Teşhis yanlışsa tedavi de yanlış olur

CUMHURBAŞKANI Recep Tayyip Erdoğan, önceki gün imam hatipli gençlerle buluştu ve konuşmasında “En büyük zararı kendi dininden olan insanlara veren, sadece masum insanları hedef alan terör örgütlerinin hepsi de proje ürünüdür” dedi.

Haberin Devamı

Cumhurbaşkanı’na göre “DAEŞ, El Kaide, Boko Haram, Eş Şebab gibi taşeronlar, Müslümanların sıkıntılarını ve hassasiyetlerini istismar ederek, İslam’a karşı yürütülen kampanyalara malzeme üretiyorlar”!

 

Cumhurbaşkanı, bir Müslüman olarak, bu tür terör örgütlerini “İslam dışı” olarak görüyor.

 

Bu da anlaşılabilir bir şey.

 

Ancak, burada önemli bir hata da var: Bu tür örgütleri, “İslam’a karşı yürütülen kampanyanın proje ürünü” olarak nitelemek, böyle tanımlamak, sorunun gerçek nedenlerini gözden kaçırmaya da neden oluyor.

 

Bu örgütler, İslam’a karşı kampanya yürütmek için mi kurduruldu, yoksa bu örgütlerin faaliyetleri nedeniyle Batılı, kendi halinde insanlar İslam’dan korkar oldu?

 

Haberin Devamı

Teşhisi doğru koyamazsanız, tedaviyi de doğru yapamazsınız.

 

Bu örgütler ortaya çıkmadan önce, İslam’a karşı yaygın bir korku var mıydı?

 

Yoksa “gerçek İslam’ı” kendilerinin temsil ettiğini iddia eden bu örgütlerin faaliyetleri nedeniyle mi İslamofobi büyüdü?

 

Doğru yanıt ikincisi olmalı.

 

Evinde oturmuş, çoluk çocuk akşam yemeğini yerken, televizyon haberlerinde insanların boğazlarını kesen, kız çocuklarını kaçırıp satan, camilere canlı bomba olarak girip yüzlerce kişiyi öldürenleri izleyen sıradan Batılı ne düşünür?

 

“Proje ürünü” diye komplo teorilerine sarılmadan, gerçeğin kendisini kabul etmek ve onunla mücadele etmek gerekiyor.

 

Gerçek şu ki, bu örgütlerin ortaya çıkışı, İslam’ın özel bir yorumundan kaynaklanıyor.

 

Ve o yorumu gerçek İslam olarak kabul eden kitlelerin varlığı da bir sır değil.

 

Haberin Devamı

Müslümanlara düşen, bunu görmezden gelmek değil, bunun yanlışlığını ortaya koymaktır.

 

HER TÜRK ‘SORUŞTURMAYI’ TADACAK!

 

OCAK ayında Kanal D’de yayınlanan Beyaz Show’a telefonla katılan ve adının “Ayşe Öğretmen” olduğunu söyleyen bir izleyici şöyle konuşmuştu:

 

“Ülkenin doğusunda yaşananların farkında mısınız? Burada yaşananlar ekranlarda çok farklı aktarılıyor. Sessiz kalmayın.
İnsan olarak biraz daha hassasiyetle yaklaşın. Görün, duyun ve artık bize el verin. Yazık, insanlar ölmesin, çocuklar ölmesin, anneler ağlamasın! Ben öğretmenim, öğrencilerini terk eden öğretmenlere seslenmek istiyorum. Bir daha oralara nasıl dönecekler, o güzel, masum, tertemiz yürekli çocukların yüzüne, gözlerinin içine nasıl bakacaklar.”

 

Haberin Devamı

Bu sözlerin söylendiği günün ertesi sabahından itibaren de tam bir linç kampanyası izledik.

 

Bir yandan sosyal medyadaki paralı troller, diğer yandan devlet ilanlarıyla beslenen medya hücuma geçti, Beyaz ve Kanal D işlemedikleri bir suç yüzünden özür dilemek zorunda bile kaldı.

 

En son olarak da Ayşe Öğretmen’e desteklerini açıklayan 30 aydın hakkında bir dava açıldı.

 

Suçlama artık çok klasik: Terör örgütü propagandası yapmak!

 

Operasyonların başlaması ile programın yayınlandığı gün arasında, (11 Aralık-8 Ocak) 29 kadın ve 32 çocuk ölmüştü.

 

Kaç kişi açılan ateşin arasında kalıp hayatını kaybetti, kaçı hedef gözetilerek teröristler ya da güvenlik güçleri tarafından vuruldu, kesin olarak bildiğimizi söyleyebilmek mümkün değil.

 

Haberin Devamı

Sebebi ne olursa olsun böyle bir tablo karşısında vicdan sahibi bir insanın üzülmemesi mümkün müydü?

 

Kimse suç ve suçluyla mücadele edilmesin demedi.

 

Kimse, elinde silahla kendini her şeyi yapabilecek zannedenlere karşı devlet sessizce oturup bir kenarda beklesin de demiyor.

 

Ama müsaade edin de orada ölüp giden kendi insanlarımız için de üzülebilelim.

 

Ayşe Öğretmen’in sözlerinin neresinde terörü övmek var, neresinde şiddeti yüceltmek var?

 

Ona karşı girişilen linçe karşı çıkanların hangisi terörü yüceltti, şiddeti övdü?

 

Savcılarımızın bu soruşturma ve dava açma işlerini biraz daha ciddiye almalarında yarar var.

 

Böyle giderse soruşturmaya uğramayan bir tek Türk vatandaşı kalmayacak!

 

Haberin Devamı

KİMSE  CEVAP VERMEZ

 

BİR sorun çıkmaz ve Mülteci Anlaşması’nın gerekleri yerine getirilirse, vizesiz Avrupa gezisine çıkmak isteyenler bir kez daha pasaportlarını değiştirmek zorunda kalacaklar.

 

Çünkü, kullandığımız pasaportlar, AB standartlarında değilmiş, değiştirilmesi gerekiyor.

 

Bununla ilgili haberi dün Hürriyet’te okudum.

 

Bugün kullandığımız bordo ciltli pasaportlar, mavi ciltli pasaportların yerine çıkarılmıştı.

 

Ve bunun üzerinden daha üç yıl yeni geçti.

 

Bir sorum var: Üç yıl önce, Türkiye Cumhuriyeti’ni yönetenler, günün birinde Avrupa’ya vizesiz gidebileceğimize dair bir ümit beslemiyorlar mıydı ki, o tarihte AB’ye uyumlu pasaportlara geçilmedi?

 

Cevap verecek bir yetkili bulamayacağımı biliyorum ama yine de soruyorum.

 

İZNİNİZİ İSTİYORUM

 

Önümüzdeki 12 gün yurtdışında olacağım ve bu süre içinde yazı yazabilme olanağı da bulamayacağım.
Dönüşte yine bu köşede buluşmak üzere hoşça kalın.

 

 

Yazarın Tüm Yazıları