Leyla Ataman

Astım tedavisinde kortizon korkusu

17 Nisan 2012
KORTİZON deyince tedavisinden ziyade, yan etkileri akla geliyor. Ancak alerjik bronşit ya da diğer adıyla astım ataklarının önlenmesinde en etkin tedavinin kortizon olduğu belirtiliyor.

Peki, iyileşmenin başka yolu yok mu? Alerji Uzmanı Prof. Dr. Yonca Tabak, çocuk astımının, tekrarlayan öksürük, hırıltı, nefes darlığı atakları ile seyreden kronik bir hastalık olduğunu, tekrarlayan nefes alamama durumunun sıklıkla acil servislerde sonlandığını belirtiyor. Çeşitli tedaviler sonunda açılıp evine gönderilen çocukların ise 10 gün geçmeden yeniden sıkışma ve atak yaşadığının altını çizen Prof. Dr. Tabak, öncelikle atakların önlenmesinin çok önemli olduğuna değinerek, bronş yüzeyindeki yanığın iz bırakmasının kalıcı hasarlar oluşturduğunu ve ileri yaşlarda astımın kronikleşebileceğini vurguluyor.

Uygun dozda kullanılırsa yan etki düşük

Prof. Dr. Yonca Tabak, tedavi amaçlı kullanılan kortizonun yan etkileri nedeniyle birçok ailenin korktuğunu, hatta fobi düzeyinde kaçındığını belirtiyor. Ailelerin bilmediği en önemli noktanın, miligram dozunda kullanılan kortizonun, astım tedavisinde sadece ataklar sırasında kullanılmasının gerektiğini söyleyen Prof. Dr. Tabak, kortizonlu ilaçların sprey şeklinde olanlarının, havayolunun sadece yüzeyini tedavi eden mikrogram dozunda, yani tablet kortizonların binde biri dozunda kullanıldığını, kana karışma oranının ise son derece düşük olduğunu söylüyor. Hava yolunun yüzeyinde sadece yüzde 20’sinin emildiğini ve emilen bu miktarın hızlı bir şekilde vücuttan uzaklaştırıldığını sözlerine ekleyen Prof. Dr. Tabak, uygun dozda ve yıllarca kullanıldığında kortizona bağlı olarak yan etki görülme olasılığının son derece düşük olduğunu belirtiyor ve sprey kortizon tedavisinin mutlaka bir çocuk alerjisi uzmanı kontrolünde kullanılması ve kortizonlu ilaçları ailelerin kafasına göre kesip başlamaması gerektiğinin altını çiziyor.

Başka bir tedavi  yöntemi var mı

Prof. Dr. Yonca Tabak, bilinmesi gereken diğer önemli bir konunun ise kortizonlu ilaçların kullanıldıkları sürece etkili olduğunu belirtiyor. Kullanıldığı sürece bronş yüzeyindeki yangının baskılandığını ve atakları önlediğini söyleyen Prof. Dr. Tabak, bronşun o hale gelmesine yol açan alerjinin veya alerji dışı nedenin bulunup tedavi edilmesini öneriyor. 5 yaşından önce alerji testi yapılmaz görüşünün son derece yanlış olduğunu, astım ya da alerjik bronşit tanısı almış her hastanın yaşına göre kandan veya deriden alerji testi yapılması gerektiğinin altını çizen Prof. Dr. Yonca Tabak, çıkan sonucun çocuk alerjisi uzmanı tarafından değerlendirilip çocukta alerjiye sebep olan çevresel ve beslenme önlemlerinin alınması gerektiğini vurguluyor. Prof. Dr. Tabak, tüm bu koşullar sağlandıktan sonra, 3-5 yıl süren dilaltı damla aşı tedavisi ile çocuğun alerjik maddeye alıştırılması sonucu hastalığa kökten çözüm getirebileceğini dile getiriyor.

Yazının Devamını Oku

Dikkat eksikliği günlük yaşamı nasıl etkiliyor

10 Nisan 2012
TRAFİKTE sabırsızca araba mı solluyorsunuz? Tepkisel ve toleranssız davranışlarınız nedeniyle çevrenizle sürekli polemiğe mi giriyorsunuz?

