Dünyaya barışı ne hükümetler ne de dinler getirecek

ÖZGÜRLÜĞÜN anlamını bilmiyoruz.

Haberin Devamı

Hepimiz kendi isteklerimizin, hayallerimizin peşindeyiz.
Özgürlükten anladığımız da bu yolda dilediğimiz gibi davranmak.
Kendimizi pek beğeniyoruz.
Kendi doğrularımızın tek doğru olduğunu, herkesin doğrusu olması gerektiğini düşünüyoruz.
Fikirlerimiz öylesine güçlü ki “Acaba?” sorusunu hiç sormuyoruz.
Kendimizden, değerlerimizden, ideolojimizden fazlasıyla eminiz.
Önyargılıyız, peşin hükümlüyüz.
Fikirlerimize yapışmışız, esnetmek ne mümkün!
Düşüncenin yapıcı olduğu kadar yıkıcı olduğundan bihaberiz. Düşüncenin yıkıcı etkilerine körüz. Bu da kendimizle ve dünyayla uyumu yakalamamıza engel oluyor.
Birleşeceğimize, katı düşüncelerimizin esiri olup kutuplara çekiliyoruz.
Bunun eğitimle ya da cehaletle ilgisi yok. Cahil birinin düşüncesi sınırlı belki ama eğitimli birinin de düşüncesi sınırlı. Çünkü düşüncenin kendisi sınırlı.
Kendimize dönmeli, tepkilerimizi sorgulamalıyız. Bunu okulda öğretmiyorlar. Zihnimizde hapsolduğumuz o kalıpları ancak biz kırabiliriz. Ama hırslarımızın, isteklerimizin peşinde, ilk adımı atmaya bile gönüllü değiliz.

*

Haberin Devamı

Açlık, savaşlar, adaletsizlik binlerce yılda bitemedi. Ne hükümetler ne de dinler insanları daha ahlaklı, adaletli yaşatamadı. Bin yıl önce dünya ne ise, şimdi de o.
Dünyaya barışı ne hükümetler ne de dinler getirecek. O barışı biz kendimizden başlayarak sağlayabiliriz.
Bölünmenin olduğu yerde çatışmanın olması kaçınılmaz. Uluslara ve dinlere bölünmüş bir dünyada çatışma olmasına da şaşmamalı. Biz bölündükçe savaşlar, acılar bitmeyecek. Orduları hazır olda bekleyen ülkelerden oluşan bir dünyada kim kendini güvende hissedebilir ve barış sağlanabilir ki? Bunu dünyanın gerçeği olarak kabul etmişiz ve sorgulamıyoruz bile. Sorgulayacak olsak ‘saf’ diye geçiştiriliyoruz.

*

Dünyayı değiştirmek dendiğinde hep başka yönetim biçimleri, ekonomik yapılanmalar vs. gündeme geliyor. Çatışmayı önce içimizde çözmek ve insanlığa bir bütün olarak bakmak aklımıza gelmiyor.
Dinden, dilden, ırktan, kültürden bağımsız olarak birçoğumuzun aynı acıları yaşadığını görmüyoruz. Birbirimizden farklı olduğumuzu düşünüp düşmanlar yaratıyoruz.
Farklı olduğumuza inanmak savaşların ve çatışmanın bahanesi. İnsanlığın bir parçası olduğumuza inanırsak tüm savaşların ve acıların sorumluluğunu taşımamız gerekir. O sorumluluktan kaçıyor; bir ulusun, dinin mensubu olmanın konforuna sığınıyoruz.
Acılarımızı yarıştırıyoruz. “En çok biz mağduruz” diye bağırıyoruz. Oysa çocuğunu vatan için, bağımsızlık için ya da canlı bomba olduğu için kaybeden bir annenin acısı dünyanın her yerinde aynı. Diğer acılarımız da benzer. Ortadaki insanlığın acısı. Acının dini, dili, ırkı yok.
Dünyayı değiştirmeye kendimizden başlamalıyız. Aksini söyleyenlere takılmayıp dünya üzerinde tek bir halk olduğumuzu hatırlamalıyız.

*

Haberin Devamı

Benim özgürlükten anladığım tüm şartlanmalardan, önyargılardan, katı düşüncelerden özgürleşmek. Bunun için de önce sakinleşmemiz ve zihnimizi susturmamız gerekiyor.
İfade özgürlüğü dendiğinde birçokları “Kutsalımıza hakaret serbest mi olsun!” diye itiraz ediyor. İtirazları bile korku, önyargı ve şartlanmışlıkla örülü. Oysa gerçekten özgürleşmiş insan özgürlüğünü değil hakaret aracı olarak görmek, kimseyi yargılamaz bile. Ezber kalıplarla konuşuyoruz.
Bu dünyayı ve çatışmayı bilgi ile düşünce çözebilseydi, çok bilgili ve fikir sahibi danışmanlara sahip siyasetçiler dünyayı daha iyi bir yere dönüştürebilirlerdi.
Bilgi çok önemli ve hayati ama demek ki yetmiyor. Ve demek ki artık birbirimizi “cahil” diye suçlamayı bırakıp kendi zihnimizdeki korkuları, çatışmayı temizlemenin ve barışı tesis etmenin vakti geldi.
Biz bunu becermeden hiçbir yere barış falan gelmeyecek.

Yazarın Tüm Yazıları