Mehtap Erel

Sömestr tatili ve çocukla kayak

30 Ocak 2010
Her anne gibi ben de çocuğum benden bir adım önde olsun, -eğer istiyorsa- benim yapamadığım şeyleri yapsın isterim. Bu sebeple de özellikle başarısız olduğum sporları ona denetiyorum. bu sporların başında da kayak geliyor. Malum sömestr tatili dolayısıyla kar olayına girdik biz de. Maksat oğlum Atahan’a atraksiyon olsun, çünkü ben “kayma” hadisesine çok acıklı bir veda sundum uzun zaman önce.
*
O zamanlar 26 yaşındayım. Amerika’da, Rhode Island’da yaşıyoruz. Kocam Sarhan’ın ısrarı ile Connecticut’ta bir kayak merkezine gidiyoruz. Ben bir yerimi kırmaktan o kadar korkuyorum ki, olaya zaten uzak duruyorum. Sarhan kayarken ben, çocuklar için ayrılmış özel bölüme geçiyorum.
Buraya bir halat germişler, çocuklar halata tutunuyor. İpin ucunda bir makara var ve bu makaraya bağlı motor sayesinde ipe tutunan herkes ayağında kayaklarla yukarı çekiliyor. Zaten hafif bir tepe söz konusu, çok dik değil. Yukarı çıkan çocuk kendini salıp aşağıya kayıyor. Sonra tekrar ipe tutunup yukarı çıkıyor. Ben de tutunuyorum ipe, yamacın ortalarına doğru birden nasıl olduğunu anlayamadığım bir şekilde düşüp sırtüstü dönüyorum. Bir müddet sırtüstü yukarı doğru sürükleniyorum. Bu arada ayağımda kayak olmadığını fark edip “O zaman ben niye buna tutundum?” diye düşünüyorum ama ipi de bırakmıyorum (Bak böyle de kararlıyımdır sevgili okur).
Bir dakika kadar bu şekilde sırtüstü sürüklendikten sonra kendimi yüzüstü çevirip (kalkabileceğimi sandığımdan) bir müddet de böyle sürükleniyorum. Derken arkamdaki çocuk bana “Led go of dı rob” diye bağırıyor. Çocuğu dinleyip ipi bırakıyorum ve bu kez kendimi aksiyon yıldızları gibi yan yuvarlayarak kenara atıyorum. Sonra emekleyerek yukarı çıkmaya çalışıyorum.
Bir an durup düşünüyorum, madem yukarı çıkacaktım ipi niye bıraktım? Aşağıya inmeye karar veriyorum. Kıçımın üstünde oturarak kaymaya çalışıyorum ama birden kendi etrafımda dönüp -evet popo üstü ama arkam dönük- aşağıya doğru kaymaya başlıyorum. Bu arada kayakla kayan çocuklar yanımdan vızır vızır geçiyor. Kendimi düzeltmeye çalışırken, karınüstü, kollar önde, aşağıya sürüklenmeye başlıyorum. Öyle de bir pozisyon almışım ki, hani balıklama kara dalıcam sanki.
En sonunda birisine çarparak durduğumda, Sarhan’ın utanç dolu bakışlarıyla karşılıyorum. “Napıyorsun?” diyor bana. Derken deminden beri beni izleyen insanlar ıslıklar eşliğinde beni alkışlıyorlar. Genç bir oğlan “Yu ar faking avsım düd” diyor bana. Şimdi bu durumu sadece “utanç” kelimesiyle anlatmak mümkün değil sevgili okur. Orada utanmaktan çok daha fazla bir şey söz konusu.
*
SARHAN: Naaapıyorsun?
BEN: Kayacaktım ama olmadı.
SARHAN: Kayakların nerde o zaman? Bana sen git, ben kahve içicem dedin.
BEN: Çocuklar ipe tutunup çıkıyordu, ben de çıkayım dedim.
