldığı görülüyor.

Peki, bu durumun Amerikan iç siyasetiyle ne ilgisi var, Trump’ı neden zora sokuyor?

Haberin Devamı

Trump’ın vergi reformunu Senato’dan geçirip Kudüs’ü hatırlatmasından bir gün önce Amerikan medyası Dışişleri Bakanı Rex Tillerson’un istifa ettiği iddialarıyla çalkalandı. Gerekçeler arasında Tillerson’un İran ile nükleer anlaşmanın bozulmasından yana olmaması da sayılıyordu. Yerine Amerikan istihbaratı CIA Başkanı Mike Pompeo geçecek, CIA başkanlığına da Trump’ın sadık müttefiklerinden sağ-kanat Cumhuriyetçi senatör Tom Cotton getirilecekti.

Bu haber patladığı sırada ben Roma’da yapılan ve Avrupa, Asya, Afrika ülkelerinden çok sayıda dışişleri bakanı ve araştırmacının katıldığı Akdeniz Diyalogları toplantılarını izliyordum. Tillerson’un gideceği haberinin pek azını şaşırttığına şahit oldum.

Haberin Devamı

Bunun nedeni, artık Tillerson’un istifası yalanlanmışken toplanan bir paneldeki tartışmalarda geldi.

Soru üzerine, Uluslararası Kriz Grubu (ICG) başkanı Robert Malley, şu ara Washington’daki en önemli dış politika sorununun İran olduğu gözlemini aktardı. “Suudi Arabistan ve İsrail, Obama’nın İran konusunda çok yumuşak davrandığını düşünüyorlardı” dedi Malley; “Eğer Pompeo ya da Cotton gibi İran’da rejim değişikliği gerektiğini söyleyen birileri iş başına getirilecekse, bu siyaset değişikliğine yol açabilir.”

Araştırma kuruluşu German Marshall Fund (GMF) Brüksel Temsilcisi Ian Lesser (ki daha önce Amerikan dışişlerinde Türkiye, Güney Avrupa, Orta Doğu masalarında yöneticilik yapmış bir isim) Malley’e verdi: “Trump için siyaseten cazip olanı yapmakla, stratejik olarak yapılması mümkün olan hedefler arasında büyük bir uçurum var.”

Haberin Devamı

Rejim değişikliği, yani İran’daki rejimi dış müdahaleyle değiştirme konusu ABD için yeni bir şey değil. Daha önce 1953’de CIA, İngiliz istihbaratı MI6’nın yardımıyla İran petrolünü millileştirmeye çalışan Başbakan Muhammed Musaddık’ı devirip, tahtını korumak karşılığında ülkesinin petrol ve gazını Amerikalı ve İngilizlerin kontrolüne veren Şah Reza Pehlevi’yi güçlendirmişti. Şah bir halk ayaklanmasıyla 1979’da devrilmiş, mollalar devrimin önderliğini ele geçirip rejimi İslam Cumhuriyetine çevirmişlerdi.

Bugünün dünyasında bu mümkün mü? Ama iki deneyimli Amerikalı analistin sözlerinden hala bu heveste olanların varlığı ve yönetimdeki etkilerini artırmakta oldukları anlaşılıyor.

İki deneyimli Amerikalı analistin de birleştiği yorum da, Trump’ın hem İsrail, hem Suudi Arabistan’ın istediği gibi İran’a karşı sertlik dozunu artırmak istediği ama uluslararası durumun buna izin vermediği oluyor.

Trump’ın Orta Doğu’ya bakışında İsrail ve Suudi Arabistan arasında mekik dokuyan damadı Jared Kushner’in ağırlığı büyük.  İsrail, Suriye iç savaşı nedeniyle gelen İran Devrim Muhafızlarının ve Hizbullah güçlerinin Suriye sınırına yaklaşıp İsrail’e saldırmaları halinde vuracağını söylüyor ve en son 2 Aralık’ta olduğu üzere vuruyor da.

