Kendini sevmek

İnsana her sabah kalkıp yeni bir güne başlama gücünü veren kuvvet nedir?

Haberin Devamı

Hayatın sürprizleri karşısında sürekli dalgalanmak yerine en fırtınalı günde bile dümeni düz tutmayı sağlayanlar, bunu nasıl başarıyorlar?
Bir insanda vicdan, merhamet, iyilik gibi özelliklerin bir arada bulunması yetiyor mu güzel bir hayat yaşaması için?
Mesela işlerinden olanlar, ilişkilerinden olanlar, ölüm acısı yaşayanlar veya haksızlığa uğrayanlar nasıl her seferinde tekrar toparlanıp “yola devam” diyebiliyorlar?
“Güçlü insan” ne demek? Hayatındaki, başkalarının hayatındaki, hatta evrendeki “büyük resmi” görebilenlere mi “güçlü insan” deniyor?
Meryem Uzerli, Altın Kelebek’te sahneye çıkıp kötü ilişkileri ve tercihleriyle ince ince dalga geçip hem kendini hem salonu kahkahalara boğunca “Güçlü kadın nedir?” sorusunun yanıtını vermiş oldu bir bakıma.
Orada, yaşadığı mutsuzluklardan bağımsız, ışıl ışıl, aydınlık, kendini çok seven bir kadın vardı.
O yüzden gülüyordu kendine, ilişkilerine, “seçemediği” erkeklerine...
İnsanın temel bir arzusu var: Sevilmek.
Basit gibi görünüyor ama kelimenin yakınına geldikçe zorlaşıyor.
İşin içine travmalar giriyor bir defa. Geçmiş hayatların, çocukluktan yetişkinliğe öğrenilmiş haritada yer alan izlerin tatsız “kodları” giriyor devreye.
Korku, tüm aklı, düşünceleri, kalbi, kısacası hayatı esir alıyor...

 

Haberin Devamı

Yaraların izini takip etmek

Gerek iş, gerek özel hayattaki tekrarlanan davranışların izini geriye doğru sürdüğümüzde, illa bir yara çıkıyor karşınıza.
O yara ile ne yaptığınız önemli...
Genelde akıl, gerçekte olanı, “akıl yolunu”, sağduyuyu değil, o yaranın izini, yaranın yolunu takip etmeyi seçiyor. Haliyle, başka insanlarla, başka zamanlarda benzer sorunlar çıkıyor ortaya.
Yelkenli bir gemiye benziyoruz aslında. Yara oluşturan olay fırtına koparıyorsa, o fırtınayı yelkenleri doldurmak için kullanabilirsiniz... Bunun yerine genelde gemiyi kayalara çarpa çarpa batırmayı tercih ediyoruz. Kimisi de yelkenlilerini parçalıyor, gövdesini delik deşik ediyor... Karşılaştığı acıları kendi eksikliğine, kendi değersizliğine bağlıyor, çünkü kendini sevmiyor.
Gemiyi fırtınanın kollarına bırakınca sonuç kaçınılmaz: Yıpranmış bir gemi, sakin sularda bile gitmeyi beceremiyor. Halbuki o sakin sularda tertemiz, masmavi koylar, pırıl pırıl sahiller, sıcacık bir iklim var...
Kendini seven insan, yüzlerce insanın önüne tüm güzelliğiyle çıkıp acılarına gülebiliyor. Biliyor çünkü mesele kendisi değil.
Peki kendini sevmeyen insan öyle mi? Parçalıyor tek varlığı olan gemisini, kendisini. Bile bile dümenini karanlık, çalkantılı denizlere kırıyor.
Hepimiz travmalarla şekillenmiş zihin haritalarıyız aslında... Kendini sevmeyen insan topluluklarıyız. Ondan bu kadar zor ortak bir sevgi dilini konuşmak.
Nasıl uçakta oksijen maskesini önce kendimize, sonra çocuğumuza takmamız gerekiyorsa...
İnsanın önce kendini sevmesi gerekiyor.
Fırtınalarda kayalara çarpmamak, dümeni güzel denizlere kırmak için...
En önemlisi de gerçek sevgiyi deneyimleyebilmek için önce insanın kendini sevmesi gerekiyor.

 

 

 

Yazarın Tüm Yazıları