SARHAN: Çocukların ayağında kayak var.
BEN: O detayı atlamışım evet...
SARHAN: Detay?
BEN: Ya, zaten rezil oldum, popom da acıyo, sus nolur!
SARHAN: Detay?
BEN: Yemişim kayağı! Kayakla herkes kayar! Ben sırtüstü, yüzüstü, kelebekleme gayet güzel kaydım.
*
Özgüven böyle bir şey işte sevgili okur. Bugün hâlâ neden efendi efendi oturmuş kahvemi içerken, koşturarak kendimi o halata attım bilmiyorum. Ama şunu biliyorum. Oğlum bundan iyisini yapsın isterim. O nedenle bu tatilde de kayma ortamlarına atladık.
Önce bir açıklama yapayım, belki bu durum beni daha fazla anlamanız konusunda fayda sağlar. Annem, çocukluğum ve hatta genç kızlığım esnasında bana sık sık “Ettiğin kadar çek Mehtap” derdi. Ben de ona “Nıhahahaa senin sütün karşı gelir, bedduan tutmaz” derdim. Bu noktada babam devreye girer, bana “Ettiğin kadar çek Mehtap” derdi. Bugün ne yaşıyorsam babam beni emzirmediği için yani.
Şimdi; oğlum hakikaten hareketli bir çocuktur ama sağlamcıdır da. Aklına yatmayan bir şeyi hayatta yaptıramazsın. Gittik ve piste iner inmez başladık...
ATAHAN: Kask vermeyecekler mi?
BEN: Yok yavrum, kaska gerek yok. Bak hoca var yanında...
ATAHAN: Ya kafam kırılırsa, kanarsa?
HOCA: Atahan merak etme, zaten önce çok basit işlerle başlıycaz, gel önce kayaklarımızı takalım.
ATAHAN: Peki öğretmenim bişi sorcam. Ben buraya bir kayak bir baton, bir kayak bir baton yan yana koydum. Buna ne denir?
HOCA: Kayak takımı mı?
ATAHAN: Hayır örüntü! Bu örüntüyü ne bozar?
*
Kayma dersini birkaç saat sonraya erteledim ki, kayak öğretmeni kendini toparlasın, oğlumu bir yardan falan itmeye kalkmasın. Sevgili okur, ailecek gitmişiz, Sarhan’dan başka kayan yok, yersiz bir masraf içindeyiz. Bari telesiyejle tepeye çıkalım, macera yaşayalım çocukla dedim. Plan; yukarı çıkıcaz, sonra yandan yandan yavaşça aşağıya inicez.
BEN: Atahan bak şuraya geldiğimizde kendimizi bırakıcaz, yumuşacık kara inicez.
ATAHAN: Ben vazgeçtim.
BEN: Nasıl yani?
ATAHAN: Ben inmiycem.
BEN: Ama tamam demiştin, saçmalama! Ben üç deyince atlıycaz.
ATAHAN: Hayır!
BEN: Atahan bak, biiir, ikkiiii...
ATAHAN: ...
BEN: Üüüüççççç.
*
Atlamadık sevgili okur. “E nolucak şimdi? Kaldık mı burada? Bizi nasıl indirecekler buradan?” şeklinde yaşadığım paniği anlatamam. Önce, hiç karizmayı çizdirmeyeyim, böyle bir ileri bir geri “Manzara da iyiymiş” falan diye dönelim dedim ama üşüyünce en son “Ay bizi buradan bi alsanız” diye bağırırken hatırlıyorum kendimi.
Anlayacağın sevgili okur, ben zaten kar kış sevmem, iyice nefret ettim. Ama kimselerden “eksik” kalmadık! Sömestr tatilinde kayağa gittik mi? Gittik! Oğlum bizim evin önündeki bahçede, siteden arkadaşlarıyla poposunun altına torba koyup kayarken daha çok eğlendi ama olsun. “Havamız” eksik kalmadı!
Yazının Devamını Oku

