Mehmet Yavuz

Beyin Nasıl Yoldan Çıkar?

9 Ağustos 2019
Sürekli pahalı kıyafetlere, en havalı restoranlara, fantastik tatillere, markalı kozmetik ürünlere ve çılgın partilere ihtiyaç duyuyorsunuz. Üstelik çok para verdiğiniz ürünlerle ucuza aldığınız ürünler arasında fazla bir fark olmasa bile… Peki niye?

İnsanları çoğu zaman finansal olarak borçlanmaya iten ve kimi zaman aile yaşamını zora sokan bu davranışların altında genellikle, aşırı stres ile mücadele yollarını bilmemek ve beyindeki ödüllendirme sisteminin bozulmuş olması yatar.

Son günlerde özellikle sosyal medya kullanıcılarının karşılaştığı bir haber, düşüncelerimizin nasıl da kolay yönlendirilebildiği konusunda bizlere epey fikir veriyor. Gerçekte olmayan ve 3-4 hafta sonra hizmete girecek bir restoran için restoran tanıtım sitelerinde hesap oluşturup bir internet sitesi kuran Vice News’in yazar kadrosundan Oobah Butler; arkadaşlarından mekân için güzel yorumlar yazmalarını istemiş. Gerçek olmayan ürünlerle hazırlanan yemek fotoğrafları ve övgü dolu yorumlarla popülerliği artan mekân için rezervasyon yaptırmak isteyenler, mekânın 3-4 hafta dolu olduğu cevabını almışlar. En sonunda bekleme süresini tamamlayanlar, Londra’nın en iyileri arasında gösterilen bu mekâna kabul edildiklerinde (mekân yazarın evinin bahçesi ve konuklar gözleri bağlanarak içeri alınıyor), mikro dalgada ısıtılmış hazır yemeklerin lezzetine hayran kalmazlar mı? Belki de marketlerde satılan hazır gıdalara elini bile sürmeyecek kadar hassas bir damağa sahip bu kişiler, farklı şehirlerden kalkıp geldikleri mekânı ve yemekleri çok beğenmişler. Başkalarının iyi yorumları ve biraz efsaneleşmek ile herkesin ulaşamadığı bir ayrıcalığa kavuşmanın hazzı bir araya gelince, yemeğin lezzetini önemsiz kılabiliyor demek ki…

Kişisel tecrübelerimizin, duyduklarımızdan nasıl da kolay etkilendiğini gösteren tek örnek de bu değil. Mesela katılımcıların ucuz ve lezzetli 2 çeşit şarabı karşılaştırdıkları bir deneyde tadıma katılanlar, pahalı şarapların daha lezzetli olduğunu söylüyorlar. Üstelik dürüstler… Çünkü fonksiyonel MRI tekniği ile yapılan deneyde, gerçekte beyindeki lezzet merkezinde bir fark oluşmazken bu tecrübenin sağladığı genel tatmin açısından pahalı olan şarabın gerçekten daha fazla haz verdiği görülüyor. Katılımcıların bilmediği ise ucuz ve pahalı diye tadılan şarabın tümüyle aynı şarap olması.

Alışveriş yaparken beynimizi yoldan çıkartan birçok etken var. Belki durumu yoldan çıkmak yerine reklamcının ya da pazarlamacının çizdiği yola girmek şeklinde de ifade edebiliriz. Nöropazarlama konusunda pek çok kişinin bildiği “Duyulara Göre Pazarlama” konusuna burada çok girmeyeceğim. Bunun nedeni, mağazalarda; kokuların, müziklerin, renklerin, tat duygusunun, ayrıcalıklı hissettirme hissinin, nasıl ustalıkla kullanıldığını zaten rahatlıkla gözlemleyebilmemiz. Bana göre asıl bilinmesi gereken, aşırı yemek yeme, alkol tüketimi, uyuşturucu kullanımı ve alışveriş gibi bağımlılıklarının gerçek nedeni olabilen “Ödül Eksikliği Sendromu”.

Beynin ödül sistemi, yemek yediğimizde, bir müzik dinlediğimizde ya da şöyle yorucu, stresli bir günün sonunda ayaklarımızı uzatıp “Ohh” dediğimiz anlarda doğal olarak aktive olur. Yeni bir bilgi öğrenmenin verdiği haz ya da bir işi tamamlamanın mutluluğu da bu sınıftadır. Anlayacağınız beynin tatmin olması için mutlaka çok özel bir şey gerekmez. Normal şartlarda beynimiz yaşamın devamı için yapılan gündelik aktivitelerden de keyif alır. Ancak bu sistem bozulduğunda haz almak için daha fazlası gerekmeye başlar. Sigara, alkol, ekstrem sporlara olan bağlılık, cinselliğe aşırı düşkünlük, sürekli gidip alışveriş yapma isteği, ödül eksikliği durumunda ortaya çıkan davranışlardan bazılarıdır. Bu durumda vücutta yeteri kadar dopamin ve endorfin doğal yollarla salgılanamıyordur. Elbette bunun sebebi kimi zaman genetik de olabilir. Böyle dönemlerde kişi, kendini günlük hayat temposu içerisinde hayattan zevk alamayan, motive olamayan bir halde bulur ve bu hislerden uzaklaşmak için beynini tatmin etmeye çalışır.

