Son Mohikan'ın ardından

Arda Uskan’ı, eskilerin deyimiyle ‘Bab-ı Ali’nin Son Mohikanı’nı ebedi yolculuğuna uğurladık. Son yolculuk diyorum çünkü ölümün bir boyut değişimi olduğuna inananlardanım. İnsan ruhu bazen alıp başını gitmek ister… Arda Abi aslında aramızdan ayrılmamak için çok direndi ama ruhu bedenine galip geldi, ilk safhaya kaynağına gitti. Sevginin en saf, yaratıcılığın sınırsız olduğu o mükemmel yere… Burada bizi aydınlatan Uskan’ın orada da yolu ışık olsun…

Haberin Devamı

Bakın neler konuşmuşuz zamanında…


Son Mohikanın ardından

Y kuşağı Arda Uskan’ı pek tanımıyor. Birlikte hepsine bir selam çakalım mı?

Son Mohikan” dersen belki kim olduğumu çakarlar!

Basın camiasındaki lakabından önce bütün çıplaklığı ile bir “Arda abi” portresi çizmek istiyorum.

Biraz müzik, biraz sinema ve bolca gazetecilik ile geçen bir ömür diye özetlesem...

İnternette şöyle bir cümleye rastladım; “... Arda doğduğu zaman Beatles diye bir grup yoktu. John Lennon ise henüz 7 yaşındaydı. Ne gariptir ki yıllar sonra her ikisi Cannesda bir sabah kahvaltısında buluşacaklar, yanlarında da Yoko Ono ve Erkin Koray olacaktı...” John Lennon ile röportaj yapan tek Türk basın mensubu sen misin hakikaten?

Haberin Devamı

İnternet efendi yüzünden mi sayesinde mi diyeyim bilemedim ama, kendisine soran herkes hayatım boyunca yaptığım tek kayda değer işin bu John Lennon röportajı olduğunu sanıyor.

Son Mohikanın ardından

O gün çekilmiş fotoğrafta John Lennonla Yoko Ononun yanında seni ve Erkin Babayı gören, ister istemez arkasındaki hikayeyi merak ediyor...

Anlatayım... Şimdi ben Yoko ile hafiften kırıştırıyorum. Kahvaltıda Johna aşkımızı açıklamaya karar vermişiz... Şaka yaa abi nereden bileyim, unuttum gitti. Taa 1972 yılı.

İsterse 1942 olsun, insan John ve Yoko ile ettiği kahvaltıyı unutur mu?

Ciddi ciddi anlatayım istiyor musun?

Haberin Devamı

Son Mohikanın ardından

İster ciddi anlat, ister laubali, anlat işte be abi.

O yıl Erkin (Koray) ile Cannes Film Festivaline gitmiştik. Baktık John Lennon ve Yoko da orada... John o ara sinemaya merak sarmış, yaptığı 10 dakikalık kısa film de festivalde gösteriliyor. Ah dedim içimden, bir söyleşsem şunlarla!

Çaylak muhabir için fazlasıyla büyük bir av değil mi?

Hem de nasıl... Üstelik medyadan bucak bucak kaçıyor adam. Peşini bırakmadık, o gece filmin oynayacağı sinemaya damladık. Şansa bakar mısın, John ve Yoko gelip tam arkamıza oturdu, ışıklar karardı, film başladı.

Erotik miydi?

2 film birden demedim, 10 dakikalık kısa film dedim. Neyse perde açıldı, John ve Yoko karlı bir arazide kol kola duruyorlar, kamera yukarı doğru kalkıyor, sonraki sahneler bembeyaz…

Haberin Devamı

Nasıl beyaz?

Bildiğin beyaz işte, tam 10 dakika böyle sürdü gitti film. Sonra birden güneş göründü perdede. Meğer kamerayı bir balona bağlamışlar, bulutların arasından geçirip ışığı görene kadar uçurmuşlar. Bizim gördüğümüz beyazlar ise bulutmuş...

Son Mohikanın ardından

Ne zaman indiniz yere?

Biz değil film bitince onlar çakıldılar popolarının üzerine. Salon ayağa kalktı ve güzelce yuhaladı John ve Yokoyu çünkü...

Bozuldular mı yuhalanınca?

Ne gezer, birer sigara yakıp salondan çıktılar. Biz de peşlerinden tabii... Erkin “Ben gidip konuşacağım” diye tutturdu. Benim için röportaj talep edecek. Şaka maka Johnun yanına yaklaştı, bir şeyler söylüyor... Şimdi tersleyecek diye beklerken, bizimki randevuyu koparmış.