İlk yarı yılı atlattık

23 Ocak 2010
Oğluma ders çalıştıracağım, ödev yaptıracağım derken kafayı yemek üzereydim sevgili okur. Şubat tatili iyi gelecek. Sakin olmaya, çocuğa okul-ders-ödev olayını sevdirmeye çalıştım ama işim zordu. Çünkü babası bana hiç yardımcı olmuyordu ve ben gerçekten zulüm altındaydım. Ders sistemi bizim zamanımızda nasıldı çok hatırlamıyorum. Aklımda kaldığına göre hece sistemi vardı. Oğlumun ilkokula başlamasıyla, çocukluk travmalarıma geri döndüm. Allah’ıma şükürler olsun ki, çocuk okuma yazmayı söktü. Ama şundan iki ay önce;
ATAHAN: LIL-A-LIL-E
BEN: Yani?
ATAHAN: LIL-A-LIL-E
BEN: Tamam da oğlum yani?
ATAHAN: LIL....
BEN: LALE Atahan, LAAAA-LEEEEE.
ATAHAN: Ama LIL dedi örtmen.
BEN: LIL’ın sonuna A gelince
LA oluyor.
ATAHAN: Peki. LAAA-LIL-E!
Çocuklara hece öğretmiyorlar mıydı, yoksa oğlum babannesiyle kurduğu dahice bir plan eşliğinde beni yavaşça delirtip cici anne olayına mı geçmeye karar vermişti bilmiyordum. Bildiğim bir şey vardı, ciddi sıyırıp Milli Eğitim Bakanlığı’nın önünde; “LIL-A-NIN-E-TIH” diye bağırabilirdim.
BEN: Ne diyor annecim burada?
ATAHAN: OTLLLLL-AT
BEN: Yok bak bunu şöyle ikiye bölelim, OTTTTTT
ATAHAN: OOOOOOO-TIT-LIL-AT
BEN: Atahan, güzel yavrum, bak, OTTTTT
ATAHAN: LAATTTT
BEN: Hah, evet, aferin, neymiş yani?
ATAHAN: OTH-LATH
BEN: OTLAT, OTLAT, OT-LAT!
ATAHAN: Babamla çalışıcam sen çok bağırıyorsun.
BEN: Sarhaaaannnn, senle çalışcakmış gel!
SARHAN: Benim işim var!
Sevgili okur. Sarhan (yani eşim) aftan yararlandı, sırf bu işlerden kaytarmak için Boğaziçi’nde MBA yapıyor. Her akşam “faynenşıl marketink” falan çalıştığı için OT-LAT olayına Fransız.. Öte yandan ben, salonda Sarhan’ın kitapları ve evin tüm yüzünde Atahan’ın kitapları ile Alacakaranlık Kuşağı’nı bölüm bölüm çekiyorum.
BEN: Sarhan ben kafayı yiycem, biraz da sen çalıştır.
SARHAN: Ödev annelerin işi.
BEN: Sarhan bak ben
laçka oluyorum, valla kendi yazılarıma konsantre olamıyorum, biraz daha kafamın salim olması lazım benim.
SARHAN: Aman sanki ne yazıyorsun? Chaucer misin Drydon musun?
BEN: Ha?
SARHAN: DIH-RIR-YIY....... ehihehe
Sınıfın tamamı okuma olayını halletti. Sanki okumayan çocuk varmış gibi neyin telaşındaydık hiç bilmiyorum. Tam “Oh” diyeceğimi sanıyordum ki, karşımıza başka bir problem çıktı. Silgi yasakmış, yazılan yazılar silinmeyecekmiş, çünkü o zaman hatalar unutuluyormuş. Bundan böyle tükenmez kalem kullanılacakmış!
BEN: Oğlum bu formanın hali ne, hep tükenmez kalem olmuş üstün, niye dikkat etmiyorsun?
ATAHAN: Ben daha çocukum.
BEN: Bu cevabı veriyorsan büyüdün demektir sıpa, nasıl çıkacak bu lekeler?
ATAHAN: O annelerin işi.
Haaaaa, şimdi sevgili okur. Babadan “o annelerin işi” lafını duyan çocuğun bunu söylemesine şaşıyor muyuz? HAAYIIRRR! Peki çocuğa bu şekil örnek olan babaya arıza çıkarıyor muyuz? EEVVEETT!
SARHAN: Mehtap arabanı muayeneye götürmen lazım bir, kasko yenilenecek onu da bu hafta halletmen lazım iki, bir de servise uğra sileceklerini değiştirsinler, havalar bozacak diyorlar üç.
BEN: Yok sen götür hallet, neme lazım! Servisti, puldu bunlar erkek işi, beni karıştırma.
SARHAN: İyi kalsın o zaman, kullanma!
Sen arıza çıkarmaya çalışırken durum elinde patlayabilir mi? Eeevveett... Olsun! Atahan okuyor sevgili okur. Gerisini ben zaman içinde hallederim! Hadi iyi tatiller.
Yazının Devamını Oku

Korkumdan şaka bile yapamadım

16 Ocak 2010
Aman diyim sevgili okur. Hafta içi okul çıkışı, oğlum, onun sınıftan bir kız arkadaşı, ben ve kızın annesi hep birlikte bir şeyler yiyelim dedik. Amanın! Bana “Sen gel de benim kızla bir tanış” diye mail atan kadınlar haklıymış: O ne ya? 7 yaşındaki kız sadece oğlumu değil, beni de salağa çevirip, katlayıp kenara koydu.

PINAR: Ama o benim tokam ve ben kendi tokamı kendim takabilirim.
ANNESİ: Kızım yoldun hep saçlarını, bırak ben toplayayım, yazık.
PINAR: Hayır benim saçım ben takarım, benim tokam.
BEN: Taksın bari kendisi, bırak...
PINAR: Ben bundan yemek istediğimi söyledim mi sana anne? Ben bunu ketçaplı istememiştim.
ANNESİ: Kızım ketçap koydur dedin ya!
PINAR: Hayır demedim, ben bunu ketçapsız istiyorum...