Hepimiz dönem dönem çok da ihtiyacımız olmayan nesneleri satın alabiliyoruz. Burada binde bir yapılacak küçük bir kaçamaktan değil zamanın çoğunu mutsuz ve tatminsiz hissetmekten söz ediyoruz. Dolayısıyla sürekli aşırı harcama yapanlar, gereksiz olarak kendi finansal durumlarını riske atanlar, yaşamın içinde kendisine ve ailesine zarar verebilecek maceralara ihtiyaç duyanlar, neden bu şekilde davrandıklarını kendilerine samimiyetle sormalılar. Cevap olarak çeşitli sorunlarınızın olması bahaneniz olmasın. Herkesin sorunları var sadece bazıları bu sıkıntılarla daha güçlü şekilde baş edebiliyor. Eğer sürekli dürtüleriniz tarafından ele geçirildiğinizi düşünüyorsanız, bir uzmanla birlikte sorun çözme yönteminizin yanı sıra nöropsikolojik durumunuzu da detaylı olarak incelemelisiniz.

Ön yargılarınıza dikkat edin, çünkü her an yargılarınız olabilir.

Yazının Devamını Oku

Bir oyuncaktan daha fazlası: Nesne bağımlılığı

1 Ağustos 2019
Bazen bir bebeğin elinden hiç düşürmediği ve nereye gitse yanından ayırmadığı oyuncağını sıkı sıkıya tuttuğunu ve onu her türlü tehlikelerden korumak için tetikte beklediğine şahit olmuşuzdur. Bu durum sevimli bir tablo gibi görünse de zamanla önemli bir bağımlılığa dönüşebilir. Üstelik bu durumun arkasında bebeğin kendisini güvende hissetmemesi yatabilir. Nörolog Mehmet Yavuz, bebek ve çocuklarda görülen nesne bağımlılığını anlatıyor.

Bebeğim bir bağımlı mı?

Bebek ve çocukların bir oyuncağa veya herhangi bir nesneye karşı olan aşırı bağlılığı ve sahiplenici tavrı, belli bir aşamaya kadar normal karşılanabilir. Çünkü bebek ve çocuklar gelişim süreçlerini tamamlarken birçok farklı evreden geçer. Her evrenin kendine özgü davranış biçimleri ve alışkanlıkları vardır. Bu noktada bir bebeğin emziğini bırakmak istememesi veya bir çocuğun elinden düşürmediği oyuncağı gelişimin bir parçası olarak düşünülebilir. Ancak burada ebeveynlerin gözlemi çok önemlidir çünkü bu bağlılığın gelişimsel bir sonuç mu, kişilik özelliği mi yoksa bir bağımlılık mı olduğunu tespit etmek için gereklidir.

Bu bir ‘Güvendeyim’ bağlanmasıdır… 

Bebekler söz konusu olduğunda yabancı bir dünyaya adım attıkları andan itibaren güvende olmak isterler. Güvendeyim diyebilmek için anne ve babalarının yanında olmak ve onların tanıdık sınırlarında kalmak ister. Bu durum bebeğin yürüme ve konuşmayı öğrenmesiyle birlikte bu bağımlılık azalmaya başlar ancak bebek yine de onları hatırlatacak bir nesne ile ilişki sürdürür. Bu kimi zaman bir emzik olur, kimi zamansa favori battaniyesi… Biraz daha büyüyüp okula başlayan çocuklar ise bu durumu dış dünyaya adapte olmayı kolaylaştırmak için etkili bir yol olarak görür. Çocuklar dış dünyaya alıştıkça nesnelere olan bağımlılığı da giderek azalır. Ancak bu durum bebeklikten başlayarak 8- 9 yaşlarına kadar devam ederse, uzman bir doktordan görüş almak çok önemlidir.

Bağımlılık anne karnında başlamış olabilir 

Bir kadın anne olacağını duyduğu andan itibaren hayat bambaşka bir anlam kazanır. Karnının içinde büyümeye başlayan mucizeye sürekli dokunmak istemesi ve temas kurması bu yüzdendir. Ancak sevgisini göstermek ve sağlıklı bir bağ kurmak için yapılan karna dokunma davranışı bebekte nesne bağımlılığına yol açabilir. Çünkü her an annesini hissetmeye alışan bebek, doğduktan sonra onun yokluğunu bir nesneyle doldurma ihtiyacı hissedebilir. Dolayısıyla anne adayları içgüdüsel olarak yaptığı karna dokunma hareketini, sadece sevmek istedikleri zaman yapmalıdır ki, bebeği nesne bağımlısı olmasın.

