Sardalya Kokusu

Gelibolu ile özdeşleşen sardalya ilk kez bir sinema filminde başrolde...

Haberin Devamı

Sardalya Kokusu

Aile bağları güçlü, sosyal, seyahat düşkünü, ateşe âşık, müziğe tutkun.
Sürüler halinde göçtükleri, yanan ateş gördüklerinde ya da müzik sesi duyduklarında hemen suyun yüzüne çıktıkları için sardalyalar yüzyıllar boyunca kimi zaman balıkçılar kimi zaman sanatçılar tarafından böyle tanımlanmış...
Gelibolu ve tuzlu balık dendiğinde ilk akla gelen sardalya ilk kez bir filme konu oldu, hatta merkezine oturdu kokusu ve sorunlarıyla...
Tesadüf bu ya filmin yönetmeni Nihat Durak üniversiteden okul arkadaşım.
Aynı yıllarda 9 Eylül Üniversitesi Sinema Televizyon Bölümü’nde okuduk. Filmin ortak yapımcısı ise uzun yıllardır tanıdığım hem sinema hem de yeme-içme sektörüne büyük emeği geçmiş sevgili Önder Köse.
Bu ikili kasabamda geçen ve baştan sona orada çekilen bir filme imza attı: “Babam”
Senaryosunu Durak’la Nail Pehlivan’ın yazdığı, Çetin Tekindor, Melisa Şenolsun ve Berker Güven’in başrollerini paylaştığı filmde, babadan kalma 100 yıllık sardalya fabrikasını ayakta tutmaya çalışan Yusuf’un öyküsü anlatılıyor.
Yusuf karısının ölümünden sonra, bir anlamda yok saydığı 30 yaşındaki zihinsel engelli oğlu Arif’le baş başa kalır.
Nihat filmin mottosunun, insanların birbirlerine dokunduklarında çok şey değişebildiğini göstermek olduğunu söylüyor.
Filmdeki öyküyle, senaryo yazarken bilmemelerine karşın, sardalya fabrikası sahibi aileler arasında ilginç benzerlikler var.
Filmde kullanılan ev de Alaeddin Konserve Fabrikası’nın sahiplerinin uzun yıllar yaşadığı, Gelibolu’nun bir zamanlar en güzel evi.
Çekimlerin yapıldığı fabrika da bugün artık var olmayan Cumhuriyet markasının sahiplerine ait. Bunların bir bölümü Gelibolulu olduğumu neredeyse filmin bitmesine yakın öğrenen Nihat’la film üzerine sohbet ederken ortaya çıktı. Nihat’ın ve yapımcı ortak Filiz Üstün Durak’ın Ayvalık’a giderken balık yemek için uğramak dışında Gelibolu ile ilgisi yok. Onu Gelibolu’ya çeken, kasabaların içinin boşalması olmuş.
Umarım “Babam” filminden sonra yetkililer ya da yatırımcılar seslerini duyar da neredeyse 200 yılı aşkın süredir Gelibolu’da varlığını sürdüren, doğru koşullarda yapıldığında son derece sağlıklı bir saklama sistemi olan, geleneksel tuzlu balıkçılık geçmişten geleceğe taşınır...
Babam, 6 Ekim’de gösterime giriyor, ben heyecanla bekliyorum...

Haberin Devamı

TUZLU BALIĞIN ÖYKÜSÜ

Haberin Devamı

Sardalya Kokusu

Sardalya, antik dönemden bu yana tuzlanarak fıçılarda saklanıyor. İlk kez 1810’da Fransa’da kutuya giriyor. O yıllarda balıkçılığı Gelibolulu Rumlar ve Ermeniler yapıyor. Konserve haline getirilmesi ise Fransa’dan 100 yıl kadar sonra 1914’te “Camariani Freres” adlı şirket tarafından yapılıyor. Cumhuriyet döneminin ilk balık konserve fabrikasını ise 1928’de Alaaddin Kemerli kuruyor.
1970’li yıllara dek Türkiye’nin tuzlu ve konserve sardalya ihtiyacı Gelibolu’dan karşılanıyor. 2000’li yılların başında AB standartlarına uyum sürecinde yenileyecek sermayesi olmayan tesisler kapılarını kapatırken, kalanlar da küçülerek yoluna devam ediyor.

