Çok uzun yollardan geldim sevgili okur…
Bir keresinde hiç unutmuyorum, lise mezuniyetine gitmek için evden çıkmışım. Üstümde bir beyaz ceket; gerçek bir ‘Yılbaşı Özel’ programında sahne almaya hazırlanan Mahsun Kırmızıgül… 400 metre öteden retina parçalıyorum; öyle bir beyaz. Annem taksi çağırmış; kadının o sırada aklı çıkıyor ceketimin bir yerine toz tanesi saplanacak diye… Alelacele kargoya vermeye çalışıyor beni.
Tam bineceğim; orta yaşlarda bir eskici abi geldi; “Koçum bir el atsana şu arabaya, kaldıramıyorum artık. Çok fena oldum sıcaktan” dedi.
Ben bu tip durumlarda şöyle düşünüyorum. Adam önce üstüme başıma, sonra da el arabasının pisliğine bakıp buna ‘rağmen’ böyle bir şey istiyorsa demek ki baya zor durumda olmalı. E o zaman da yardım etmeli.
Bu zamana kadar başka başka oyuncakları da oldu; biliyorsunuz…
Ofis hayatını bırakıp butik otel açtı; ‘Tatlım sen niye kendini kurumsal hayatta, zenginler daha da zengin olsun diye mahvediyorsun?’ diye üstüne üstüne geldi.
“Param yok çünkü” onun için asla yeterli bir cevap olmadı. “Standartlarını düşüreceksin… Ee ben nasıl yapıyorum! Bak…” demekten çekinmezdi zira. Yüzüne de söyleyemezdin ki “Ee anneannenden kalan Topağacı’ndaki evin kirası sayesinde? Onu yemiyor musun?” diye…
Efsane vücut yaptı, üstüne pilates eğitmeni de oldu; “Tabi sen mutluysan böyle kimse bir şey diyemez de… Yüzün çok güzel sonuçta. Böyle sağlıklı sağlıklı yanakların…” demekte hiçbir sakınca görmedi… “Vaktim yok benim senin gibi canımın içi. Mesai filan var benim dünyamda. Onu da geçtim tam zamanlı iş filan… Bildin?” diyemedin tabii yine.
Hepsi bitti, malum son geldi dayandı: “Ne gerek var direnmeye… İçine sinenle evleneceksin abi! Sen neden evlenmiyorsun ki hala?” dedi dudaklarını büke büke… “Allah içine sindirsin canım!” da diyemedin haliyle…
Sırayı ‘gitmek’ aldı… ‘Gitmek’ten daha doğal hiçbir şey yoktu. Konu o da değildi zaten…
Yanlış olmasın; benim anlamadığım şey “Sen niye gitmiyorsun ki?” sorusunun vardığı cüretkar formlar.
Botlarla mı gidecekmişiz Suriyeliler gibi?
Zaten program baya dijitalmiş, biz bilmiyormuşuz. Youtube’ta dört milyondan fazla izlenen videolar filan var. Karakterlerin Instagram takipçileri 1 milyona yürüyor. Çoğumuzun bilmediğine emin olduğum bambaşka bir evren kurulmuş bile… Neler oluyor diye biraz bakayım dedim; çılgın sorularımla baş başa kaldım.
1- NEDEN INSTAGRAM’DA 1 MİLYONA YAKIN TAKİPÇİLERİ VAR Kİ?
Evet, eski yarışmacılardan birinin 850 bin takipçisi var. Adı Nur Erkoçlar. Sabah akşam Bahar Candan konuşuyoruz ama onun takipçi sayısı 200 bin bile olmamış. Sonra diğerlerine baktım, 400 bin 500 bin… Acayip bir yarış varmış meğerse. Bence izleyiciler bu işe bir bilgisayar oyunu gibi bakıyor. Yönetiyorlar yani karakterleri. Hepsinin elinde bir joystick var. Kimsenin çok da sorguladığını sanmıyorum gerçek mi, değil mi? Zaten o dünyayı kuranlar takipçiler… İzlenen mutlu, izleyen durumun farkında; sorun yok.
2- NEDEN KAVGA İZLEMEYİ BU KADAR SEVİYORUZ?
‘Kavga edemeyen, içine atan insanlar kavga izlemeyi sever çünkü’ demişti zamanında bir hocam. Bütün gün taksiciye, patronuna, ev sahibine, annesine, babasına, eşine, çocuğuna karşı yutkunan herkes iç yağ erimeleriyle izliyor buradaki tansiyonu.
3- HEMCİNSİNE ‘KARDEŞİM’ DİYE HİTAP EDEN YENİ KADIN TİPİNİN OLAYI NE?