Bebeklerde en sık rastlanılan nesne bağımlılığı emziklerle ilgilidir. Ebeveynleri en çok endişelendiren konuların başında da bebeğin emziğine duyduğu aşırı ilgi gelir. Çünkü uzun süreli emzik kullanımları hem bebeğin diş sağlığını ve yapısını hem de konuşma becerilerini olumsuz etkiler. Bu noktada ailelerin benimsemesi gereken tutum ceza veya tehdit yöntemi olmamalıdır. Sabırlı davranmalı, ilgisini başka yöne kaydırmak için çeşitli yollar tercih edilmelidir.

Yazının Devamını Oku

Beyin Yorgunluğuna Karşı Neler Yapılabilir?

17 Temmuz 2019
Beyin yorgunluğunda en çok karşılaştığımız şikayetler, unutkanlık, odaklanamama, konsantrasyon eksikliği, algılama eksikliği, öğrenme ve ezberleme zorlukları, beyinde ağırlık hissi, dikkatsizlik, tahammülsüzlük ve çabuk sinirlenme gibi belirtilerdir. Peki beyin yorgunluğuna karşı neler yapılabilir?

Stres faktörlerinin yok edilmesi: Kişide kronik stres oluşturan durumlardan uzaklaşılmalıdır.

Çalışma şartlarının iyileştirilmesi: Hasta bina sendromu gibi sağlıksız çalışma ortamlarından uzak durulmalıdır. Çalışanların fiziksel sağlığı kadar ruh sağlıkları da düşünülmelidir. Havasız mekanlarda insanların adeta tıkış tıkış çalıştırılmasına engel olunmalıdır.

Spor aktiviteleri: Günlük düzenli spor aktiviteleri, beyin yorgunluğunu önlemede önemli bir etkendir.

Enstrüman çalma: İş aktiveleri arasında ya da sonrasına herhangi bir müzik aleti ile uğraşmak beyni dinlendiren bir eylemdir. Dinlenme aralarında enstrüman çalmak öğrenme kapasitesini önemli düzeyde arttırabilir.

Tatil ve dinlenme aktiviteleri: Hiç şüphesiz ki, yoğun iş aktiviteleri arasında tatil ve dinlenmeye zaman ayrılmalıdır. Tatil yapmadan sürekli çalışmak beyin yorgunluğuna neden olur. Ancak ülkemizdeki tatil anlayışının pek olumlu olduğu söylenemez. Çalışanlar yılda bir sefer 1 aylık tatil yerine, yılda 4 defa 1 haftalık tatiller tercih etmelidir. Zira bir aylık tatilin yarar yerine zararı olduğunu düşünmekteyim. Çünkü kişiler önce tatil öncesi işten kopmakta sonra da tekrar işe alışıncaya kadar zaman geçmektedir. Böylece 1 aylık tatil neredeyse 2 aylık bir performans kaybına neden olmaktadır. Kişi uzun süre işinden ayrı olduğu için tekrar döndüğünde bir süre adaptasyon sorunu yaşamaktadır. Halbuki üçer aylık çalışma takviminden sonra birer haftalık dinlenme periyodu kişileri işinden koparmadan dinlenmelerini sağlamaktadır. Sınavlara hazırlanan öğrencilerin düzenli aralar vermeleri ve aralarda spor, müzik gibi aktiviteler yapmalarını önermekteyim. Sürekli ara vermeden ders çalışmak, başarıya giden yol değildir. Uykudan feragat etmeden düzenli dinlenme aralarıyla sınavlara hazırlanmalıdır.

Beslenme tarzı: Başta somon ve sardalya olmak üzere balık ve balık ürünleri, ıspanak, fındık, ceviz, badem, çilek, çekirdekli kuru üzüm beyin yorgunluğuna karşı iyidir. Yeşil sebzeler, böğürtlen, yaban mersini, üzüm suyu, karadut suyu, kepekli pirinç, sıcak kakao ya da bitter çikolata beyin yorgunluğuna iyi gelen gıdalardır. Aynı şekilde çay ve kahve de çok faydalıdır. Yapılan 10 yıllık bir araştırmada çay ve kahvenin alzheimeri %50 düzeyinde önlediği anlaşılmıştır. Akşamları yatmadan önce bir elma yemeyi alışkanlık haline getirmekte fayda vardır. Elma uyku esnasında daha sağlıklı beyin dinlenmesi sağlar.

BEYİN YORGUNLUĞUNA KARŞI BEYİN RESETLEMESİ

Son yıllarda bilim adamlarının, düzensiz beyin fonksiyonlarını normalleştirecek ve aynen bir bilgisayar gibi resetleyerek, duygu, düşünce, hareket ve hafıza gibi birçok beyin fonksiyonunu normal hale getirecek bir tedavi uygulaması (TMS) geliştirmişlerdir. Buradaki amaç, TMS (transkranial manyetik stimülasyon) ile beyine zararsız şok manyetik uyarılar göndermek ve böylece beynin hastalanmadan önceki sağlam durumuna dönmesini sağlamaktır.