Hiç düşünmeden risk alıp imzalar mı atıyorsunuz? Sürekli stres altında yaptığınız hatalara çözüm mü arıyorsunuz? Kararsızlık içinde bir o yana bir bu yana koşturuyor musunuz? Sabırsızlıkla işler yapıyor ve bu işleri sonuçlandıramıyor musunuz? Bir türlü hayata geçiremediğiniz projeler peşinde mi koşuyorsunuz? Bazen de çareyi madde bağımlılığında mı buluyorsunuz? Tüm bunların temelinde dikkat eksikliği olduğunu biliyor musunuz?
Öğrenme Terapisti Psikolog İnci Özkoray, küçük yaşlarda uzman desteği alamayan, iyileşmesi geleceğe bırakılan, dikkat eksikliği yaşayan kişilerin, ömür boyu bu uyarılarla boğuşmak zorunda kaldıklarını belirtiyor. Özkoray, kural tanımamak, aşırı cesaret, heyecan dengesizlikleri, ruh hali değişkenliği gibi bir sürü sorunun yanı sıra günlük işlerini planlayamama, zamanı yönetememe gibi problemlerle de çok sık karşılaştıklarını vurguluyor. Özkoray, özellikle anaokulu ve ilkokul döneminde gerekli önlemler alınmadığı takdirde, bilimsel destek ve öğrenme gerçekleştirilmediğinde, hiperaktivite ve dikkat ksikliğinin yetişkinlerdeki örneklerini bu tip davranışlarla sıklıkla görülebileceğini söylüyor.

Erken tanı önemli

Çok küçük yaşlarda dikkat eksikliği ve hiperaktivite belirtilerinin ipuçlarını yakalayarak bir uzmana danışmanın ve bilimsel öğrenmenin yanı sıra davranış şeması geliştirmenin önemine değinen Özkoray, ilaç zorunluluğu olan vakalarda da muhakkak özel eğitim programının oluşturulması ve gereken süreç içerisinde çalışmaların mutlaka bilimsel program dahilinde tamamlanmasının şart olduğunu vurguluyor.

100 yıl önce de bu sorun vardı

Hiperaktivite ve dikkat eksikliğinin pek çok kişinin inandığı gibi bilgisayar oyunlarına, TV gibi multimedya ürünlerine bağlamamak gerektiğini söyleyen Özkoray, teknolojinin etkisi ile oluşmadığını, 100 yıl önce de dikkat eksikliği ve hiperaktivitenin var olduğuna dikkat çekiyor. Bu konuda uzmanların soyaçekim ve genler üzerinde durduğunu aktaran Özkoray, dikkat eksikliği ve hiperaktiviteyi bir soğuk algınlığı ya da grip gibi iyileşen bir hastalık gibi görmemek gerektiğini vurguluyor. Doğru ve özenli bir teşhis konulduğunda, öğrenme stratejileri ve uygun davranış biçimleri ile kişinin aynen legastenide (disleksi) olduğu gibi bu sorunla başa çıkmayı öğrenebileceğini belirten Özkoray, stratejisini doğru kuran kişilerin ise bu mücadeleyi zaferle sonuçlandırmasının mümkün olduğunu söylüyor. Özkoray, öğrenme heyecanını taşımak, özgüven ve azimle merdivenleri çıkmak, iç kontrolü güçlendirmek için çocuğun yakın aile çevresinden ve öğretmeninden pozitif, sabırlı, yapıcı bir destek görmesinin çok önemli olduğunu, birçok öğrenme engeline de çözüm olacağına dikkat çekiyor.

Yazının Devamını Oku

Çocuklarda güvenin formülü ailede

3 Nisan 2012
KIZINIZ yemeğini sürekli sizin yedirmenizi istiyor, geceleri sizinle yatmaktan vazgeçmiyor ya da oğlunuz arkadaşlarının doğum gününde bile onlarla oynamak yerine sizin yanınızda durmayı tercih ediyor, kendisine bir şey sorulduğunda yanıt vermek yerine arkanıza saklanıyorsa dikkat edin...

Size bağımlı ve kendine güveni olmayan bir çocuk yetiştiriyor olabilirsiniz.
Uzman Psikolog Yüksel Artar, çocuklarda kendine güven ve bağımsızlık duygusunun gelişiminin önemine dikkat çekerek, “Çocuklarda kendine güven ve bağımsız davranışların gelişimi, ilk üç yaştaki anne-çocuk ilişkisiyle yakından bağlantılıdır. Çocuğun annesinden sorunsuz şekilde ayrılma aşamasına gelebilmesi için, anne-çocuk arasında sağlıklı bağlanma ilişkisi kurulmalıdır” uyarısında bulundu.