Bu nalet erkek dünyasında kendini var etmenin yolunun böyle ‘racon’lardan geçtiğini düşünen Seda Sayan modeli. Her daim ‘adam gibi adam’ arayışında… Hemcinslerine bile o kadar çok “Adam olacaksın önce!” demiş ki; her dediğinde ‘kadın’ı nereye fırlattığını da unutmuş.
4- BAĞRINIZI NİYE AÇIYORSUNUZ GENÇLER?
23 Nisan’da çocukların gözlerinden öp…
Kandillerde ilk tebrik mesajını sen at…
Arada sırada ‘İyi geceler’ yaz…
Bir hayranınla fotoğrafını koyup, hayal pompala…
Bu ülkedeki ortalama bir popstarın Twitter hesabında bunlar oluyor.
Son birkaç yıldır can sıkıntısından can vermek üzere şöhretler alemi. Oysa biz tuvalet camlarında sıkışan, kar maskesiyle gece kulüplerinden kaçan bir nesille büyüdük. Kesmiyor yani! Bu ülkenin kaosseverliğinin hakkını vermiyor sizin ‘Hipinize hıyırlı hıftalar’ sıkıcılığınız. Siyasetçilerin bile ‘politik doğruculuğu’ takmadığı bir ülkede ünlüler alemi neden bu konuda bu kadar saplantılı, çekingen ve sıradan ki?
KARAKTER YOK…
Deney ortamından kaçmış klonlar gibi hepsi. Gece eğlenmiyorlar sanırım. O iş bitti. En son ne zaman yapılmıştır acaba magazin programlarında ‘İstanbul gecelerinde bu hafta’ kolajı? Yakalarsan İstanbul’daki bir milyon alışveriş merkezinin birindeki imza gününde yakalıyorsun; o da bilmiyor o sırada neyi, neden imzaladığını. Konuşmuyor, diyecek lafı yok. Varsa da çok çılgın anlaşmaları var yapım şirketleriyle, menajerleriyle… Yani her şekilde karakteri yok.
Hepsine saygım sonsuz, hepsinden öğrenecek çok ama çok şeyimiz olduğuna inanıyorum. Onlar bu koca şirketin en yakından incelenmesi gereken kıymetleri…
Burcu Esmersoy – Hiçbir ürün çıkarmadan sonsuza kadar reklamlarda oynayabilmek
“Abi öyle bir şöhret bulalım ki… Kesinlikle havalı olsun, erkeklerin kankası olsun ama bir yandan da evlenmek isteyeceği bir tip olsun, kadınlar özensin, Avrupai bir tipi olsun.” Klişeden az sonra can verecek bu reklamcı kardeşimizin derdine derman tek bir şöhret var koca ülkede yıllardır: Burcu Esmersoy. O da bunun çok acayip farkında. Öyle ki aynı anda 8 reklamda filan izliyoruz kendisini. Önce tatile giriyor, sonra yorgun düşüyor; vitamine ihtiyacı oluyor. Benim anladığım böyle bir döngüsü var…
Özcan Deniz – Doğurgan proje yaratmanın ve ‘know how’ın önemini anlamak
Ama her son bir başlangıç değil midir zaten?
Elimizde Masum ve Fi gibi çok güzel iki örnek var. Onlar da yasaklar arasında yeşeren kardelenlerimiz bir bakıma… Yıllar sonra balkonda içki içen birini izledik mesela bir dizide... Ve öğrendik ki; insanlar gerçekten de sevişiyorlarmış. Üstelik iki dakika boyunca keman eşliğinde birbirlerine bakmalarına da gerek yokmuş iletişim kurmak için; üç saatte değil 50 dakikada mevzu çok net anlatılıyormuş.
START-UP’I OLSUN, ÇOK KURUMSAL BİR TİP OLMASIN…
Ya bir düşünsenize evlilik programlarının da dijitalleştiğini ve bütün yasaklardan azade olduğunu?
Çok ilginç şeyler yaşamaz mıyız?
‘Çay içmeye çıkmak’ tarih olurdu herhalde. “Tamam detayları birer içki içerek konuşalım…” diyebilirdi mesela çiftler. Bununla birlikte ‘elektriğin uyuşmama’ sebepleri de çeşitlenebilirdi: “Esra Hanım, ocak başındayız, adana söyledik… Beyaz şarap istedi. Benim ailem Adanalı. Nasıl derim ‘Damadınız bu’ diye?”
SSK sevdasına inat; SSK’sı olmayan ama ayda 20 bin lira kazanan freelance yazılımcı kardeşimiz, ortamın kralı olurdu be! Çünkü ortam zaten çok free: “Valla Esra Hanım… Gelecek vadeden bir start-up’ı olsun. 5 yıl içinde yatırım alacağına kesin gözüyle bakılsın. Mümkünse ömrümüzün bir döneminde San Francisco’da yaşayalım. Açıkçası benim damat adayı profilim böyle…”
SENCE NEDEN BOŞAMIŞ OLABİLİRİM?