Yazının Devamını Oku

Beyin Yorgunluğu Nedir, Belirtileri Nelerdir?

12 Temmuz 2019
Beyin yorgunluğunda en çok karşılaştığımız şikayetler, unutkanlık, odaklanamama, konsantrasyon eksikliği, algılama eksikliği, öğrenme ve ezberleme zorlukları, beyinde ağırlık hissi, dikkatsizlik, tahammülsüzlük ve çabuk sinirlenme gibi belirtilerdir.

Yeni şeyler öğrenmede problem vardır. Beynin kayıtlama merkezi Alzheimer’deki gibi bozulmamıştır ancak yeni bellek kaydında gecikme ve zorlanma vardır. Okuduğu şeyleri anlamak için tekrar tekrar okumak zorunda kalınır. Kitabın bir sayfası okunurken, bir önceki sayfaya sık sık bakılır. Ezber yapmak zorunda olanlar için daha da farklı bir sıkıntı vardır. Bunun için her zamankinden daha çok zaman harcanır.

BEYİN YORGUNLUĞUNUN EKONOMİYE YANSIMALARI

Beyin yorgunluğu, hiç şüphesiz gerek bireysel gerekse milli ekonomiye de çok zararlar verir. Kişilerin verimliliği düşer. Yeni şeyler üretmek nerdeyse imkansız hale gelir. Sorunlara pratik çözümler getirilemez. Analitik ve çözümleyici düşüncelerde olumsuz etkilenmeler olur. Yatırım ve bütçe planlamalarında hatalar yapılır.

Her zaman başarılı bir grafik çizen bir yönetici, beyin yorgunluğuna maruz kaldığında, performans düzeyi hızla düşmeye başlar. Kişi kendisindeki değişiklikleri fark eder ama çoğu zaman adlandıramaz. Bunun bir rahatsızlık olduğunu düşünmez. Bazen de mevcut performans düşmesi yaşlanma gibi nedenlere bağlanarak kılıf bulunmaya çalışılır. Sonuçta firmanın atılımları durur. Rakipleri öne çıkmaya başlar.

Çalışanlar için de aynı şeyler geçerlidir. Kişisel üretim düşer. Çalışanın arkadaşları ile olan ekip ruhu ve diyaloglarında zedelenmeler belirmeye başlar. Daha sinirli ve alıngan olunur. Motivasyon düşer, her kademede genel bir isteksizlik meydana gelir.
Öğrencilerde de durum farklı değildir. Daha önce başarılı olan öğrencinin notları tedricen düşmeye başlar. Anne ve baba bu değişiklikleri er geç fark eder ve panikleme olabilir. Ebeveyn görülen olumsuz değişikliğe bir anlam veremez ve kendilerine göre nedenler aramaya başlarlar.

BEYİN YORGUNLUĞU SEBEPLERİ NELERDİR?

Kronik stres:

Yazının Devamını Oku

Kadın ve Erkek Beyni Arasındaki Farklar

25 Haziran 2019
Çeşitli davranış araştırmaları, beyindeki bazı cinsel farklılıkların daha bebek ilk nefesini almadan ortaya çıktığını göstermektedir. Yıllar boyunca, davranış bilimciler konu oyuncak seçimine geldiğinde kız ve erkek çocukların farklı eğilimler gösterdiğini kanıtlamışlardır.

Erkek çocuklar daha ziyade top veya araba gibi oyuncaklara yönelirken, kızlar daha tipik bir şekilde oyuncak bebeklere uzanmaktadır. Ama bu farklılıkların kültürel mi olduğu, yoksa beynin biyolojik farklılıklarından mı kaynaklandığı şu ana kadar söylenememiştir.

Erkek ve kadın beyinleri arasındaki farklılıklar daha çok duygu, dil, mekân içindeki görüş yeteneği, hafıza, hatta koku alma duyusunda kendini gösteriyor. Örneğin aynı dergi tezgâhının önündeyken, duygusal yönü ağır bastığı için kadın beyni aşk, güzellik ya da ebeveynlikle ilgili yayınlara yönelirken, sistemleri çözüp keşfetmeye yönelik erkek beyni, bilgisayar, otomobil ya da tamir gereçlerine ilişkin dergilere yoğunlaşıyor.

Cinsel açıdan anatomi farklılığı olduğu bilinen diğer bir beyin bölgesi de, kısa süreli hafıza ile alakalı olan ve fiziksel ortamın uzamsal haritasını belirlemekte kullanılan “hipokampus”tur. Yapılan araştırmalarda, kadınlarda hipokampusun erkeklerinkine oranla daha büyük olduğu gözlemlenmiştir. Bu anatomik farklılıklar, erkek ve dişilerin yön bulma becerilerindeki farklılığı açıklayabilir. Yapılan araştırmalar, erkeklerin uzamsal mesafeleri tahminen ölçerek, kadınların ise yer işaretlerini kullanarak yön bulmaya eğilimli olduklarını ortaya çıkarmıştır.