Haberin Devamı

Vay canına! Ne demiş peki?

Şimdi bizim oğlan senin Yokoya yanık...

Yahu bırak dalgayı, gerçekten nasıl ayarlamış röportajı?

Bana da söylemedi. Ertesi sabah John ve Yoko ile nefis bir kahvaltı yaptık Erkin Baba sayesinde... Röportaj da işin kaymağı oldu.

Son Mohikanın ardından

Bozuldular mı yuhalanınca?

Ne gezer, birer sigara yakıp salondan çıktılar. Biz de peşlerinden tabii... Erkin “Ben gidip konuşacağım” diye tutturdu. Benim için röportaj talep edecek. Şaka maka Johnun yanına yaklaştı, bir şeyler söylüyor... Şimdi tersleyecek diye beklerken, bizimki randevuyu koparmış.

Vay canına! Ne demiş peki?

Şimdi bizim oğlan senin Yokoya yanık...

Yahu bırak dalgayı, gerçekten nasıl ayarlamış röportajı?

Haberin Devamı

Bana da söylemedi. Ertesi sabah John ve Yoko ile nefis bir kahvaltı yaptık Erkin Baba sayesinde... Röportaj da işin kaymağı oldu.

Pek çok mesleğin arasında bir de fotoroman yönetmenliği var!

Eveeet... 70li yılların sonunda bugünün dizileri gibi fotoroman furyası başlamıştı. Ayda 3-4 tane çektiğim olurdu. Düşün, Ajda Pekkan, Muazzez Abacı, Barış Manço, Nilüfer, Emel Sayın falan oynardı o zamanlar fotoromanlarda. Gençliğimde çok para kazandım o işten. Ayrıca sen şimdi yüzüme vurmadan söyleyeyim, 80li yıllarda İbrahim Tatlısesten Ferdi Tayfura kadar bir dizi arabesk filmin de senaryolarını yazdım.

Adını gizliyor muydun? Ne de olsa o günlerde Nokta gibi saygın bir siyasi derginin yayın yönetmenisin...

Neden gizleyeyim, ayıp mı yahu arabesk senaryosu yazmak?

Nokta ve Gelişim Yayınları’ndaki günler nasıldı?

Alem bir yerdi açıkçası. Bugünün pek çok ünlü gazetecisi için gerçekten okul olmuştur. Biz Noktayı çıkarırken Hıncal Uluç Erkekçeyi, rahmetli Duygu Asena da Kadıncayı çıkarıyordu.

Son Mohikanın ardından

Noktanın efsane olmasını sen neye bağlıyorsun?

Çok cesur işler yapmasına, devlet güdümünde hareket etmemesine... 12 Eylül sonrasındaki baskı ortamında, Nokta insanlara bir vaha gibi gelmişti. O güne göre çok cesur işler yapıldı. Yılmaz Güney ve Nazım Hikmeti kapağa koymak bile başlı başına “gelin kapatın bizi” demekti. İşkencenin “İ”sini bile insanlar ağzına alamazken, “İşkenceci Polis” diye bir kapak yapıp, gerçek bir polisi konuşturmuştuk.

Nereden bu cesaret?

Patronumuz Ercan Arıklı’dan... Tanımanı isterdim, müthiş bir adamdı. Sabahlara kadar bizimle oturur, şimdinin moda tabiriyle Happy Hour içkilerimizi bile o tedarik ederdi...

Dergide kafa mı çekiliyordu?

Çeken olurdu tabii... (Gülüyor) Ercan Beyin buzdolabından viski şişelerini aşırıp yukarı götürdüğüm çok olmuştur.

Harbiden ilginç adammış.

Hem de nasıl.

Son Mohikanın ardından

Ercan Arıklı’nın ölümünden sonra, rahmetlinin biyografisini yazdın. Yazdığın gibi çok zampara mıydı?

Kötü bir şey mi yahu kadın düşkünü olmak? Evet hayatını kadınlarla paylaşmayı severdi. Bence adam bu dünyaya iki şey için gelmişti; dergi çıkarmak ve kadınları mutlu etmek!

İyi de sevişmek istediklerinin listesini tutup, “emellerine” ulaşınca da üzerine bir çizgi çekiyormuş. Vallahi senin kitabının yalancısıyım.