Yazının Devamını Oku

Bana sahte kibarı oynamayın

9 Ocak 2010
Sevgili okur, en deli olduğum şeyler listesi yapsaydım, herhalde başı yalandan kibar anneler çekerdi. Böyle mıy mıy, birbirleriyle, öğretmenlerle gerçek dışı bir incelik, sahte bir asalet hali. Ne biliyorsun sahte olduğunu diyorsunuz, diyeceksiniz. Şöyle biliyorum sevgili okur. Ben bir insanın tipine bakarak o insanın kalitesi hakkında şakkadanak fikir sahibi olabilirim. AYŞENİL: Sen öyle düşünüyorsun diye, bu, o saçmalığı doğru yapmaz.
BEN: Hı?
AYŞENİL: Sana uymuyorsa, bu o gerçekliği daha az gerçek yapmaz.
BEN: Kim?
AYŞENİL: Sen başka türlü düşünü... Yok bişi Mehtap.
Diğer annelerle şöyle konuşmalar geçiyor aramızda;
KADIN: Ama aslına bakacak olursanız, ben her ne kadar size bu konuda yüzde yüz katılıyor olsam dahi...
BEN: Ama bu cümleyi daha kısa kurmak mümkün arkadaşım.
Kadın: Ne gibi pardon?
BEN: Sen beni “dahi” dediğin yerde kaybettin ama daha kuracağın cümlenin yarısında değiliz. Cümleyi bölüyoruz. Mümkün olduğunca az kelimeyle anlatıyoruz.
KADIN: Ama Mehtap, ne zaman bir konuda fikrimi söyleyecek olsam, sen böyle son derece sinirli bir şekilde araya girip...
BEN: Bak yine aynısını yapıyorsun. Böl cümleyi. Mehtap, nokta. Ben ne zaman konuşsam araya giriyorsun, nokta. Ve bunu sinirli yapıyorsun, nokta. Kullan noktayı, sadece virgülle olmaz.
KADIN: Hoca hanım, ben zaten Mehtap’ın olduğu toplantılarda şimdiye kadar rahat rahat derdimi anlatamadım.
BEN: Kimi kime şikayet ediyorsun onu anlıyim ben şimdi. Soru işareti.
ÖĞRETMEN: Mehtap hanım, siz müdahale etmeyin lütfen, her veli söylemek istediğini kendi cümleleriyle söylesin.
BEN: Söylesin ama taklit de yapsın mı? Böyle “Ayşecik” taklidi yaparak konuşmaya çalışınca iş uzuyor.
KADIN: Ay çok teessüf...
BEN: Tamam sıra bende. Ben de “Ajda” taklidi yaparak konuşucam şimdi. Hazır mısınız?
ÖĞRETMEN: Mehtap hanım lütfen oturun. Çocuk gibi davranıyorsunuz.
BEN: Peki, “Bülent Ersoy “ yapıyim mi?
Bunlar bir de çok süslü oluyor. Çalışanları kastetmiyorum elbette, onlar belli bir görüntüyü yakalamak zorunda. Ama iş yok, güç yok, saat sabahın sekiz buçuğu, çocuğu bırakmaya okula gelmişler. O neyin saçı başı, makyajı kardeşim. Bu ne enerji, nasıl bir kadınsal içgüdü? İnsan o saatte evden çıkmadan önce kotunu giydiğine şükretmeli bence. Ama hatunlar bir geliyor okula, zannedersin çocuğu bıraktığı gibi gidip “elit modıl luk”a katılıp dönecek. Süslensin tabii bana ne de, bir de cevval oluyorlar ki;
KADIN: Ama hayatım sen de hiç bakmıyorsun kendine. Olmaz böyle.
BEN: ...
KADIN: En azından bir rimel, bir allık yani.
BEN: Senin şu yaptığına bizim orada “sopaya doğru koşmak” diyorlar.
KADIN: ???
BEN: Şimdi sopa burada duruyor böyle. Sen uzaktan sopayı gördüğünle koşarak gelip kendini vuruyorsun sopaya. Sahne bu yani.
KADIN: ...
Şaka bir yana sevgili okur, sabah kalk, önce makyaj yap, ardından kahvaltı hazırla, süslen, çocuğu okula götür bana zor geliyor. Oğlumla kendimizi arabaya attığımızda, ben hâlâ “çocuğu bırakıp eve dönüp biraz daha yatsam” diye hayalliyor oluyorum. O araya makyaj yapma ve silme sıkıştırabilmem mümkün değil. Yapana da bir şey demiyorum aslında sadece bana kimse elleşmesin istiyorum.

Dinazor kuklası yapsınlar

Sevgili okur, farkındaysan başka türlü bir anne çocuk yazarıyla karşı karşıyasın, ama bu demek değil ki sadece goy goy yapıcaz. Alın size etkinlik mesela; Akmerkez’de bugün Faber-Castell ile kukla atölyesi var. 12.00-14.00 saatleri arasında gerçekleşecek ‘Benim Renkli Kahramanım’ atölyesinde çocuklar, kuş, dinozor ve uzaylı kahramanların kartondan kuklalarını yapıp “şen” vakit geçirebilir.
Yazının Devamını Oku