Bununla beraber Cambridge Üniversitesi tarafından 82 kişi üzerinde uygulanan bir testte, erkeklerin yüzde 17'sinin kadın beynine, kadınların yüzde 17'sinin ise erkek beynine sahip olduğu, hatta az bir kısmının da dengeli beyin özellikleri gösterdiği ortaya çıkmıştır. Bu sonuç erkek ve kadınlar arasındaki eşcinsel yönelimleri de izah etmektedir.

Aşık olan kadınlarda, fonksiyonel MRI incelemeleri sonucunda kaudat nukleusta, septumda ve parietal kortekste aktivite artışı izlenirken aşık olan erkeklerde ise sadece vizüel kortekste aktivite artışı söz konusudur. Bu durum aşık olan kadınlarda daha çeşitli ve yoğun beyin aktiviteleri olduğunu göstermektedir. Bu yüzden aşk travması geçiren kadınlar, erkeklerden daha zor ve güç normale dönerler. Diğer bir deyişle kadınlar, erkeklere göre daha kuvvetli aşk acısı yaşarlar.

Erkek ve kadın beyinleri aynı duygusal malzemeyi farklı farklı hafızaya almaktadır. Nitekim korku ve duygusal faaliyet durumlarında, erkeklerde sağ, kadınlarda ise sol amigdalanın aktif olduğu belirlenmiştir.

Yine başka bir araştırmaya göre, erkeklerde serotonin üretiminin kadınlara oranla yüzde 52 daha fazla olduğunu gösterilmiştir. Bu araştırma kadınların erkeklere oranla depresyona neden daha eğilimli olduğunu da açıklamaktadır. Depresyon ve psikolojik sorunlar nedeniyle kadınlar daha çok hekime müracaat ederler. Bunun bir nedeni de kadınların sorunlarının farkında olması ve çözüm aramaya daha istekli olmalarıdır.

Yazının Devamını Oku

Erkek ve Kadın Beyinleri Nasıl Çalışır?

25 Haziran 2019
Erkek ve kadın beyinleri, temel fonksiyonlar açısından bir hayli benzer olsa da bilim dünyasındaki yaygın teoriler, erkek beyninin daha çok analiz ve keşfe yönelik “sistematik” bir yol izlediğini; karşısındakinin ruh halini erkeklerden çok daha kolay anlayabilen kadın beyninin ise “empatik” bir karakteri olduğunu gösteriyor.

Tesadüfen okuduğum bir feminist yazarın esprili bir dille “erkekler için kişisel gelişim, tuvalet eğitiminden sonra biter” yazısı epeyce bir ilginç gelmiş ve gülümsemiştim. Tabii ki, erkek beyni kadın beynine göre daha hassas, empatik ve duyarlı olmamasına rağmen kişisel gelişimin 3-4 yaşlarından sonra durduğu iddiası, oldukça abartılmış ve mübalağa edilmiş bir konudur. Çünkü her ne kadar matematiksel-dinamik zeka (IQ) doğuştan gelen özellikler taşısa da, duygusal zeka-sosyal zeka(EQ=Akıl) yaşla beraber sürekli tekamül eden, gelişen bir karakter izler.

ERKEK VE KADINLARDA BEYİN AĞIRLIĞI

Genel kural olarak gelişmiş hayvanların beyinleri basit yapılı hayvanlarınkinden, iri yapılı hayvanların beyinleri de küçük hayvanlarınkinden daha büyük ve karmaşıktır. Ama beyin büyüklüğünün zekâ ile hiçbir bağlantısı yoktur. İnsanlarda yetişkinlerin beyinlerinin çocuklarınkinden, erkeklerin beyinlerinin kadınlarınkinden biraz daha büyük olmaları yalnızca yaş, vücut ağırlığı ve cinsiyet farkından kaynaklanır. Bir beyine bakarak, onun bir kadına mı yoksa erkeğe mi ait olduğuna karar veremezsiniz, çünkü aralarında şekil olarak gözle görülür büyük bir fark yoktur. Ancak her iki cinsiyetin beyinleri arasında ortalama bir büyüklük ve ağırlık farkı vardır. Kadınların beyni, erkeklerinkinden yaklaşık yüzde 10 daha küçüktür. Ortalama yetişkin bir kadının beyin ağırlığı 1250 gram, erkeğin beyninin ağırlığı ise 1375 gramdır. Ancak dikkat edilmesi gereken en önemli husus, kadınların vücut ağırlıklarının da erkeklerden yüzde 10'un üstünde bir oranla hafif olmasıdır. Yani kadının beyninin vücuduna oranı yaklaşık yüzde 2,5 iken erkeğin yüzde 2,2'dir. Sonuçta kadınlar vücutlarına oranla daha büyük bir beyne sahiptirler. Bu noktadan baktığımızda “erkeğin beyni kadınınkinden daha ağırdır” demek, olaya yüzeysel yaklaşmaktır. Zira önemli olan beyin ağırlığının, vücut ağırlığına oranıdır.

