AB vizesiz seyahatten cayabilir mi?

Avrupa Birliği dün bir rapor yayınladı.

Haberin Devamı

Daha geçen hafta Türkiye’nin hak ve özgürlükler karnesini kırıklarla dolduran, demokrasi kalitesinin gerilediğini söyleyen Avrupa Parlamentosu raporundan çok farklıydı; Türkiye övülüyordu.

Övülmesinin nedeni, AB’ye yasadışı göçmen akınının önlenmesinde gösterdiği işbirliği ve başarıydı.

Basın toplantısında konuşan AB yetkilisi Yunan diplomat Dimitris Avramopulos, Türkiye gereklerini yerine getirirse, 4 Mayıs’ta vize muafiyeti sürecine başlayabiliriz dedi.

Ondan birkaç saat önce, Strasburg’da Avrupa Parlamentosu’nda yaptığı konuşmadan Türkiye’ye dönen Başbakan Ahmet Davutoğlu ise uçaktaki gazetecilere çok daha iyimser, çok daha kendinden emin bir havada konuşuyordu.

Daha birkaç ay önce önünde duran 72 maddelik listedeki gerekler birer birer eriyordu; AB İşleri Bakanı Volkan Bozkır her gün birinin daha üzerini çiziyordu.

Geri kalan birkaçını ise kimini Meclis’ten yasa geçirerek, kimini hükümet kararnamesiyle halledeceklerdi.

“Haziran’da vize muafiyetini alacağız, arkadaş” diyordu.

Davutoğlu’nu bu kadar kendinden emin konuşturan neydi?

Bazı üyeleri Türk vatandaşlarına vize muafiyetine apaçık karşı çıkarken AB Konseyinin Türkiye’ye verdiği vizesiz seyahat sözünü tutması mümkün müydü?

Brüksel cayamaz, Davutoğlu’nu boşa düşüremez miydi?

Ankara’daki kaynaklarıma göre, Davutoğlu’nu bu kadar kendinden emin konuşturan üç neden var.

1-) Türkiye’nin çoğu AB makamlarınca imkânsız görünen 72 maddenin gereklerini ülkenin bu kadar ağır siyaset ve terörle mücadele gündemine rağmen tamamlayıp sonuna gelmesi. Süreci yöneten yetkililerden birisi dün telefonda “Bu kadarını tahmin etmiyorlardı” dedi.

Bakıldığında Almanya Şansölyesi Angela Merkel’in 18 Ekim 2015’te İstanbul’a gelip Başbakan Davutoğlu ve Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan ile görüşmesiyle başlayan süreci şurada 6-7 aylık bir tarihi var.

Ama Davutoğlu’nu kendinden bu kadar emin konuşturan sadece bu takdir hisleri değil elbette. Diğerlerine de bakalım.

2-) Bir diğer neden, Türkiye’nin AB sözünde durmazsa kendisinin de durmayacağını üstüne basa basa, yanlış anlamaya meydan vermeyecek açıklıkta söylemesi. Çünkü 18 Mart’ta Brüksel’de imzalanan anlaşma, Türkiye’nin Suriye iç savaşıyla tetiklenen AB’ye göçmen akınını kontrol altında tutma yükümlülükleriyle AB’nin Türkiye’nin üyelik sürecini canlandırma yükümlülüklerini birbirine bağlıyor. Biri yoksa diğeri de olmayacak. Herhangi bir AB liderinin Erdoğan’ın “Uçaklar otobüsler orada boşuna durmuyor” sözleriyle göçmenlerin AB’ye gidişlerini, durdurmaya çalışmaktan vaz geçebileceği açıklamasını unutması mümkün değil. Eski İtalya Başbakanı Romano Prodi’nin Türkiye’deki 3 milyon mülteciyi atom bombası kadar etkili bir silaha benzetmesi de boşuna değil.

3-) Ama en az bunlar kadar önemlisi, Türkiye’nin önerdiği Yunanistan’la işbirliği içinde, geri kabul edilen her mülteciye karşılık bir Suriyeli mülteciyi AB’ye gönderme planının sonuç verdiğinin çok kısa bir süre içinde anlaşılmış olması.

Planı önerirken Türk yetkililer insan kaçakçılarının bu rotadan sonuç alamayınca en fazla on gün içinde Ege yolunu terk edeceklerini söylüyorlardı.

Bu tahminler doğru çıktı.

Dün açıklanan AB raporunda, Merkel’in Türkiye’ye geldiği 2015 Ekim ayında günde ortalama 6,929 kişi olan kaçak göçmen akımının, anlaşmanın uygulamaya konduğu 4 Nisan’dan itibaren ortalama 97’ye düştüğü yazılıyor.

Dün konuştuğum bir yetkili, “Önceki gün 63 kişi saptadık, bu iş bitiyor artık” dedi.

Buradan ne sonuç mu çıkıyor?

Bu sonuçlardan sonra hiçbir AB hükümeti, sırf Türk vatandaşlarına vize vermemiş olmak için yeniden başlayacak bir göç akınının hesabını seçmeni karşısında vermek istemeyecektir.

Merkel, 23 Nisan Egemenlik Bayramında yanına AB Konseyi Başkanı Donald Tusk’u da alıp Gaziantep’te mülteci kamplarını ziyaret etmeyi planlıyor, Başbakan Davutoğlu’yla birlikte.

AB’den Türkiye’deki demokratik hayata yönelen eleştirilerin ne vize serbestisine, ne bu anlaşmanın uygulanmasına engel olacağına şahsen ihtimal vermiyorum.

Siz bu durumu başka şekilde ifade edebilirsiniz, ulusal çıkarların fırtına koşullarında korunması da diyebilirsiniz, Almanlar gibi “realpolitik” de.

Davutoğlu’nu o kadar kendinden emin konuşturan işte bu tablodur.

Yazarın Tüm Yazıları