Sağlam kişilik kazanımı

Her çocuğun doğduğu andan itibaren sevgiye ihtiyacı olduğunu vurgulayan Artar, “Çocuğun tüm yaşamını etkileyecek güven duygusu, onu yetiştirenlerin ilgi ve sevgi dolu bakımı ve yaklaşımı ile kazanılır. Ancak, çocukların sağlam bir kişilik kazanmaları için aile sevgisi ve desteği kadar bağımsızlık kazanmasına yardımcı olabilecek ebeveyn tutumları da çok önemlidir” diye konuştu.
Yeni doğan bebeklerin ilk aylarda içe dönük olarak yaşadığını hatırlatan Artar, şu değerlendirmeyi yaptı: “Hareketlenme ile yürümeye başlayan bebek, dünyayı farklı açıdan görür, çevresini incelemeye ve keşfe çalışır. Ancak anneyi gözünün önünden her kaybettiğinde endişe duyarak geri döner, sonra tekrar uzaklaşır. Annelerin bu dönemde, çocuğun endişe ile geri dönüşünü şefkatle karşılaması gerekliliği kadar, tekrar uzaklaşmasına teşvik etmesi de o kadar önemlidir. Üç yaşından sonra duygusal ve sosyal olgunlaşma artacağından, çocuk evden ayrılarak anaokulu gibi sosyal bir ortama daha kolay uyum sağlayabilecek düzeye gelir.”

Çocukları anneye “bağımlı” yapan nedenler

* Annenin bilinçli ve bilinçsiz olarak, çocuğun kendisinden uzaklaşmasına izin vermemesi.

Yazının Devamını Oku

Kaymakam Gödekmerdan Bodrum’a müjdeler verdi

28 Mart 2012
“Gitmediğin yer, senin değildir” sözünü ilke edinip, her fırsatta köy ve mahalle gezileri yapmasıyla tanınan Bodrum Kaymakamı Mehmet Gödekmerdan, halkın her zaman en iyiye layık olduğunu söyleyerek Bodrum ve çevre halkını sevindirecek müjdeleri sıraladı.

Son derece modern tasarlanan, 250 yataklı yeni Devlet Hastanesi binasıyla ilgili yer sorununun çözüldüğünü açıklayan Gödekmerdan, Güvercinlik’te yapımı süren arıtma tesislerinin de Mayıs’a kadar yetiştirileceği müjdesini verdi. Ayrıca, muhtarlık binası olmayan köylere tam donanımlı muhtarlık binaların yapımına başlanılacağını ve su şebekelerin yenileme çalışmaları bittiğinde tüm Bodrum’a içme suyu verileceğini ekledi.
Konacık’a kültür merkezi
Kültür ve eğitim alanlarında da çeşitli projeleri hayata geçirecek olan Mehmet Gödekmerdan, “Konacık’ta belediyenin tahsis ettiği bir alana kongre ve kültür merkezi yapılmasını planlıyoruz. Ayrıca, Konacık’ta Endüstri Meslek Lisesi yapılacağının müjdesini de vermek istiyorum” dedi. 
Bodrum’a gelen depremzedelerin her türlü ihtiyaçlarını eksiksiz karşıladıklarını da açıklayan Gödekmerdan, kamuoyunun tepkisini çeken Pina Yarımadası’ndaki çok katlı inşaatla ilgili olarak da ”Pina Yarımadası Bodrum sınırları içerisinde olmadığı için bizim burayla ilgili bir tasarrufumuz söz konusu olamaz” diye konuştu.

EDS ve MOBESE yaygınlaştırılıyor

Bodrum Kaymakamı Mehmet Gödekmerdan, yeni uygulama ile Bitez, Konacık, Torba beldelerinin jandarmadan polis sorumluluk bölgelerine geçirildiğini, kavşaklarda MOBESE kamera sayılarını artırdıkları söyledi. Ayrıca EDS, yani elektronik denetleme sisteminin de işleve gireceğini belirterek, “Mayıs’tan itibaren Bodrum’a emniyet ekipleri takviyesi sağlayacağız. Bölge trafik denetimlerini de artıracağız” dedi.

Emniyet personeline takviye

Şehir içindeki cezaevi kapatılıyor.