1970den 82 ye kadar böyle bir liste yapmış. Hoşlandığı kadınları bir kenara not etmiş, ardından da onları elde etmek için uğraş vermiş. O dönem birlikte olduğu sevgilisi Çağla Kurtuluş’a da göstermişti listeyi...

Kitabı yazarken sende liste var mıydı?

Vardı tabii... Yırtıp atmamış ki bizimki! Son karısı Güher Pekinelin eline geçmişti o kağıt, hatta boşanırlarken de mahkeme dosyasına eklenmişti. Ama ben kitapta tek bir ismi bile yazmadım.

Son Mohikanın ardından

ncal Uluç’la Nokta dergisinden bu yana dostluğunuz sürüyor. “Hayatımda bir kişiyi sevdim ama kimseye söylemem” dermiş... Sence kim bu kişi?

Vallahi bilmiyorum. Ama eski eşi Hollyyi tanıdım, harika bir kadındı. Hatta onunla ilgili hiç unutamadığım bir anım var... Hıncal, Erkekçeyi çıkarmak için Ankaradan İstanbula geldiğinde, Mehmet Yılmaz ve Ali Kocatepe ile aynı evi paylaşıyordu. Evin halini tahmin edebilirsin...

O zamanlar Holly ile evli...

Evli tabii... Holly hafta sonları gelip onlarda kalıyordu. Hıncal yine bir pazar gecesi Haydarpaşadan trene bindirmiş Hollyyi, eve gelmiş, kafayı vurup yatmış. Sonra gecenin bir vakti bir bakmış yanında bir kadın! Uyku sersemi, Holly sanıp okşamaya başlamış... Sonra kendine gelip, “Kim lan bu?” diye bir tekme atmış kadına... Peki yataktan düşen kim dersin? Sezen Aksu! Ali ile Mehmet gırgırına Sezeni sokuyorlar yatağına... “İlk defa bir erkek beni yatağından atıyor” diye bağırmış Sezen tekmeyi yedikten sonra.

Yanılmıyorsam Sezenle senin arandan su sızmazmış.

Tabii, Sezen anılarım başlı başına yazı dizisi olur.

Son Mohikanın ardından

Bir tanesine bile razıyım.

Bir gece kulübüne Sertab’ı (Erener) dinlemeye gitmiştik. Uzay da (Heparı) orkestrada. O günlerde Sezen gazeteci Ahmetle (Utlu) evlenmek üzere. Sertab şarkıya başlayacak, Uzay kulağına bir şeyler söyledi, kız dağıldı gülmekten. Meğer demiş ki, “Ben saydım, Sezuş’un kırıkları olarak şu an tam altı kişiyiz salonda, kim bilir daha ne bilmediklerimiz var oturanlar arasında”...

Gerçekten bilmedikleriniz var mıydı?

Olur mu, kız ne yaşıyorsa milletin gözü önünde yaşıyor. Bir de flört etmiyor, evleniyor.

Sezenin Müjde ile dillere destan bir kankalığı söz konusu!

Arada bir yolarlar birbirlerini. Bir keresinde Müjde (Ar), Atilla Özdemiroğlu ile evliyken Sezenle Almanyaya alışverişe gidiyor. O gün Sezen diyor ki, “Atilla seni giydiğin bu ucuz pazar donları yüzünden terk edecek, pahalı mahalı, şu şeffaf gecelik takımını komple alıyorsun”...

Son Mohikanın ardından

jde için çok cimri derler.

Müsrif değildir diyelim. Neyse eve dönünce de ilk işi giyinip yatağa uzanmak olmuş. Atillayı bekliyor. Ama Atilla her zamanki gibi odasına kapanmış müzik yapıyor tabii. Neden sonra çıkmış yukarı, Müjdeyi öyle tüller içinde görünce demiş ki, “Aa hayatım kalk üstüne doğru dürüst bir şey giy, kıçını başını üşüteceksin!”

Eyvah!

Eyvah ki ne eyvah. Müjde hemen telefona sarılmış, “Cüce karı derhal bu çul çaputu alıyorsun ve bana harcattığın Marklarımı geri veriyorsun!” diye bağırmış Sezene.

Bir de televizyonculuğun var...

Noktadan sonra ekip olarak Cem Uzan’ın kurduğu ilk özel televizyona geçmiştik 1992de. Haber müdürlüğü yapıyordum. Sonra Ahmet Özal ile, onun kurduğu Kanal 6ya gittik, o da zaten bu maceranın sonu oldu...