Burada bir parantez açmamız gerekiyor. Türkiye gibi, İsrail’in de sınırlarının ötesinden gelen bir tehdide karşı meşru müdafaa hakkı vardır; üstelik bu durumda İran’da İsrail’i “haritadan silme” hevesindeki yöneticiler de söz konusudur ama ABD’nin üstün mali ve askeri gücünü kışkırtarak savaş açtırmaya çalışmak bir başka şeydir.

Trump henüz o aşamada değil ama işte tam bu nedenle bu günlerde Obama’nın İran’la imzaladığı nükleer anlaşmayı bozmak istiyor; daha doğrusu onu bahane edip İran’a yüklenmek istiyor.

İran ise alttan almıyor. Roma’daki forumda konuşan İran Dışişleri Bakanı Cevad Zarif, bizim Basra Körfezi dediğimiz körfezin diğer dillerdeki adını hatırlatarak “Buraya İran Körfezi derler” dedi, “Meksika Körfezi değil. Bize ne zaman buralardan gideceğimizi soruyorlar. Hiçbir zaman. Burası bizim evimiz. Nükleer anlaşma ne bizi, ne Amerika’yı memnun etti ama yapılabilecek olan bu olduğu için kabul ettik.”

Nükleer anlaşma konusunda uluslararası güçler İran’ın yanında görünüyor.

Örneğin Avrupa Birliği (AB) Dış ve Güvenlik Politikası Yüksek Temsilcisi Federica Mogherini “Biz anlaşmanın böyle devamından yanayız” dedi; “AB için önemli olan anlaşma koşullarına uyulmasıdır ve bunu hem İran’a, hem ABD’ye ilettik. Şu anda İran anlaşmaya uyuyor. Anlaşmaya varabilmiş olmanız arkadaş olmanızı gerektirmiyor.”

Mogherini’nin söylediklerinde haklılık payı var. Örneğin Türkler ve İranlılar tarih boyunca bölgesel rekabet içinde olmuş iki komşu, çok konuda ayrı düştükleri de gerçek, ama 1639’da Kasrı Şirin anlaşmasıyla belirlenen Türk-İran sınırı dünyadaki en eski kara sınırı.

BM Güvenlik Konseyi üyesi Çin’in dışişleri bakanı etkisindeki Halk Konseyi Dış İlişkiler Komitesi Başkanı Ying Fu da ülkesinin nükleer anlaşmanın devamından yana olduğunu ifade etti; anlaşma koşulları yerine geliyordu. Ying ayrıca ima yoluyla İran anlaşmasıyla devam eden Kuzay Krizi hatırlatması yaptı ABD’ye.

Rus Dışişleri bakanı Sergey Lavrov ise, deyim yerindeyse bodoslama daldı konuya: “Birleşmiş Milletler daha geçen gün [23 Kasım’daki Uluslararası Enerji Ajansı açıklaması] İran’ın anlaşma koşullarına bütünüyle uyduğunu açıkladı. Nokta. Eğer ABD değiştirmek isterse bu BM kararlarının ihlali sayılır. Hem ABD anlaşmayı bozarsa Kuzey Kore liderinin bundan nasıl bir ders çıkaracağını bekleyebiliriz ki?”

ABD’nin İran’ı nükleer anlaşmayı bozmaya zorlaması savaşlarla harabeye dönmüş Orta Doğu’da daha Suriye ve Irak krizleri bitmeden yeni çatışmalara zemin verme ihtimali taşıyor. Böyle bir çatışma ortamı Sünni-Şii eksenini keskinleştireceği için Türkiye’yi de yeni sıkıntıların içine itebilir.

Dediğimiz gibi, Türkiye ile ABD arasındaki sorunlar ciddi ama sistemik değil siyasi, örneğin bölgede yeni bir çatışma ekseni ortaya çıkarmaz, savaşlara yol açmaz. Ama İran konusu öyle değil, yeni savaşlara yol açabilir.

Ha bir de, nasıl aldığı ortaya çıkan Türk pasaportundaki Rıza Sarraf yazmasına bakıp Reza Zarrab’ın aslında ABD-İran çatışmasının bir aktörü olduğunu unutmuyorsunuz, değil mi?

 

SON 24 SAATTE YAŞANANLAR

Yazarın Tüm Yazıları