Reality show’larda sadece sömürü mü var?

Cem Adrian, O Ses Türkiye ile ilgili oldukça çarpıcı bir paylaşımda bulundu.

Haberin Devamı

Diyor ki Adrian, “Müziğe aşık ruhlara umut ve ışık sunuyorsunuz. (...) Onları yarıştırıp karşı karşıya getirip, kırıp döküp, tüm sevdikleri üzerinde kaybettirip, incitip, bununla para kazanıyorsunuz. Hiçbirinin hayalleri, umutları, geçmişleri ve gelecekleri umurunuzda değil. O koltuklarda utanmazca oturup bunu yapıyorsunuz. Şu fani dünyada insanların umutlarını sömürüp, gözyaşlarıyla beslediğiniz reytinglerden kazandığınız her maddi şeyin hesabını ödemenizi diliyorum. Bu dünyada.”
Adrian’a hem katılıyorum, hem katılmıyorum. Öncelikle neden katılmadığımı anlatayım.
Bugüne kadar yapılmış ilk reality show’u bilir misiniz? 1972 yılında, Amerikalı yapımcı Craig Gilbert, ortalama bir Amerikan ailesinin hayatını anlatan, Cinéma vérité tarzında bir belgesel ortaya koymaya karar verir. (Cinéma vérité: Gerçek hayatı, gerçek diyaloglar içeren, 60’larda ortaya çıkmış bir sinema dili.)
Çekim ekibi, 1971 senesinde, Los Angeles’ta yaşayan 3 çocuk sahibi bir ailenin yanına yerleşir ve bir sene boyunca onlarla yaşayarak hayatlarını kayda alır. Bir senenin sonunda yapımcının elinde 300 saatlik kayıt vardır. Bu kayıtlar toparlanır, 1973 senesinde, 12 bölümlük “ilk reality show” olarak izleyicinin karşısına çıkar.
Tabii o zamanlar henüz bu terim keşfedilmiş değildir, Gilbert’ın amacı “dramadan ekmek çıkarmak” değil, Amerikalılara gerçek bir Amerikan ailesini göstermektir. 12 bölümlük iş, Cinéma vérité tarzı bir belgeseldir aslında, fakat reality show’ların “atası” olarak tarihe geçer. (Bu arada, 2011’de belgeselin yapım sürecini anlatan bir film çekildi, Diane Lane ve James Gandolfini’nin başrolde olduğu filmin adı da “Cinéma Vérité”.)
Tabii ilk reality show’ların, bu tarihten çok önceki yıllarda başlayan “Gizli Kamera” programlarının olduğu da söylenebilir elbette.
Yıllar içinde gerçek hayatlardan çıkan drama, televizyonun önemli bir kolu, bir ekmek kapısına dönüştü. Tabii konu gerçek hayat olduğunda, izleyiciyi ekran başına çeken faktörlerden en önemlisi gerçek hayattan insanların, gerçek diyaloglarından, gerçek hallerinden ortaya çıkan drama. İzlediğimiz kişinin üzüntüyle mutluluk, yenilgiyle başarı, iyilikle kötülük arasındaki git-gellerini izlemek... Kurgusal işler de hayatı takip ediyor, en izlenen filmler, diziler, bu anahtarı en iyi kullanabilenden çıkıyor.
Konu kurgusal işler olduğunda, ortada somut olarak zarar gören kimse yok. Oyuncular, belirli karakterleri canlandırıyor neticede. Fakat konu reality show’lara geldiğinde, iş değişiyor. Reality show’ların benzini, gerçek insanlar ve onların gerçek dramaları. Dolayısıyla ister Big Brother ve türevleri olsun, ister yetenek yarışması olsun, insan dramasından beslenmeyen bir reality show bulamazsınız, çünkü işin doğasına aykırı.
“Drama köpürtmek” yoksa, reality show da olmaz. Reality show’ların doğasının hesabını Acun Ilıcalı’dan, Hadise’den, Murat Boz’dan veya başka bir “koltuk sahibi”nden sormamak gerekiyor galiba.

Haberin Devamı

Benden bir tavsiye

Haberin Devamı

Tüm bu gerçekler bir kenara, 16 sene önce Türkiye’de yapılmış ilk reality show’un, Biri Bizi Gözetliyor’un bir parçası, bir “eski yarışmacı” olarak şunu söyleyebilirim ki, reality show’lara katılacak herkesin, bu tür televizyon programlarının muhteviyatı konusunda ve daha sonra karşılaşacakları durumlar, yaşayacakları psikoloji konusunda uyarılmaları gerekir.
Benim içinde bulunduğum yarışma bir ilkti, ne yapımcılar toplumdan nasıl bir geri bildirim alacaklarının bilincindeydiler ne de yarışmacılar nelerle karşılaşacaklarının.
Fakat şimdi koşullar farklı, deneyimi olan binlerce televizyon çalışanı ve eski yarışmacı var, kısacası elimizde bir “Türkiye reality show tarihi” yazacak kadar malzeme bulunuyor. İnsanların kendilerini ortaya koydukları programlar, kamera önünde yaşadıkları drama ve sonrasında yaşayacakları psikolojik mücadele, bilhassa yaşı genç olanların kolaylıkla kaldırabileceği bir yük değil. O sebeple gönüllü olmadan önce bunları değerlendirmekte fayda var.
Adrian’a katıldığım yön ise şu: Ne yazık ki bizde çok yetenekli yarışmacılar dahi sadece programların reyting malzemesi durumunda. Eğer bizde de yedi Grammy’li Carrie Underwood, hem Oscar’lı, hem Grammy’li Jennifer Hudson veya Leona Lewis, Kelly Clarkson kadar kalıcı yıldızlar, One Direction gibi gruplar çıkarılabilseydi, işin sadece reyting, drama, sömürü kısmını konuşmuyor olurduk. Yetenek yarışmalarına katılan sağlam yarışmacılara yatırım yapmıyor olmamız, en büyük eksiğimiz.

 

 

Yazarın Tüm Yazıları