Ne suç işledin ki yine?

Suç büyüktü... Turgut Özal’ın ölümünden sonra Demirel Cumhurbaşkanı olmuştu, Doğru Yol Partisinin başkanlık koltuğu boşalmıştı.

Son Mohikanın ardından

Başbakanlık koltuğu da...

Tabii... Şimdi DYPye yeni başkan seçilecek, seçilen Başbakan olacak. Üç aday var; Köksal Toptan, İsmet Sezgin ve Tansu Çiller... Toptan çekilince yarış Çillerle Sezgine kaldı. O günlerde haber merkezinde çalışan Mahmut Övür, bomba bir haber getirdi. Tansu Hanım’ın bakan olduğu günlerde Sarıyer Belediyesi bazı arazilere imar açısından avantajlar sağlıyormuş. Tam bir rant... Bu arada DYPde yarış kızışmış. “Biz bu haberi girersek Çiller güç durumda kalacak, bekletelim” diyorlar. Kongreye birkaç gün kala izin çıktı, haber akşam üzeri bültenine girdi. Gece bir kez daha yayınlanacak, altyazılar filan geçiyor. O gece Kristal Elma ödülleri vardı. Ekrem Çatay ile oraya gittik. İşte malum telefon Ödül Töreni sırasında geldi...

Kim ola ki?

Semra Özal... Tansu Hanım ile ilgili haberi derhal yayından çekecekmişiz. Zaten biz davetteyken haber bandını alıp götürmüşler.

Eee sonra?

Ben ve iki yardımcım, Korhan Atay ile Ayda Özlü Çevik kovulduk. Mahmut, arkamızdan istifa etti.

Yani kovulmanızın sebebi...

Tansu Çiller, Başbakan olunca ilk iş olarak kovulmamızı istemiş.

Zamanında birçok ünlü kadınla birlikte olmuşsun. En bilineni Seyyal Taner!

İki yılı aşkın bir beraberliğimiz vardı. Ama şimdikiler gibi “düzeyli” filan değil. Çok harbiydi... Hâlâ da en yakın dostlarımdandır.

Son Mohikanın ardından

Karın Selda ne yapardı sen zamparalık yaparken?

Evlendikten sonra haddime mi düşmüş! Ama flört döneminde binbir türlü garipliklere imza atmışımdır doğrusu.

Bir de Güngör Bayrak maceran var. Anlatsana nasıl yakalandığını...

Yahu Güngörle flört etmiyorduk ki, iş toplantısındaydık. Barış Manço ile “Kalk Gidelim Küheylan” adlı bir fotoromanda oynatmıştım onu. Jeneriğe de “Harika at Küheylan” diye atın resmini koymuştum, onu tartışıyorduk.

Yeme beni Arda Abi. Yenge ne yaptı?

Selda da arkadaşlarıyla Güngörle yemek yediğimiz yere gelmiş, bizi görünce yanımıza yaklaştı. Güngöre sordu “Cebinde paran var mı?” diye. “Bu herifin cebinde para yoktur, şimdi bunları yersin, buralarda rezil olursun haberin ola!” diye lafı sokup uzaklaştı yanımızdan.

Barış Manço ve Fikret Kızılokla da iyi arkadaşmışsın...

Barış bizden birkaç yaş büyüktü ama Modada gençliğimiz beraber geçti. Bak dinle, olayın üzerinden yıllar geçtiği için şimdi anlatmakta bir mahzur görmüyorum. Fikret, o günlerde Barış’ın grubunda gitar çalardı. Barış da Marie Claude adlı Belçikalı bir kızla evli. “Mamur” diye çağırırdık. Çok tatlı bir kız... Derken olanlar oldu.

Ne oldu?

Bir gece kapı çaldı, Fikretle Marie Claude el ele “Bu gece sizde kalabilir miyiz” dediler. Sırtlarında uyku tulumları... Ertesi sabah doğru Anadoluya gittiler. Sevmişler birbirlerini, yapacak bir şey yok.

Son Mohikanın ardından

Vay be... Barış Manço ortalığı birbirine katmadı mı?

Hiçbir şey yapmadı. Sessizce boşandı kızdan...

Bu olanlar niye duyulmadı?

Çünkü o günlerde insanlar insan gibi davranırdı. Sırlarını ortaya dökmezlerdi medyatik olmak için. Kimse ağzını açıp bir şey söylemedi. Bu bir gönül meselesiydi.