Şuursuz anne

2 Ocak 2010
Şimdi sevgili okur, gel bak bişi anlatıcam. Türk Dil Kurumu’nun (TDK) web sözlüğüne “şuursuzluk” yazdım, doğru düzgün bişi çıkmadı. Bunun üzerine Veteriner Hekimliği Terimleri Sözlüğü’ne başvurdum: “Bayılma veya koma biçiminde gözlenen, en ileri derecede bilinç kaybı. Hayvan yerde yatar, korneal refleksi de dâhil tüm refleksler körelmiş, solunum yüzeysel ve nabız zayıf, kalp tonu hafiftir.” Bu bana uydu. Niye diyeceksin tabii:
SERAY (SEVER): Şuursuz bir konuşma şeklin var senin.
BEN: Ne gibi?
SERAY: Şuursuz konuşuyorsun.
BEN: Ve bunu “Seray Sever ve Erkekler” diye program yapıp adamlara “Altta mı üstte mi seviyorsunuz” diye soran kadından duyuyorum.
SERAY: Düşün yani!
Telefonda;
BEN: Dilek, nalo, nalo, Dilek hanımla mı görüşüyorum?
DİLEK (ÖNDER): Ne var çocuğum?
BEN: Seray Sever bana şuursuz dedi.
DİLEK: Sen de “O sizin şuursuzluğunuz deseydin”, ehehehe...
BEN: Ehehehe, deseydim di mi? Şuursuz muyum ben?
DİLEK: Şuursuzsun evet!
BEN: Ay o sizin şuursuzluğunuz, ehihehe...
DİLEK: Salaksın işte, yapacak bişi yok.
BEN: Bak öyle deyince korneal refleksim körleşti, solunum yüzeysel, kalp tonu hafif...
DİLEK: Kimin?
BEN: Hayvanın. Öyle oluyormuş.
DİLEK: Mehtap sana kendini açıklaman için beş saniye veriyorum sonra yazıma dönüyorum.
BEN: TDK’da kendimle ilgili açıklama bulamayınca veterinerlik sözlüğüne baktım.
DİLEK: ...
BEN: Nalo? Nalo?
DİLEK: ÇTONK!
Şimdi sevgili okur. İki ayrı meslekten iki ayrı insan bana şuursuz deyince, kendi yakın tarihimde şöyle bir geri gittim. Mesela geçen sene yuva arkadaşı benim oğluma vuruyordu:
BEN: Nedir bu çocuğun problemi, benim oğluma zarar verip duruyor?
OKUL MÜDÜRÜ: Kardeşi oldu yeni, biraz stres altında ama endişe ettiğiniz kadar ciddi bir problem yok.
BEN: İyi de bu çocuğun kardeş sorunsalını benim oğlumun üzerinde mi çözeceğiz?
OKUL MÜDÜRÜ: Böyle bir şey söz konusu değil, zaten artık vurmuyor çocuk, ama Atahan ona taktı, çarpsa vurdu diyor.
BEN: Benim geldiğim aile modeli çocuk esaslı. Yani ben oğlumun lafına inanırım.
OKUL MÜDÜRÜ: ...
BEN: Eğer siz bu sorunu halledemiyorsanız, ben hallederim yani. Kim o çocuğun annesi, ben de ona bir çarpayım, bakalım çarptı mı diyor vurdu mu diyor, hadi bakalım...
Ya da oğlumla fen çalışıyoruz kendi çapımızda;
BEN: Çaaatt!
ATAHAN: Anne naaptın ya, anne naaptın?
BEN: Ehihehehie...
ATAHAN: Anne ezdin sineği ya, of ya!
BEN: Ya oğlum, dur bi eşinme iki dakka, bir bantlayalım şunu.
ATAHAN: Ya anne ne bantı, mahvettin hayvanı.
BEN: Atahan, bir bantlayayım şunu, mikroskoba koyucam ki inceleyelim oğlum. Dur bak şimdi fen dersi yapıcam ben sana.
ATAHAN: Anne sen acayip bir annesin ya. Acayip bir annesin.
Akşam kapı çalar, bizim güvenlik Yakup...
YAKUP: Abi buyur, abla bunları istediydi. Abla izölabant verdiydi, dışardan birkaç karınca yapıştırır mısın dediydi.
SARHAN: Mehtap?
BEN: İnceliycez de, ben üşendim aşağıya inmeye.
ATAHAN: Anne o ne?
BEN: Oğlum bak, Yakup Abi aşağıdan bantlayıp karınca getirmiş, inceleyelim diye...
ATAHAN: Anne ne yaptın ya, of anne off!
BEN: ...
ATAHAN: Kaan’a vericem ben bu “mirkospotu”, ne biçimsin ya, ne biçimsin...
Şimdi ben böyle “şuursuz” bir şekilde de yazıyorum ya. Sonra annelerin hakkımda yaptığı forum yorumlarını görmüyorum sanma sevgili okur. Aranızda hizipleşip benim oğluma kız vermemek üzere pozisyon aldığınızı hissediyorum. Oğlan anneleri “Ay kahkahalarla güldüm” yazarken, kız anneleri “Neymiş, alla alla, zor kız anası görmemiş o kadın” tadında gidiyor. Bugünden bana kıllık yapmayın. Yarın hanginizin evine çiçekle çikolatayla geleceğim belli değil. Mimlemeyeyim şimdiden...
Yazının Devamını Oku

Oğlan anneleri “dengesiz” olur mu cidden?