ZEKA, BEYİN AĞIRLIĞINA YA DA KIVRIMLARA MI BAĞLI?

Beyin ağırlığı, zekâ için bir gösterge değildir. Yunusun beyni ortalama 2270 gram ağırlıkta olup insanınkinden yaklaşık 1,66 kat daha ağırdır. Ancak bu, yunusların insanlardan daha zeki oldukları anlamına gelmez. Beyin ağırlığı ile zekâ orantılı olsaydı 5 kiloluk beyni ile fil karadaki hayvanların hepsinden, 9 kiloluk beyni ile balina tüm canlılardan daha zeki olurdu. İnsan beyninden 7 kat daha ağır olan balina beyni, kendi vücudunun 40 binde biri kadardır.

Beynin kabiliyeti, bazı bilim adamlarının iddia ettiği gibi kıvrımlarının sayısına da bağlı değildir. Zira bazı balıkların beyin kıvrımlarının sayısı insan beynindekinden daha fazladır. Dolayısıyla zekâ ve algılama beyindeki kıvrımların sayısı ve yoğunluğu ile de ölçülemez. Asıl hadise nöronlar arası bağlantıların (snapslar’ın) azlığı ya da çokluğudur. Beyin ağırlığı ve kıvrımları ne olursa olsun zekayı esas belirleyen husus snapsların yoğunluk özellikleridir. Her ne kadar IQ, genetik yani doğuştan özellikler taşır, ancak EQ, zamanla gelişebilir, şartlara göre değişebilir ve tekamül edebilir, bu nedenle sonradan IQ geliştirilemez dense de ben aynı fikirde değilim. Zira IQ de, EQ kadar olmasa da beyin egzersizlerine ve çalışmaya bağlı olarak gelişip yükselebilir. Nasıl ki, kaslara yönelik spor aktiviteleri, kasları geliştirip, hacmini büyütebiliyorsa, aynı şekilde beyinde de kullanmaya bağlı olarak snaps yoğunlukları giderek artabilir ya da azabilir. Böylece IQ dediğimiz dinamik-matematiksel zeka da olumlu veya olumsuz değişebilir mahiyettedir.

Diğer taraftan nöronlar arası bağlantı yani sinaps ağı açısından kadınların beyni daha komplekstir. Bu yapı sayesinde, kadınlar bir konuya birçok farklı açıdan bakabilirken, erkekler maalesef bir iki yönden konuyu irdeleyebilirler. Kadınların beyni işlevsel açıdan çok daha iyidir. Örneğin sohbet esnasında; erkeklerin beynindeki kategori konularından sadece bir tanesi açılır ve saatlerce o konu etrafında konuşurlar, yani elektronikten konuşurken sohbet bir süre sonra başka bir konuya gitmez. Bir konu diğeriyle bağlantılı değildir. Kadınlar ise bir konuda konuşmaya başlayıp olayı her şeyle bağlantılı hale getirebilirler. Tek bir konudan başlayıp sonra saatlerce konudan konuya geçebilirler. Dolayısıyla daha renkli ve zengin bir bakış açıları olduğunu söylemek mümkün.

Yazının Devamını Oku

Beyin Yarım Küreleri Özgürlüğünü İlan Ederse, Ne Olur?

29 Mayıs 2019
Deniz kenarında bir çay içerken manzaranın güzelliğine mi odaklanırsınız yoksa arka masada oturan adamın peşinize düşmüş bir ajan olup olmadığına mı?

İnsana inanılmaz gelebilir ama genellikle bu karar, dış dünyadaki koşullardan bağımsız olarak beyninizde olup bitenlerin bir yansımasıyla gerçekleşir. Beyin sağlığının, hayatı algılayış şeklimiz üzerindeki etkilerini birçok kez vurgulamışımdır. Elbette, “Manzara her zaman büyüleyici görünür” ya da “Kimseyi ajan takip etmez” demiyorum. Ama bazen gerçekler ve hayaller öylesine birbirine karışır ki ipin ucunu yakalayıp çözemezsiniz. Eğer gözünüzün önünde canavarlar, kafanızın içerisinde kimsenin duymadığı sesler varsa, herkes gibi “Normal” davranmanız da mümkün olmayacaktır. Sağlıklı bir insanın görüp algıladığı dünya ile bir şizofreni hastasının hayatı kavrayışı ve verdiği tepkiler bambaşkadır. Yunancadan gelen şizofreni kelimesi bu “Bölünmüş aklı” ve kendine özgü hayat algısını vurgular.

Peki, beyin yarım küreleri, bağımsızlığını ilan ederse ne olur?

Ne mi olur?! Tabii ki, en başta şizofreni olur…Beynin her iki yarım küresi özgürlüklerini ilan ettiğinde, beyin yarım küreleri bir konsensüs ve denge sağlamadan her biri ayrı telden çalmaya başladığında ortaya düşünce karmaşası ve muhakeme kaosu çıkar. Yani biri mersine gidiyordur, öbürü tersine…

Özgürlüğün Sonu Şizofreni mi?