Sen gazeteci değil miydin o günlerde?

Hem de en genç, en hızlı günlerimdeydim...

Buna rağmen yazmadın...

Tek satır bile yazmadım yıllarca... Artık gocunacak bir taraf kalmadığı için 30 küsur yıldan sonra anlatıyorum. Olay, zaman aşımına uğradı çünkü…

Gelelim bu söyleşinin sebeb-i hayatı “Y kuşağı”na... Apolitik olmakla suçlanan gençliğin ülkeyi ayağa kaldırmasına ne diyorsun? Sizin 68 hareketi ile bir bağ kurmanı istesem!

Gezi eylemleri sonucu tanıştığımız gençlikle bizim 68 kuşağının hiç alakası yok... Zaten düşünecek olursan dünyadaki ve Türkiyedeki 68 hareketi de birbirlerinden çok farklıydı.

Biraz açsana bunu.

Gel önce geçmişi sorgulayalım. 2. Dünya Savaşı’nın ardından kapitalist hatta sosyalist sisteme karşı bir hareket hayat buldu. Aradan 20 yıl geçtikten sonra ABDde Vietnam Savaşı’nın tetiklediği gençlik daha fazla özgürlük, barış ve çevre için başkaldırdı. Derken bu başkaldırı diğer ülkelerde, o ülkelerin şartlarına göre farklı boyutlar aldı. ABDden dünyaya yayılan bu hareketin boyutu bizde çok daha politik bir hâl aldı...

Neden dersin?

Bunun pek çok sebebi var ama bana kalırsa en önemlisi 61 Anayasası’nın getirdiği özgürlükçü haklardı. Gençler yönetimi ele geçirmek adına üniversiteleri işgal ettiler, Kıbrıs sorunu, Nato gibi uluslararası konularda seslerini duyurmaya çalıştılar. Derken bildiğin gibi DevGenç eylemlerine ve Deniz Gezmiş’lere kadar geldi dayandı olaylar.

Son Mohikanın ardından

Ne kadar etkili oldu sence gençlerin böyle başkaldırması?

Totaliter rejimlerde baskı devam etti ama daha demokratik ortamlarda bazı sosyal talepler karşılandı. Kadın erkek eşitliği, feminist hareket hızla yükseldi.

Abi ne olur şu kaseti biraz ileri sar. Geziyle tanıştığımız gençlere gel.

Daha önce de söylediğim gibi şimdiki gençlerin 68dekilerle sokaklara dökülmeleri dışında yakından uzaktan hiçbir alakaları yok.

Son Mohikanın ardından

O niye?

Çünkü 68 gençliği belirli bir ideolojiye sırtlarını yaslayarak tamamıyla politik sebeplerden sokaklara döküldüler. Bugün Gezide gördüğümüz gençler ortak paydanın “insan” olduğunun farkına varmış şahane bir nesli temsil ediyor.

Politik değiller mi diyorsun?

Ne politiği? Tamamıyla politik söyleme kapalılar bile diyebilirim. Bu gençlerin hepsi normal yaşantılarında aynı görüşü savunmuyorlar belki ama farklı olduklarını unutup tek amaç uğruna bir araya gelerek kenetlenmiş durumdalar. Aynı anda cuma namazının kılındığı, kandil simitlerinin dağıtıldığı, başörtülüsünün de mini eteklisinin de bir araya geldiği bir ortamı politik olarak değerlendirmek bence akla hayale sığmaz.

Nedir bu nesli farklı kılan?

Y kuşağındakilerin en temel değeri, adalet duygusu. Haksızlığa uğradıklarını hissettikleri an karşılarında Başbakan da olsa, patronları da olsa, profesörleri de olsa tepki vermekten çekinmiyorlar. Onları tek renk yapmak isteyenlere inat rengarenk olmak için çabalıyorlar.

Senin gibi bir eski tüfeğin nasihati ne olur bu gençlere?

Onlar zaten yapabilecekleri en önemli şeyi “Haydi” deyip sokağa çıkarak yaptılar. Zaten sokağa çıkmadan politik olmanın imkanı yok.

Gezi eylemlerinden çıkarılması gereken ders nedir sana göre?

Bu sınavda, her kesimin hakları ve sorumlulukları doğrultusunda hareket edilmesi gerektiğinin önemi bir kez daha vurgulandı...

Yazarın Tüm Yazıları