26 Aralık 2009
Çocuklara cinsellik konusunda bilgi vermenin ne zor bir şey olduğunu hepimiz biliyoruz. Ben bu konuda “geç olsun ama güç olmasın” ekolünü benimsiyorum. Her şeyin bir zamanı var, telaşa lüzum yok. Ancak bazen beklenmedik olaylar da olmuyor değil... Ayşenil’lere akşam yemeğine gittik. Onun iki çocuğu, artı benimki olmak üzere üç çocuk koşuyor evde. Tam “Ya alt kattakilere çok ses gidiyordur, ayıp oluyor” derken alt kattan bize ses gelmeye başladı. Aşağıya taşınan yeni evli çift, (benim tahminim) kamerayı kurmuş porno çekiyor. Akşam saat 20.00. “Nasıl yani...” değil mi?
Ayşenil: Televizyonun sesini açalım bi dakka. Kanal Mezzo’da klasik müzik olacak.
Ben: Bu nasıl iş ya? Ne bu kızın durumu?
Ayşenil: Yeni evliler.
Ben: Ne oluyor yeni evli olunca? Höykürmek serbest mi? Saat daha sekiz!
Ayşenil: Tamam da, bize ne?
Ben: Bize ne elbet de, biz dinleyici kontenjanından dahil olduk olaya...
Ayşenil: Of Mehtap ya...
Ben: Çocuklar var evde. Ben müdahale edicem bu duruma.
Ayşenil: Ne gibi?
Ben: Ben iniyorum aşağıya.
Ayşenil: İnip ne diycen Mehtap Allah aşkına? Hakkaten ne diycen şu an?
Ben: Yalancılığın lüzumu yok, ne var bu kadar bağıracak diycem.
Ayşenil: Rica ederim saçmalama.
Ben: Saçmalıycam!

*

Sevgili okur indim cidden aşağıya, kapıyı çaldım açan olmadı, muhtemelen kız kendi sesinden kapı sesini duymadı. Kız durmadığı için ben de duramıyorum, sinir bastı.
Ben: Ay bitirdi oğlanı, mahvetti.
Ayşenil: Harbi manyaksın sen Mehtap.
Ben: Yedi yedi oğlanın başını bi saattir, hayır benim de oğlum var, bu kadar yüklenilmez bir erkeğe, yazık günah. Kız bağırdıkça oğlan da matah bişi var gibi... Yazık yavrum kan ter içinde kalmıştır. Bir erkek annesi olarak tepki gösteriyorum... Ah-ah!
Ayşenil: Ne?
Ben: Oğlanın anası geldiğinde beni ara, kadını apartmanda yalnız yakalayıp durumu bildiricem. Teyze bu gelin yaramaz, yedi bitirdi çocuğunu ve ayrıyetten bizim çocuklara da kötü örnek oluyor desem?
Sarhan: N’oluyor, ne konuşuyorsunuz?
Ayşenil: Sarhan inan Mehtap’ı tanıdıkça senin için daha fazla üzülüyorum.

*

O akşamı çocukları olaya uyandırmadan atlattık. Ayşenil sağolsun “Lettuçine’den Fetuçine” dinletip çocukların kulaklarını oyaladı. Fakat böyle durumlarda ben çocuklardan daha fazla travmatik oluyorum niyeyse.
Uzman Pedagog Eda Yelkenci Koçak, “Çocuklarda cinsel eğitimin amacı, cinselliğin yanlış veya ayıp bir şey olmadığını anlatmaya çalışmaktır” diyor. Katılıyorum. Uzmanlar ayrıca, çocuklara cinsel organları tanıtılırken isimlerin doğru kullanılmasını tavsiye ediyor. Yani penise penis, vajinaya vajina diyecekmişiz. Ben de uzmanlara diyorum ki; kardeşim deli misiniz? Düşünsene sevgili okur, oturuyorsun arkadaşlarınla, 6 yaşındaki kızın gelip “Anneee, vajinam kaşınıyor” diyor mesela. Sanki biri arkadan seslendirme yapıyor gibi. Ürkünç!
Atahan: Anne napıyosun?
Ben: Yazımı yazıyorum tatlım.
Atahan: Atahan okumayı söktü de, yaz anne olur mu? Bi de Atahan hepinizi öpüyo yaz. Bi de derslerde artık uslu durduğumu yaz.
Gel de psikopat oğlan annesi olma sevgili okur. Gel de oğluna hayran, manyak kayınvalide olma...
Yazının Devamını Oku

Atahan resim yapıyor!