Yazının Devamını Oku

Kansere karşı güçlü bitki brokolI filizi

20 Mart 2012
SON yıllarda en önemli sağlıklı gıda gelişmelerinden biri olan ‘Brokoli Filizi’, içerdiği yoğun vitamin ve minerallerin yanı sıra antioksidanları ve çok güçlü bir “Anti-Kanserojen” madde olan Sulphoraphane (sulforafan) ile gündeme oturdu.

Sulphoraphane, organizmanın kanser hücreleri ile savaşan doğal enzim sistemlerini aktive eden bir madde olarak dikkat çekiyor. 
Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi Tıbbi Onkoloji Bilim Dalı Öğretim Üyesi Doç. Dr. Canfeza Sezgin şunları söylüyor;
“Bir grup bilim adamı tarafından 1992 yılında çok geniş bir çalışma başlatıldı. Bu çalışmada bilinen birçok sebze incelemeye alınarak deneyler yapıldı. Aynı yıl Dr. Paul Talalay ve ekibi brokolinin sağladığı sağlık faydalarının birçoğunun kaynağı olarak sulforafan molekülünü tanımladı. İlk araştırmaların ardından bazı brokoli çeşitlerinin içeriğindeki sulforafan molekülünün yararlı özellikleri keşfedildi. Sulforafan molekülünün miktarının brokoli türleri arasında farklılık gösterdiğini de tespit eden Johns Hopkins Üniversitesi bilim adamları, çalışmalarını sabit bir kaynak bulmak üzere yoğunlaştırdı. Bu amaçla laboratuvar ortamında 22 farklı tür brokoli geleneksel tarım yöntemleriyle birleştirildi ve sulforafan bakımından oldukça zengin yeni bir brokoli türü ortaya çıkarıldı. Söz konusu brokoli türünde koruyucu bileşen konsantrasyonunun 10 kata kadar artabileceği de saptandı. Çalışmaların beşinci yılında, geliştirilen yeni brokoli türünün tohumdan yeni çıkmış 3-4 günlük filizlerinin ise erişkin sebzeye göre sulforafan açısından 10-100 kat daha konsantre olduğu keşfedildi. Son yıllarda bilim dünyasında sulforafan konusundaki büyük ilgi ile birlikte 600’ün üzerinde bilimsel çalışmada sulforafanın farklı özellikleri değerlendirildi.”

DOĞAL SAVUNMA

Brokolide bulunan sulforafanın vücudun doğal savunma sistemleri üzerine etkisini anlamaya yönelik yapılan bilimsel araştırmalarda ise; “Kanserojen maddelerin zararlı etkilerini ortadan kaldıran ve vücuttan atılımlarını kolaylaştıran enzimleri harekete geçirebileceği, farklı kanser tiplerinde hücrelerin çoğalma döngüsünü durdurabileceği, kanserde patolojik bir süreç olan anjiyojenezi (yeni damarların oluşması) durdurabileceği, kanser oluşumunda rol oynayan HDAC enziminin etkinliğini azaltabileceği, uzun etkili bir antioksidan olduğu görülmüş.”

 


Yazının Devamını Oku

Her 20 çocuktan birinde dikkat eksikliği var

13 Mart 2012
TÜRKİYE’de, “Dikkat eksikliği ve Hiperaktivite” ilkokul çağındaki her 20 çocuktan birinde görülüyor.

Tanı almış çocukların yüzde 80’i ergenlikte, yüzde 30-65’i erişkinlikte de bu belirtileri taşıyor. Bu sorun çocukların yanı sıra ergenleri ve yetişkinleri de ilgilendiriyor.
Dikkat Eksikliği ve Hiperaktivite ilaçlarını kullanan çocukların sayısı gittikçe artıyor ve kullanma yaşı da küçülüyor.
Öğrenme Terapisti Psikolog İnci Özkoray, hareket huzursuzluğu, konsantrasyon zayıflığı, her şeye tepki verme ve bunlara bağlı gelişen algılama zorlukları yaşayan çocukların, yaşam alanlarında bir çok yoğun talep ile karşılaştığını belirtiyor. Bu çocukların, sağlıklı gelişimi yakalayabilmeleri için çok fazla anlayış, çok fazla sabır ve doğru tasarlanmış bir eğitime ihtiyaçları olduğunun altını çiziyor. Günümüzde kısa yoldan dikkat eksikliğine çözüm bulmak amacıyla ilaç tedavisinin yaygın olduğunu sözlerine ekliyor.

