Cesaretin var mı sivilleşmeye?

BAŞBAKAN Ahmet Davutoğlu, en geç iki ay içinde yazımı tamamlanacak anayasanın haziran ayında TBMM’ye sunulacağını açıkladı.

Haberin Devamı

“Bugüne kadar darbe anayasalarına mecbur bırakılmış milletimizin ilk defa sivil bir anayasaya kavuşmasına milletvekillerinin destek vereceğine inanıyorum” dedi.

Başbakan her fırsatta anayasanın “demokratik ve sivil” olacağını söylüyor.

Bu nasıl olacak gerçekten merak ediyorum.

AKP’nin hazırlayacağı yeni anayasanın temel özelliklerinin neler olacağını artık biliyoruz.

* “Türk tipi” bir başkanlık sistemi olacak. Başkan ile milletvekilleri aynı anda seçilecek. Yani TBMM, Başkan’ın vesayeti altında olacak.
* Başkan ülkeyi kararnameler ile yönetebilecek.
* Yargı bir üçüncü güç olarak egemenliği kullanan bir organ olmaktan çıkacak.
* Yürütmeyle “uyumlu” yargı düzeni getirilecek.

Ve böyle bir anayasal düzen “sivil ve demokratik” olacak, öyle mi?

Başbakan da AKP’liler de bilmeli ki bir anayasayı “sivil ve demokratik” yapan şey, onun siviller eliyle yazılmış olması değildir.

Rusya Federasyonu Anayasası’nı da siviller yazdı ama o ülkede ne demokrasiden söz edebiliyoruz ne de “sivil” bir yönetimden.

Sivilleşmeden, sivil yönetimden söz edebilmemiz için anayasanın önceliği, sivil toplumu güçlendirmek olmalıdır.

Haberin Devamı

Yönetimin hesap verebilir olması, yönetimin her aşamasının şeffaflaştırılması gerekir.

Merkezi otoritenin sınırlanması, yerel yönetimlerin güçlendirilerek halkın yönetime en geniş şekilde katılımının sağlanması gerekir.

Bunları yapacak cesaret AKP’de var mı?

Yoksa, bütün bu “sivil anayasa” muhabbetinin arkasında sadece bir tek adam rejimi kurma hayali mi var?


REZA ZARRAB OLAYINI BİR DE BENDEN DİNLEYİN
YANDAŞ medyaya bakacak olursanız, Reza Zarrab’ın ABD’de tutuklanması, Dünya durdukça durmasını istedikleri AKP iktidarına karşı, eski ortakları Fethullahçıların kurduğu bir komplo.

Üzülerek söylemeliyim ki bu arkadaşların hayal güçleri çok zayıf.

Havuzlardan, devlet kuruluşlarının ilanlarından besleniyorlar ama bu sadece şişmanlamalarına yarıyor.

“Büyük fotoğrafı” göremiyorlar, bu da beni haliyle çok üzüyor.

MYYİT’ten aldığım “top secret” bilgileri artık açıklamamın zamanının geldiğini düşünüyorum. MYYİT, adı üzerinde, Mehmet Yakup Yılmaz İstihbarat Teşkilatı ve sadece bana bağlı olarak çalışıyor.

Arkadaşlar, hazır mısınız? Olayın aslı şudur:

İran, Türkiye’nin yükselişinden ve bölgede gerçek bir dünya gücü olmasından acayip tırstı ve bu büyük planı yürürlüğe koydu.

Bunun için önce Reza Zarrab’ı, Şiraz’daki üzüm bağlarının arasına gizlenmiş bir kampta eğitime aldı. (Şiraz üzümlerinin anavatanında şarap yapılamıyor olması da bir başka konu tabii.)

Türkçe öğretti, insanlarla nasıl ilişki kurabileceğini belletti ve sonra bir uçağa koyup Türkiye’ye gönderdi.

Cebine de bir hayli para koymuşlardı tabii.

Sonra ambargoyu delme ve Türkiye’nin cari açığını kapatma görüntüsü altında, Reza’ya altın ticareti yapma emri verildi.

Uçaklar geldi, uçaklar gitti. Dolarlar altına döndü, altınlar da başka şeylere.

Bu aslında tamamen bir gösteriden ibaretti.

Bu ambargo delme faaliyetleri, asıl amacı örtbas etmek için kullanılan bir Fars oyunundan başka bir şey değildi.

Asıl hedef, Türkiye’nin masum, dürüst, kalpleri vatan aşkıyla çarpan AKP’li bakanlarını, genel müdürlerini rüşvete alıştırmaktı.

Böylece, o şahane iktidarın üzerine çamur atılacak, CIA aracılığıyla ortaklar arasına fitne sokularak birbirlerine düşürülecek ve Türkiye’nin uçup gitmesinin önü kesilecekti.

Nitekim öyle de oldu.

Bu güzel insanların çocuklarına olan düşkünlüklerinden yararlandılar.

Çocuklarını “danışman” yapıp maaşa bağladılar ve sonra ayakkabı kutularında, elbise torbalarında, çikolata tepsilerinde rüşvetler el değiştirdi. Evlere para depolamayı öğrettiler, sıfırlana sıfırlana bitirilemeyecek kadar çok parayı hem de!

İsviçre’nin, Müslüman karşıtı Katolik istihbarat servisi aracılığıyla pahalı saatler temin edildi, bakanlara hediye edildi.

CIA da boş durmadı, fitneyi devreye soktu. Ortaklar birbirine düştü, kirli çamaşırlar ortaya serildi.

Meğerse iyi Müslüman olduklarını iddia edenlerin bir bölümü ceplerini doldurmaya çalışırken, öbür bölümü de kumpaslarla masum insanları hapislere tıkmaya çalışıyormuş!

Türkiye’nin önü böyle kesildi!

Ve tabii filmlerdeki gibi “Yaralı asker geride bırakılmaz” kuralı işledi, Reza, Miami uçağına bindirildi.

Gerisini biliyorsunuz.


SES DUVARI
NEW York Manhattan’da yabancı bir devlet adamının protesto edildiğine çok sık tanık oldum.

Genellikle adamın kaldığı otelin önünde toplanırlar, bir tarafta protesto edenler bağırır, çağırır. Diğer tarafta da her zaman destekçiler vardır. Onlar da kendilerince destek sloganları atarlar.

Kimsenin bu duruma müdahale ettiğine de tanık olmamıştım.

Ancak Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın korumaları çok ilginç bir iş yaptılar.

Protestocuların önüne dikilip onlar slogan atarlarken yüksek sesle bir opera sanatçısı gibi “ooooo” diye bağırarak bir ses duvarı yarattılar.

Sanırım, atılan çirkin sloganların Cumhurbaşkanı tarafından da duyulmasını istemiyorlardı.

YouTube’da videosu var. Gerçekten ilginç ve “yaratıcı” bir koruma faaliyeti” olduğunu söylemeliyim.

Yazarın Tüm Yazıları