19 Aralık 2009
Hani kızlar babalarını prens, erkek çocuklar annelerini prenses gibi görür geyiği vardır ya, klasik. Benim oğlum beni prens kabul etse bile razı olabilirdim ama niyeyse gözünde cinsiyetsiz, şişman, şekilsiz bir androidim. Atahan ikimizin bir resmini çizmiş sevgili okur. Ama ne resim! Ben: Aaa, harika annecim. Peki bu kim?
Atahan: Sen.
Ben: Bu mu?
Atahan: Evet hep pantolon giyiyorsun ya ondan.
Ben: Böyle mi gözüküyorum ben pantolonla çocuum? Belim nerde?
Atahan: Yok ki senin belin.
Ben: Benim belim yok mu oğlum? Sarhan benim belim yok mu?
Sarhan: Olmaz mı hayatım. En güzel belli kadın sensin.
Atahan: Yok! Baba yalan konuşmuyoruz.
Ben: Nası ya! Bu ne peki benim belim yoksa.
Atahan: Göbiş o!
Sarhan: Oğlum kaç! Arkana bakmadan kaç!
Ben: Gel buraya sıpa, matematik çalışıcaz.
Şimdi sevgili okur, benim zaten “famfatal bir kadınım” gibi bir iddiam yok, işim de olmaz zaten. Ama belim var yani. Vallahi var.
Atahan: Anne, Kaan’ın annesi çok güzel giyiniyor. Kız gibi giyiniyor. Senin elbisen yok mu? Sen niye güzel giyinmiyorsun?
Ben: Benim ‘güzel’ giyinmem gerekmiyor oğlum.
Atahan: Niye?
Sarhan: Evet annesi niye? Ehihehe...
Ben: Çünkü ben yazarım. Entelektüel bir kişiliğim.
Sarhan: Yürü beah! Kim tutar seni. Entelim benim, ehehe...
Ben: Dalga mı geçiyorsun?
Sarhan: Kocam böyle dedi, annem şöyle dedi yazınca entelektüel mi olunuyor?
Ben: Bana bakın, baba-oğul beni kendinize bulaştırmayın, Allah yarattı demem oyarım.
Atahan: Allah mı? Beni sen doğurmadın mı? Beni başka anneler mi doğurdu?
Ben: Ay öliyim ben ya, bu ne ya, of!
Bir kadının ağzından çıkan her kelam aleyhine delil olarak kullanılırsa bu kadının dengelerinin yerinde olmasını bekleyemezsin sevgili okur. O kadın ara ara gerçeklikten kopabilir ya da dönüp gelip kendine gerçeklik diye sunulan saçmalığa kafayla girebilir.
Atahan: Anne bak seni çizdim.
Ben: ...
Sarhan: Ooo, harika, ehehe...
Ben: Bence Atahan’ı bir göz doktoruna götürelim, cidden.
Sarhan: Tamam ama çocuğun gözünde sorun yoksa sen rejime girecek misin?
Ben: Ya ben gayet iyi durumdayım, cins misiniz nesiniz?
Sarhan: ...
Ben: Oturun ulan şuraya, bikinimi giyip geliyorum.
Atahan: Hiiiiiii! Ulan dediiiiiiii!!! Örtmene söliceemmm!!!
Sarhan: Ne bikinisi bu soğukta ya, saçmalama. Hem koca kıçlı, hem hasta hiç çekilmezsin sen, ehihehe...
Atahan: Hiiiiiii!!! Ne dedi, anne babam ne dediii!!!
Ben: Zayıfım ben.
Atahan: Örtmene söliycem, kıç dedi babam diyceeeem!!!
Ben: Ben alışverişe gidiyorum bakın başınızın çaresine bu hafta sonu.
Sarhan: Eyvah!
Ben: Ne o? Eğlenmiyor muyuz artık? Bak o kredi kartını ne hale getiriyorum ben bugün. Yeni bedenime yeni giysiler alıyim. Belimi basenimi örten yeni giysilerden bir gardırop oluşturuyım. Gülsene şimdi de alık alık.
Atahan: Anne bana da torbada askerlerden alır mısın?
Ben: Sus sıpa yoksa yeni bir kelime daha öğreneceksin!
Sevgili okur yazının tam bu noktasında oğlumun resim öğretmenine seslenmeyi uygun buluyorum, o yüzden sen kaçıl şöyle, arada ezilme:
Bacım, ne iş? Sene başında dünya kadar pastel boyalar, 3B kalemler, guajlar aldık, bunun için miydi? Sadece samur fırçalara ödediğim parayla Kamboçya’da bir kız çocuğu evlat edinebilirdim. Şubat tatiline kadar bu oğlan bel çizmeyi öğrendi öğrendi. Aksi takdirde geliyorum.
Tamam sevgili okur, gel şöyle karşıma, yazının ana fikrini söylüyorum. Benim belim var. Ana fikrimiz budur! Aksini iddia edip beni dellendirmenin lüzumu yoktur! Sessizce dağılalım şimdi...
Yazının Devamını Oku