Şizofreninin; duygu, düşünce ve davranışlarda anormal sapmalarla ortaya çıkan ruhsal bir hastalık olduğunu hemen hemen hepimiz biliriz. Şizofreninin nasıl oluştuğu uzun yıllar bilim insanlarının araştırma konusu olmuştur. Bilimin henüz gelişmediği zamanlarda düşünceler biraz farklıydı. İlk zamanlar baskın beynin daha fazla çalışmasından, sol ya da sağ beynin diğerine göre anormal düzeyde farklılık oluşturmasından kaynaklandığı düşünülmüştür. Sonraları bunun böyle olmadığı anlaşılmış ve şizofrenlerde sağ ve sol elin şaşılacak düzeyde, neredeyse eşit oranda kullanıldığı fark edilmiştir. Bu durumda beynin bir hemisferi baskın olamaz. Dolayısıyla eşitliğin işe yaramadığı ve problem oluşturduğu tek yer beyindir. Bir bakıma sağ ve sol beynin dengeli olması insanı dengesizliğe götürmektedir. Yani bir manada beyin hâkimiyetinin, sağ ve sol beyin arasında paylaşılamaması, aynı işe iki beynin de karışması söz konusudur. Dolayısıyla ortada bir baskın olma değil, baskın olmama hususiyeti vardır. Sağ ya da sol hemisferin ikisinden birinin baskın olması, beyin fonksiyonlarını düzene sokmaktadır. Ancak her iki taraf birbirlerinden bağımsız olarak aynı işi yapmaya kalkıştıklarında problem başlamaktadır. Newton'un “Herkesin işi, hiç kimsenin işidir.” sözü tam da bu bozukluğu açıklar niteliktedir. Şizofrenide beynin herhangi bir tarafı daha baskın olmadığı için, sağ ya da sol el baskınlığı da olmamaktadır. Bu yüzden sağlaklığı ya da solaklığı bir eksiklik değil, aksine normallik olarak değerlendirmek gerekir. Hatta her iki elini eşit derecede kullananların birazcık risk altında olduklarını bile söyleyebilirim.

Bu noktada beynin hem sağ hem de sol lobunu, kısacası bütünsel olarak beynin her yerini mükemmel kullanan dâhilerde ve lider kişilerde, sağ ve sol beynin her an bağımsızlıklarını ilan etmeleri tehlikesi vardır. Bu nedenle “Dâhilik ile delilik arasında ince bir çizgi vardır’’ sözünü ciddiye almak gerekir. Bu hususu biraz açmak istiyorum. Lider beyinler, sağ ve sol yarım küreyi çok iyi kullanan, daha doğrusu beyinlerinden bir bütün olarak maksimum yararlanan kişilerdir. Bu nedenle lider beyinler, sahip oldukları üstün meziyetlerle şirketleri ya da ülkeleri yönetmeye aday olsalar da, bunların azcık yörüngeden çıkma eğilimleri vardır. Tabii ki burada hırs, hareketlilik ve coşku gibi duyguları kamçılayan dopamin’in de rolü olduğunu inkar edemeyiz. Dopamin öyle bir madde ki; azlığı da çokluğu da başa bela… Dopamin eksikliğinde Parkinson hastalığı zuhur ederken, fazlalığı illüzyonlar, halisünasyonlar, kuşkucu-şüpheci davranışlar, sanrı ve hezeyanlarla insanı psikoza doğru yolcu edebilir.

Enteresan bir konu da şizofrenlerde el-göz uyumsuzluğudur. Toplumda kişiler aynı taraftaki el ve gözlerini kullanmaktadırlar. Sağlaklarda sağ, solaklarda da sol göz baskınlığı mevcuttur. Hâlbuki şizofrenlerde genellikle çapraz baskınlık söz konusudur. Şizofrenlerde eli sağ, gözü sol veya eli sol, gözü sağ olanların sayısı epeyce yüksektir. Bu durum olay psikoza gittiğinde, iki beyin arasında görev dağılımının ve koordinasyonun bozulduğunu göstermektedir.

Yazının Devamını Oku

Bir Robotla Evlenmek İster Misiniz?

14 Mayıs 2019
Hayata karşı son derece açık görüşlü olan arkadaşıma “Bir robotla evlenir misin” diye sordum. Biraz düşünüp, “Mutfak robotu ile evlenmem” dedi. Bizim aramızda espri yaptığımız bu konunun ilerleyen yıllarda ciddi bir sosyal problem olarak gündeme oturması hiç de uzak bir ihtimal değil.