Tartışılan yöntemler

Özkoray, ülkemizde iki kere konferans vermiş olan, uluslararası çalışmaları ile tanınan Alman Uzman Pedagog Ursula Günster Schöning’in sözlerine dikkat çekiyor. Dikkat eksikliği ve hiperaktivitede tercih edilen ilaç tedavisi ve fiziksel beceri, sosyal uyuma yönelik ergoterapi veya beyin dalgalarını etkileyen digital fonksiyonu olan ‘Neurofeedback’in günümüzde tartışılan yöntemler olduğu söylüyor. İlaç tedavisinin ise özellikle bu tedavide birçok ülkede yaygın olarak kullanılan iki ilaç markasının, uyuşturucu ilaçlar gibi çocuğun ileriki yaşlarında kişilik gelişimini olumsuz etkilediğini ve çocuğun doğal duygularını dışa vurmasını engellediğini belirtiyor. Bu ilaçları kullanan çocuğun kendi doğal his ve tepkilerinin farkındalığını yaşayamadığını, bunlarla başa çıkmayı da öğrenemediğini vurguluyor. Bu gibi psişik yan etkilerin yanı sıra bedensel etkiler olarak asabiyet, uykusuzluk, iştahsızlık, kilo kaybı, baş dönmesi, baş ağrısı, kusma, deride belirtiler görülebildiğine değiniyor. Ayrıca yorgunluk, üzüntü, ürkeklik, depresif ruh hali, tikler ortaya çıkabildiğini söylüyor.

3. Dikkat Eksikliği Konferansı İstanbul’da


Yazının Devamını Oku

Doğum sonrası saç dökülmesi

6 Mart 2012
KADINLARDA doğumdan yaklaşık 2-6 ay sonraki dönemde görülen yoğun saç dökülmeleri sık rastlanan bir şikâyet.

Saç Sağlığı Uzmanı (Trikolojist) Burcu Çayözü, bunun normal bir süreç olduğunu belirterek şu bilgileri verdi; “Doğum sonrası yaşanan saç dökülmesinin sebebi, hamilelik boyunca yüksek seyreden östrojen hormonunun doğum sonrasında normal seviyesine inmesidir. Hamilelik boyunca, östrojen hormonunun yükselmesi sebebiyle saçlar ağırlıklı olarak büyüme evresinde kalır. Çok az saç normal döngüsü olan dökülme evresini yaşar. Hamilelik boyunca dökülmeyen saçlar ise doğumdan sonraki 2-6 ay arasında doğal olan dökülme evresini - toplu halde- gerçekleştirip yenilenir. Dolayısıyla normal koşullarda bu geçici bir saç dökülmesidir ve saçlar zaman içinde aynen geri kazanılır. Ancak hamilelik sonrası döneminin fiziksel olarak da zorlayıcı bir dönem olduğunu unutmamak gerekir. Uykusuzluk, emzirme gibi aktiviteler vücudu zorlar. Bir de saç dökülmesinin yarattığı stres eklenince süreç daha da zorlaşır ve uzayabilir. Bu dönemde annenin kansız kalmamasına önem verilmeli ve başka bir sağlık sorunu olmadığından emin olunmalıdır. Saçın günlük yıkanması ve kaliteli marka şampuanların kullanılması da önemlidir.”

Saç ürünlerine dikkat

Normal koşullar altında doğumdan yaklaşık bir yıl sonra saçların normal haline geri döndüğünü önemle vurgulayan Çayözü, “Ender rastlansa da, bazı kadınlar doğum sonrası saçlarının hiçbir zaman eskisi gibi olmadığını gözlemler. Bu durumun sebebi genellikle sağlık problemleri, stres, saça taşınan besin ve oksijenin azalması veya demir eksikliğine bağlı kansızlıktır. Piyasada satılan ‘saç çıkarır veya dökülmeyi durdurur’ vaadinde bulunan ürünlere bu süreçte fazla güvenmemek gerekir. Saç dökülmesi 4 aydan fazla aynı yoğunlukta devam ederse veya yeni çıkan saçların kalitesi eskisinden farklıysa öncelikle bir uzmandan yardım almak gerekir” diye konuştu.