Biz ailecek domuz gribi aşısı olduk

12 Aralık 2009
İlk plan sadece oğluma yaptırmaktı ama biz hastalanıp çocuğu da hasta ederiz diye endişelenince hep beraber aşılandık. Daha doğrusu aşılanabildik, çünkü kimse aşı olmadığı için yaş sınırı falan yok. Sağlık ocağına gidip “aşı olucam” diyorsunuz, şakkadanak yapıyorlar iğneyi. Aşı çocuğa iki doz halinde üç hafta arayla yapılıyor, yetişkinlere ise tek doz halinde bir seferde veriliyor. İki hafta geçti. Herhangi bir yan etki görmedik. İkinci gün aşı yerimiz biraz ağrıdı hepsi o. Ama başka yan etkiler çıktı!
Babam: Salak mısın kızım sen?
Ben: Ya baba bak senin de olman lazım, risk grubundasın.
Babam: Sen hangi grupsun da gidip aşı oluyorsun geri zekalı kızım?
Annem: Deme şöyle kıza damadın yanında.
Ben: Evet baba, deme bana damadın yanında öyle, ehehe.
Babam: Sence damat uyanamamış mıdır yediği kazığa 11 sene sonunda.
Sarhan: Uyandım baba uyandım. Uyandım da iade almıyorsunuz!
Ben: Baba madem teknolojiden faydalanmıycaz, mikrodalga fırın da kullanmayalım. Madem bilimden faydalanmıycaz antibiyotik de içmeyelim. Mormon muyuz biz?
Babam: Sende bir moronluk var, evet. Çocuğa yaptırmasaydın bari. Oğlum bak senin ananın kafası tam basmıyor, bundan sonra ...
Ben: Ya baba of ya, çocuğa deme öyle.
Babam: Yok bu kız bana çekmedi, çekse kafası çalışırdı. Kızım bu aşı matah bişi olsa Başbakan olmaz mıydı? Bize söylenmiyen bişi biliyor ki, olmuyor.
Ben: Yok, o mikroba da kafa tuttuğu için olmuyor. Öte yandan ben başbakan olmadığıma göre dayılanmamın lüzumu yok dedim kendi kendime.
Babam: Salak!
Okullarda yazı dağıtıldı biliyorsun sevgili okur. Kimler aşı olacak diye soruldu. Oğlumun okulunda on kişi aşı olmak istemiş. Benimle beraber on bir. Ben hata yapıyor olamayacağıma göre (ay güldüm), koca okulda bilime inanan veli sayısı on bir mi? Nereye yolladım ben çocuğumu böyle?
Ben: Şimdi böyle söyleyince faşizan bir yaklaşımmış gibi olacak ama, aşı olmayanlar gelmesin okula madem öyle.
Müdür: Nasıl yani?
Ben: Olmayanlar olanları mikroplayacak. Ben aşı olunmamasına karşıyım. Medeniyete direnmeyi manasız buluyorum.
Müdür: ...
Ben: Ben anlamıyorum valla. Zamanında suçiçeği aşısına da karşıymış millet, şimdi herkes oluyor. İnsanlar suçiçeği aşısı fikrine alışana kadar kaç kişi öldü. Keza kızamık da öyle...
Müdür: Mehtap Hanım siz doktor musunuz?
Ben: Yoo, niye ki?
Müdür: Çok kesin konuşuyorsunuz da. Hani bir bildiğiniz mi var diye!
Ben: Canım, aşı hakkında yorum yapmak için doktor olmaya gerek var mı? Başbakan doktor mu? Olmam dedi çıktı işin içinden.
Müdür: ...
Ben: Ya, böyle sözcükleri kifayetsiz bırakırım işte, ehehe.
Ben sana bişi diyim mi sevgili okur; ocak-şubat gibi bu iş iyice kontrolden çıkarsa, ondan sonra millet aşı arayıp bulamazsa, Mehtap dediydi dersin (hakikaten kendimi ne sanıyorum ben ya).
Son durum şu: Babam Atahan’ı çok kötü kurduğu için muhtemelen ikinci doz aşıya giderken zavallı oğlumu kolundan sürüyerek götürmem gerekecek. Huysuz dedemiz her ne kadar kendini benle ilişkilendiremese de, aynı benim gibi sabit fikirli olduğundan, çocuğa beş dakika arayla “oğlum annen seni aşıya götüreceği zaman kendini yere atıp avazın çıktığı kadar ‘beni kaçırıyolar, bu kadını tanımıyorum’ diye bağır” dedi. İşin feci tarafı, bu fikir Atahan’ın aklına yattı ve evde denedi. Her akşam yatmadan önce “hadi önce dişler fırçalanacak” diyorum Atahan kendini yere atıp “beni kaçırıyolar” diye bağırıyor, sonra da kahkahalarla gülüyor. Bu babamın bana ilk keleği değil. Ama intikam soğuk yenen bir yemektir...
Yazının Devamını Oku