 

Sibel Hanım’ın içli köfteleri

Haberin Devamı

Sardalya Kokusu

Gaziantep’ten dönüşlerim tıka basa dolu bir valizle ve damağımda kalan tatlarla olur her zaman. Bu sevgimi bilen Gaziantepli dostlarımızdan Mustafa Ezici bir süre önce İstanbul’da yaşayan kardeşi Sibel Ezici’nin yaptığı muhteşem içli köftelerden yolladı.
Sibel Hanım uzun yıllar aile şirketinde çalıştıktan sonra içli köftesinin tadını bilen arkadaşlarının “Bize de yap satın alalım” ısrarlarına dayanamayarak hobisini mesleğe dönüştürmüş. Şimdi isteyenlere önceden ısmarlamak şartıyla ünlü içli köftelerinden hazırlıyor.
Gaziantep’te içli köftenin hem dış hem de iç harcı kuzu etiyle yapılır. Ama İstanbul’da genellikle dana etinden yapıyormuş, talepler bu doğrultuda olduğu için.
İçli köftede benim tercihim her zaman kuzu eti. Sibel Hanım’ın önerdiği gibi buharda pişiriyorum. İsteyenler az yağla tavada da kızartabilirler. Her ikisi de çok lezzetli oluyor. Ev yapımı gerçek içli köfte özleyenlere içtenlikle öneririm...

Haberin Devamı

Gıdaya Saygı

Bir dönem şehirleşmeyi öyle yücelttik ki, doğayı yok saydık. Belki biraz geç kalındı ama yüzünü doğaya dönenlerin sayısı artıyor. Yediğimizin arkasında, içinde ne var, nasıl yetişiyor artık hepimiz bunları merak etmeye başladık.
Sürdürülebilirlik, “bizden sonra gelecek kuşaklara neler bırakacağız?” sorusu, yaşadığı çağın sorumluluğunu taşıyanların meselesi haline gelmeye başladı.

Sardalya Kokusu


Ruhun Doysun

Respect Food-Gıdaya Saygı felsefesiyle gıda israfına karşı çözümler üreten ünlü İtalyan şef Massimo Bottura’nın ‘Food for Soul’ projesine destek veren Grundig, Türkiye’de de “Ruhun Doysun” projesini başlattı.
Geçen hafta sonu hem projenin detaylarını dinlemek hem de hazırlanan belgesellerden ilkini izlemek üzere Arçelik Kurumsal İletişim Direktörü Zeynep Özbil, Grundig Türkiye Grup Yöneticisi Handan Abdurrahmanoğlu ve ünlü şef Mehmet Gürs’le bir araya geldik.
Gürs, pazar günleri düşünmeden yapılan ev alışverişleri, çürümüş meyve ve sebzelerin değerlendirilmesi, Anadolu’daki alışkanlıklar
ve mutfak kültürü
gibi birçok konuyu doğanın ortasında kurulan şeffaf bir konteynerde çekilen bir video serisi ile anlatacak.

 

Haberin Devamı

Sürdürülebilir yaşam ama nasıl?

Türkiye’nin de aralarında olduğu 6 Avrupa ülkesinde 3000 kişiyle yapılan sürdürülebilirlik ve gıda israfı araştırmasının sonuçları çok çarpıcı.
Araştırmaya katılanların yüzde 94’ü sürdürülebilir bir hayat istiyor ama yüzde 52 bunun için kaynağının olmadığını, yüzde 31’i bunu nasıl yapacağını bilmediğini, yüzde 25’i gıda israfını önleme konusunda kendini yeterli görmediğini söylüyor.
Tüketiciler 50 yıl içinde küresel bir gıda krizi yaşanabileceğini düşünüyor.
Araştırmaya katılanların üçte biri ayda 4 kg gıdayı israf ettiğini söylüyor. Yüzde 90’ı israf ettiği gıda miktarından endişeli.
İsrafı oranı yüzde 42 ile 35 yaş altı katılımcılarda en yüksek seviyeye çıkıyor. Kısacası uygar dünyanın büyük bir bölümünün bilgilenmeye ihtiyacı var!

 

 

Yazarın Tüm Yazıları