Sosyal medya= Ölümsüzlük

Psikiyatrist ve bilim adamı Robert Jay Lifton, kendini bildiği günden itibaren “öleceği” bilgisine sahip insanoğlunun, hayatı boyunca ölümsüzlüğün peşinde koştuğunu ve bu ölümsüzlük arzusunun dört biçimde ortaya çıktığını söyler.

Haberin Devamı


Birincisi kalıtımsal ölümsüzlük, gelecekte çocuklar ve torunlar ile varlığını sürdürme hali diyelim...
İkincisi dini ölümsüzlük, yani bu hayatın geçici olduğu ve bizi daha ulvi ve sonsuz bir hayatın beklediği inancı...
Üçüncüsü yaratıcı ölümsüzlük, kişinin eserleriyle, yarattıklarıyla gelecekte de varlığını sürdürmesi hali...
Dördüncüsü ise tarihi ölümsüzlük, her eylemimizin, her tercihimizin gelecekteki tarihi şekillendirmesi hali...
Devlet adamlarının, “adını tarihe yazdırmak” isteyenlerin peşinde koştuğu tür ölümsüzlük yani.
İnternet ve sosyal medyanın dünyayı değiştirdiği bir dönemde, Facebook, Twitter, Instagram, Snapchat “ölümsüzlük arayışının” yeni araçları aslında bir bakıma.
Nasıl mı?
Hayatını bir ekran aracılığıyla yaşayanların “hayatı kaçırdığını” söylüyoruz ya hep...
Hayatı yaşadığının izini bırakarak ölümsüzlüğün peşinde olmasınlar sakın?
Selfie’ler, gezilen yerler, bulunulan mekanlar... “Oradaydım” deme arzusu...
Peki hayatı ekran ardında yaşayanlar ölümsüzlüğü ararken hayatı kaçırıyor olmasınlar sakın?
Çok şaşaalı bir fotoğrafın öznesi olurken, gerçekte yaşananın fotoğraf karesinden çok farklı olması mesela...
“İyi yaşıyorum”dan daha ötede mesaj bir bakıma.
Sosyal medyada iyi yaşadığını gösterdiğinde veya iyi yaşıyor gibi yaptığında, fiziksel bir iz kalmış oluyor ardında.
Bu da bir nevi ölümsüzlük değil mi?
TED Talks’un Twitter hesabında hayata bir ekranın ardından değil, gözlerimizle bakmamız gerektiğini anlatan nefis bir makale yayımlandı.
ABD’deki Fairfield Üniversitesi psikoloji bölümü profesörlerinden Linda Henkel, “Fotoğraf çektiğinizde, bu anı hatırlaması için aklınıza değil, kameraya güvenmiş oluyorsunuz” diyor.
“Artık bu anla ilgili düşünmeme gerek yok, nasılsa fotoğraf makinesinde var” diyorsunuz, geçiyorsunuz.
“Bu anı ileride hatırlamak için gerekli aşamalardan geçmiyorsunuz, bu iş için fotoğraf makinenizi görevlendirdiniz çünkü” diyor.
Peki hiç fotoğraf çekmeyecek miyiz?
Buradan elbette bu sonuç çıkmıyor.
Henkel, “Buradaki problem, kesintisiz olarak bir şeyden diğerine, sonra diğerine, sonra da diğerine geçiş yapma halimiz.
Bu kesintisiz geçiş hali, deneyimlerimizi kucaklamayı, içselleştirmeyi imkansızlaştırıyor” diyor.
Yani sosyal medya çağında her anı fotoğraflama dürtünüz, aslında o anı gerçekten yaşamanıza engel.

Haberin Devamı

Yaşamayı unutmak

Haberin Devamı

Yukarıdaki konuyu da göz önüne alacak olursak, ölümsüzlük peşinde koşarken, hayatı yaşamayı unuttuğumuzu rahatlıkla söyleyebiliriz.
Sosyal medya araçları, kullanıcılar için bir “fotoğraf albümü” veya “mikro günlük” olmaktan da çok ötede artık.
Hem ölümsüzlüğün araçları, hem de kim olduğumuzu anlatan birer “kimlik kartları” aynı zamanda.
Yaşamak istenen hayatın, hissedilmek istenen duyguların, “Güzel yaşadık be” dedirtecek bir iz bırakmanın alanı.
Oturulan koltuktan kalkmadan “büyük işler beceriyorum” duygusunu hissetmenin ve tatmin yaşamanın alanı.
(Gerçek hayatında “düzen”e tam uyum sağlamışsın ama Twitter’da en devrimci sensin. Tarihsel ölümsüzlüğe merhaba!)
Nefessiz paylaşılan selfie’lerle kendinle aşk yaşamanın alanı...
Kendi büstünü evinin girişine yerleştirmiş gibisin ama eğer açık bir profilse ve takipçin de bolsa, gelen “like”lar ile büstünü “kent meydanına yerleştirmiş” etkisi yaşıyorsun.
(Aşırı derecede selfie’cilik, narsisizm dışında Lifton’un tarif ettiği tarihsel ölümsüzlük kapsamında değerlendirilebilir aslında.)
Hayatı sosyal medya üzerinden yaşayınca “ölümsüz” oluyoruz bir bakıma...
Sosyal medya araçlarının bağımlılık yapıcı özelliğinin ardında belki de bu dürtüyü aramalı.
İşin tuhaf yanı, ölümsüzlük peşinde koşarken hayatı kaçırıyor olmak...

Yazarın Tüm Yazıları