Bilimsel araştırmaların öncelikle hastalıklarla mücadeleye yoğunlaştığını biliyoruz. İnsanlık olarak amacımız, sağlığı bozulan insanları eski sağlıklı günlerine döndürmek. İnsan bedeni, öyle gizemli ki, bozulan en ufak doku ya da organı düzeltebilmek ve tüm bedeni eskisi gibi sağlıklı çalışan bir hale geri getirebilmek her konuda zor olsa da özellikle psikiyatri alanında iş biraz daha karmaşıklaşıyor. Eğer pek çok hastanın tedavi sürecinde yer alırsanız, insan zihninin ve duygularının karmaşıklığı karşısında her gün yeniden şaşkınlık hissedersiniz. Bir hasta size, “Eşimle kavga etmek istemiyorum” dediğinde kendinize sorarsınız. “Sağlıklı olmak sadece sakin olmak anlamına mı gelir?” ya da “Bir kadın eşine daha güler yüzlü davrandığında gerçekten kendini daha mutlu hissetmekte midir?” Bu noktada, hem hastalar hem de hekimler çok dikkatli davranmak zorundadır. Aksi takdirde reçete ettiğiniz ilaçlar, sadece hastanın içinde kendini mutsuz hissettiği bir yaşamda, durumu biraz daha uzun süre başarıyla idare etmesine yarar. Oysa bir hekimden ve gelişen psikoloji, psikiyatri ve ileri teknoloji cihazlardan beklenen esas katkı, kişiye sorunların üstesinden daha güçlü bir şekilde gelebilmek konusunda destek sağlamak, yöntem öğretmek ve bu süreçte bedende gerekli iyileşmeyi sağlayabilmek için ilaçları ya da diğer tedavileri kullanmaktır. Yani zannedildiği gibi kimyasalları, “mutluluk” dediğimiz şeyi suni olarak üretmekte kullanmayı hedeflemiyoruz.

Biz doktorlar çok iyi biliyoruz ki, duygular ve hazlar konusunda ne zaman işin kolayına kaçmaya kalksak, aslına hiç benzemeyen kötü taklitler ve ilaç bağımlılıkları ortaya çıkar. Buradan hareketle belki beyinde ilk kez âşık oluyormuşuz hissi, mutluymuşuz hissi, cesurmuşuz hissi oluşturabiliyoruz ama kendimizi değiştirmeden duyguları suni şekilde değiştirdiğimizde yaptığımız şeyin ismi çoğu zaman kendimizi kandırmak oluyor. Haz duygusunu artırmak için peşine düşülen bu “ekstra” arayışları ne olur, beyin kimyası bozulmuş bir insana ilaç tedavisi yapmakla eşdeğer tutmayalım! Kaldı ki ben ve benim gibi pek çok hekim arkadaşım, gereksiz ilaç kullanımına bile karşıyız ve TMS gibi ilaç kullanmadan aynı olumlu sonuçları verebilen farklı tedavileri dikkatli şekilde takip edip kliniklerimizde dünya ile eş zamanlı olarak uyguluyoruz.

Nörolog olarak, sevdiklerinize sarılmak oksitosin hormonunu artırır deriz. Sevgiyi hissetmek endorfin hormonunu çoğaltır. Aşk ise çoğu kişide manik-depresif belirtilere benzer davranışlar meydana getirir. Biz, bilimsel kaynaklara dayanarak günlük yaşamın arkasındaki nörolojik süreçleri anlatmaya uğraşırken; uzak gelecekte belki de daha yakın gelecekte robot teknolojileri sosyal hayatı oldukça sarsacağa benziyor. Robot teknolojileri daha şimdiden silah sanayisinden tutunda endüstrinin her alanına kadar hayatımıza girmiş durumda..

Sağlık alanında da gün be gün artış gösteren robotik cerrahi girişimleri bir kenara robotik uzuv teknolojileri de her geçen gün daha da gelişmekte. Robotik protezler daha şimdiden başarı ile kullanılabiliyor. Günlük hayatımızda sık sık robotik teknolojili kol ve bacak uygulaması yapılmış insanlar görebiliyoruz. Belki de ilerde böbrek ve karaciğerin yerini tutabilecek gelişmiş elektronik protezler geliştirilebilecek ve insan sağlığına çok ciddi katkılar sunabileceğiz. Yine belki de bir kısım organları elektronik devreli protezler olan yarı insan yarı robot insanlar aramızda dolaşabilecek.

Robotik uzuv teknolojilerinde asıl konu, düşünceyi algılayıp harekete dönüştürecek elektronik devreler geliştirebilmek. Şimdilik zor gibi görünen bu problem çözüldüğünde, robotik protezlerde adeta bir devrim yaşanacak.. Diğer taraftan asıl problem beyin; çünkü beyin nakli imkansızın da ötesinde ve beynin ömrü de en fazla 120 yıl.. gelişen sağlık teknolojileri ile insan ömrünü ne kadar uzatırsak uzatalım en fazla 120 yaşına gelindiğinde demansdan kurtuluş yok.

Neyse biz robotik uzuv teknolojilerini bir kenara bırakıp asıl konumuz olan insan taklidi robotlara dönelim…

Evet, ilerde üst düzey gelişmiş, her türlü bilgi ile donatılmış insanımsı robotlarla evlilikler mümkün olabilecek mi?

Yazının Devamını Oku