Arttığı dönemler

Kadınlarda hormonal değişiklik yaşanan dönemlerde saç dökülmesi artar. Burcu Çayözü, bu dönemleri şöyle sıraladı; “Hamilelik, düşük veya kürtaj sonrası. Doğum kontrol hapı kullanıp bırakmak. Hormon terapi replasmanı.”

Kıl dönmesi tedavisini ihmal etmeyin

Yapılan çalışmalar, batı toplumlarında erkeklerde yüzde 1, kadınlarda ise yüzde 0.1 oranında görülen kıl dönmesinin ülkemizde, genç erkeklerde yüzde 10 oranında ve en sık 15-35 yaş arasında görüldüğünü gösteriyor.

Yazının Devamını Oku

Dokuz Eylül’e Kalp Yetmezliği Polikliniği

28 Şubat 2012
DOKUZ Eylül Üniversite Hastanesi, Kardiyoloji Anabilim Dalı’nda yan dal olarak “Kalp Yetmezliği ve Pulmoner Hipertansiyon Polikliniği” kuruldu.

Kardiyoloji Anabilim Dalı Başkanı Prof. Dr. Özhan Göldeli ve 5 yıldır bu alanda çalışmalar yapan Doç. Dr. Bahri Akdeniz’in öncülüğünde hayata geçirilen proje sayesinde, göğüs hastalıkları, romatoloji, kalp ve damar cerrahisi ile zaman zaman pediatrik kardiyoloji uzmanlarının da birlikte takip etmesi gereken ‘pulmoner hipertansiyon’ hastaları tek bir havuzda toplanarak sistematik takip sağlama imkanı oluşturuldu. Yine kalp damar cerrahisi ile ortak izlem gerektirebilen “Son Dönem Kalp Yetmezliği” hastaları için aynı poliklinik bünyesinde çalışmalara başlandı.
Son yıllarda ülke genelinde bu tür özel merkezler kurulduğunu, Ege Üniversitesi’nde de uzun yıllardır bu hizmetin verildiğini belirten Doç. Dr. Bahri Akdeniz şöyle konuştu:
“Kalp Yetmezliği ve Pulmoner Hipertansiyon şeklindeki iki ayrı yan dal polikliniği tek başlık altında topladık. Nasıl ki nörolojide ‘Epilepsi, Alzheimer’ gibi yan dal poliklinikleri varsa biz de farklılıklar içeren bu polikliniği hizmete açarak bölgemiz için alternatif oluşturduk.”

Nadir görülüyor

Pulmoner Arteriyel Hipertansiyon (PAH) hakkında da bilgi veren Akdeniz, “Nadir görülen ama ölümcül olabilen, tanı konulduktan sonra tedavi edilmezse ortalama kalan ömrün 3.6 yıla kadar düştüğü bir hastalık. Bu hastalık genç hastaları da tutabilmekte ve bazen 20 yaşındaki bir genç de 60 yaşındaki bir insan performansı gösterebiliyor. Bu tür şikayetlerle klinik veya hastanelere başvuran hastalara genellikle kronik bronşit ya da kalp yetmezliği gibi yanlış teşhisler konulabiliyor ve hastalar erken teşhis olanaklarını kaçırıyorlar. Hastalığa yakalanan kişinin tamamen normale dönme şansı yok, ancak tedavi ile yaşamlarını uzatıyoruz. Hasta iki adım atamazken, kendi işini
daha rahat yapabilecek düzeye geliyor, yaşam kalitesi artırıyor. Bu hastalığın birden çok sebebi var. Bu nedenle multi-disipliner bir yaklaşım ile özel PAH merkezlerinde izlenmesi gerekiyor. Erken tanı ile hastaların yaşam kalitesi ve ömrü artabiliyor” dedi.

Sisteme oturtuldu

Dokuz Eylül Üniversitesi Hastanesi’nde 5 yıldır haftada bir gün poliklinik ve multidispiliner PAH konseyini gerçekleştirdiklerini aktaran Doç. Dr. Akdeniz, “Yaklaşık 70-80 civarında sürekli takip hastamız var. Bundan sonra ise poliklinik hizmeti ile bunu belli bir sisteme oturtmuş olduk. Polikliniğimize kayıtlı hastaların dosyalarını, bilgisayar kodları ile kurumumuzdaki diğer hekimlerimiz de takip edebilecek.

Yazının Devamını Oku