Hayata sokulmayacak insanlar

İnsanın hayatını, kendi kadar, yanı başında ve yakın çevresinde tuttuğu insanların dünyaya bakışı da şekillendiriyor.

Haberin Devamı

Şekillendirmekle kalmıyor, mutluluğun, mutsuzluğun, umutsuzluğun veya geleceğe umutla bakabilmenin anahtarını biraz da onlar taşıyor.
İnsan sosyal bir varlık. Tek başına yaşamıyor/ yaşayamıyor.
Önce içine doğduğu aileden, sonra arkadaşlarından, içinde bulunduğu topluluktan çalıştığı yerdeki insanlardan...
Herkesten bir parça koparıyor veya yansıtıyor, çevresine benzeme eğiliminde oluyor.
Belki geniş çevremizde, yani oturduğumuz mahalledeki, aynı yerde çalıştığımız veya sokakta yan yana yürüdüğümüz insanı seçemiyoruz ancak, eğer gelecek konusunda umut taşımak istiyorsak, seçerek oluşturduğumuz yakın çevremizi ayıklayabilme becerisini ve cesaretini göstermemiz şart.
“Ben kimseye hayır diyemiyorum”, “Kimseyi kıramıyorum” güçsüzlüğünden sıyrılmak şart.
“İnsanları olduğu gibi kabul etmeli” cümlesi belirli zamanlarda geçerli.
Kötü, ayrımcı, cahil, sevimsiz, izansız, kaba insanları hayatınızda tutmak zorunda değilsiniz.
Bir zaman sonra seçtiğiniz insanlara dönüşüyorsunuz.
Etrafınızdaki insanlara bir bakın... En yakınınızda duranlara...
* Mesela ayrımcılık mı yapıyor? Bir insanı etnik kökeninden dolayı bir kenara ayırıyor ve kendini ondan daha mı üstün görüyor?
* Herkesin kendi inandığı dine inanmasını istiyor ve “döndürülemeyen” geri kalan herkes yok olsa, bundan rahatsızlık duymayabileceğini mi söylüyor?
* Kişileri tanımak veya anlamak yerine kendi kafasında yarattığı ve bilgiye dayanmayan gerçekliklere göre tahlil yapıyor, sonuçlara mı varıyor?
* Hayatı kadın ve erkek ayrımı üzerinden okuyor, meslekleri, günlük hayattaki işleri “kadın işi/erkek işi” olarak mı ayırıyor?

Haberin Devamı



Bunları yapandan kaçın!

* Değiştirilemeyen dış görünüş özelliklerinden ötürü insanlarla alay mı ediyor?
* Kendi “seçtiği” ve dostları/iş arkadaşlarından oluşan çevresinin dışında kalan herkesle olan iletişiminde kibir sosu mu var?
* Kah çevrenin çektiği yağ ile, kah yakınlarının “pışpışı” ile hızla “Evet, ben çok iyiyim yea? İşimde de iyiyim, adeta bir markayım” hissiyatıyla hindi gibi kabarıyor mu?
* Para ve güç elde ettiğinde değişiyor mu? Bu potansiyeli taşıyan davranışları var mı?
* İki aylık çocuğu ve karısı dururken Bodrum sahillerinde “avlanmaya” giden erkekler ve benzerleriyle ilgili yüzünde müstehzi bir gülümseme mi beliriyor?
* Tembel mi? “İmkanım olsa çalışmam”gillerden mi?
* Hata yaptığı zaman karşısındakini suçlayarak savunmaya mı geçiyor? “Hata yapsan da dik dur, eğilme, özür dilemek güçsüzlüktür”cü yeni Türkiye modeli insanlardan mı?
* Sokakta insanlara nasıl davranıyor? Trafikteki küçük bir anlaşmazlıkta otomobilden yarı beline kadar sarkıp en ağza alınmaz küfürler sallıyor mu?
* Tanımadığı insanlarla iletişimi nasıl? “Nasılsa bir daha görmeyeceğim bir yabancı” diyor ve sosyal davranış kurallarından, nezaketten nasibini almamış bir kereste gibi mi davranıyor?
Hayatınızda böyle insanlar varsa bırakın gitsin.
Bırakın gitsin, kendi gibilerle yaşasın.
Kendi gibi arkadaşlar, kendine benzer “yakın çevre” bulsun.
Hayata umutla bakabilmenin yolu ileride çocuklarınıza güzel örnek oluşturabilecek bir çevre oluşturmaktan geçiyor.
Madem bu ülke bize bu imkanı vermiyor, işe kendimizden ve çevremizden başlayalım.
Size “Yapamazsın” diyenlere, “Seni benden başka kimse almaz” diyenlere, sizi yavaşlatanlara, sizi karamsarlığa düşürenlere, psikolojik açıdan çöküntüye uğratanlara, dar dünya görüşüyle sizi de aynı dar alana sürüklemeye çalışanlara yol verin gitsin.
İnanın tahmin ettiğinizden çok daha cesursunuz.
Tahmin ettiğinizden çok daha iyi, çok daha tatlı, aydınlık, sağduyulu, izanlı, güzel ve cesursunuz. Cesuruz. Niyeyse insan kendine hep acımasız davranıyor.
Aynada gözlerine baktığı insanı olduğundan kötü görüyor ve sahip olduğu nefis özellikleri bazen bir “dış ses”in hatırlatması gerekiyor.
Biraz cesaret.
Bir adım atmak...
Sonrası inanın çorap söküğü gibi geliyor.

Yazarın Tüm Yazıları